05 MAYIS 2023
Çok şiddetli depremler, büyük bir felaket yaşadık!
Ülke olarak tarifsiz bir acı içindeyiz!
06 Şubat 2023 saat 04:17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7.7 ve saat 13.24’te Elbistan ilçesinde 7.6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi ve yüreklerimiz yandı. Bütün yurtta ve dış temsilciliklerde yedi gün süreyle millî yas ilan edildi. Depremden, Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Kilis ve Malatya illerimiz etkilendi. Resmi rakamlara göre bu satırların yazıldığı an, elli bine aşkın vatandaşımız hayatını kaybetmişti ve yüz küsur bini aşkın yaralımız vardı. Neredeyse beş yüz bin vatandaşımız bölgeden
tahliye edildi. 20 Şubat gecesi ise Hatay’da 6.4 ve 5.8 büyüklüğünde iki bağımsız deprem daha meydana geldi. Altı can daha hayatını kaybederken üç yüze yakın kişi de yaralandı.
Hayatını kaybeden canlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz.
Tek düşüncemiz yaraların bir an evvel sarılması! Gün, yardım, destek ve dayanışma günü! Nerede olursak olalım, depremzedeler için yapabilecek mutlaka bir şeyimiz olmalı! Yüreğimiz yanıyor!
Kelimeler kifayetsiz! Hal böyleyken hemen hiçbir şeyin, bizim işimiz özelinde filmlerin ve vizyonda ne olup olmadığının bir önemi kalmıyor! İnsan deprem bölgesinden uzakta, yatağında yatmaya, bir bardak çay içmeye, neredeyse nefes alıp vermeye utanıyor!
Öte yandan film şirketleri çalışmalarına devam ediyorlar. Sinemalar açık. Her hafta yeni filmler vizyona girmeye devam ediyor. İki hafta süreyle ara verdiğimiz vizyon/film tanıtımlarına, işimiz mecburiyeti gereği 24 Şubat haftasından itibaren yeniden başladık.
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Todo Modo
(Yönetmen: Elio Petri / 1976)
La dentellière / Dantelci Kız
(Yönetmen: Claude Goretta / 1977)
Cristo si è fermato a Eboli / İsa Eboli’de Durdu
(Yönetmen: Francesco Rosi / 1979)
Kaos
(Yönetmen: Paolo & Vittorio Taviani / 1984)
Ariel
(Yönetmen: Aki Kaurismäki / 1988)
Vizyonda bu hafta (5 Mayıs 2023)
İkisi yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni filme ev sahipliği yapıyor Mayıs ayının ilk vizyon haftası!
SUÇ BENDE
-Suç, şöhret ve düzen!-
Yaman ‘auteur’ François Ozon, yirmi üçüncü uzun metraj kurmacasında, matematiği ve dengesi çok iyi kurulmuş, incelikli bir vodvil ile karşımızda! Zeki ve hınzır suç komedisi, gülümsemeleri, kahkahaya çeviren anlarla dolu. Film, Georges Berr (1867-1942) ve Louis Verneuil’in (1893-1952) farklı sahne oyunlarından, François Ozon ve Philippe Piazzo tarafından senaryolaştırılmış.
Muzip öykü, 1930’larda geçiyor. Fransa’dayız. Genç, güzel, beş parasız ve yeteneksiz aktris Madeleine Verdier, ünlü bir yapımcıyı öldürmekle suçlanır. Kendi gibi genç ve işsiz bir avukat olan en yakın arkadaşı Pauline Mauléon’un yardımıyla Madeleine mahkemeye ve topluma kendini, bahtsız bir kurban olarak sunacaktır! Bir kadın gücü ve dayanışması öyküsü orijinal adıyla ‘Mon Crime’! ‘Yaşasın kız kardeşlik’ diyen yapım, bencil, düşüncesiz, aptal, nobran ve ikiyüzlü erkek dünyasına da gereken cevabı veriyor!
Polisiyenin sınırlarında itinayla gezinmekten geri durmayan suç komedisinin oyuncu kadrosu da parlıyor adeta. Genç ve dinamik Nadia Tereszkiewicz ile Rebecca Marder ikilisine, usta isimler eşlik ediyorlar. Fabrice Luchini, Dany Boon, André Dussollier ve özellikle büyük yıldız Isabelle Huppert, filme apayrı bir tat katmışlar!
Bir cinayet etrafında dönen dünya hali! Adalet, hukuk, şan, şöhret, güç, dayanışma, çıkar, yalan, gerçek ve süregelen düzenin hakiki yüzü! Yapım tasarımı, dolayısıyla sanat yönetimi de artı değer katıyor, Ozon’un şeker şurup ve çok zeki vodvil denemesine! (3,5 / 5)
GALAKSİNİN KORUYUCULARI 3
-Dostluktur daima geriye kalan!-
‘Galaksinin Koruyucuları’, üçüncü maceralarıyla yeniden beyazperdedeler! Öyküye dair her şeyin özeti gibi aslında üçüncü bölüm. Sahici dostluk ve sevgi! Yine James Gunn’ın yönettiği şimdilik son bölüm, vaat ettiği hemen her oluşu, her türlü duygu ve detayıyla yerine getiriyor.
Öncelikle, ilk iki filmi anımsamakta yarar var! James Gunn’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve Marvel sinematik evrenine yeni ve ‘haklı’ bir heyecan katan Marvel çizgi roman uyarlaması, ilk olarak 2014’te yansımıştı perdeye ve büyük sükse yapmıştı! Evrenin kontrolünü ele geçirmeye çalışanları durdurmaya çalışan bir grup suçlunun öyküsünü izliyorduk! Star-Lord lakaplı maceracı Peter Quill, esrarengiz bir küreyi çalınca güçlü, hırslı ve ihtiraslı kötü adam Ronan’la düşman oluyordu! Ronan'ın tek amacı küreyi ele geçirmekti ve bu hayali tüm evreni tehdit ediyordu! Quill, ondan kurtulmak isterken bir anda kendisini birbiriyle hiçbir ilgisi olmayan uyumsuz bir ekibin içerisinde buldu! Tehlikeyi yok etmek isteyen Star-Lord, silahlı bir rakun olan Roket, Rakun’un yoldaşı olan ağaç kılıklı Groot, ölümcül yeşil kadın Gamora ve gözünü intikam hırsı bürümüş yok edici Drax ile işbirliği içerisine giriyor, Galaksinin Koruyucuları olarak anılan bu beşli, evren için gerçekten tehlike arz eden kürenin gücüne ve peşindeki düşmanlarına karşı sürükleyici ve mücadele veriyorlardı!
İkinci filmde, sevimli ekibimiz, kâinatın uzak ve netameli köşelerinde bu kez Peter Quill nam-ı diğer Star-Lord’un geçmişinin gizemini çözme mücadelesi veriyorlardı. Eski düşmanların, dost müttefiklere dönüştüğü ikinci film yine keyifli ve aynı anda hüzünlüydü! Peter Quill, Gamora, Groot, Rocket ve Drax, Yondu, Mantis ve Nebula’nın da katılımıyla soluksuz bir serüvene atılıyorlardı yine. Yıllar sonra ortaya çıkan Ego’nun, Peter’ın babası olduğunu açıklaması ve ardından yaşananlar, sevimli ekibin birliktelik ve fedakârlık kavramlarıyla yeniden tanışmasını sağlıyordu. Chris Pratt, Zoe Saldana, Dave Bautista’nın yanı sıra, Vin Diesel ve Bradley Cooper’ın seslerine eşlik eden isimler, Michael Rooker, Pom Klementieff, Karen Gillan, Sean Gunn ile birlikte iki usta aktör; Kurt Russell ile Sylvester Stallone idiler. Bilimkurgu aksiyon, Brecht’yen metniyle de dikkat çekiciydi! Bertolt Brecht’in epik eserlerinin ruhunu, hüzün ve mizahın iç içe geçtiği öyküsüne başarıyla yediren sürükleyici yapım, ilk filmde olduğu gibi yine Peter Quill’in yanından ayırmadığı ünlü Walk-men’inden dökülen enfes şarkılarla artı değer kazanıyordu. Özellikle finalde çalan Cat Stevens şaheseri ‘Father and Son’, ağlatıyordu!
Üçüncü ve şimdilik son bölüm, Rocket’in hayatını kurtarmak için hep birlikte yeni bir maceraya atılan kahramanlarımızı taşıyor perdeye yine! Koruyucular, yaşadıklarının ardından kendilerine ‘Knowhere’de yeni bir hayat kurmuşlardır. Gamora’yı kaybetmesinin etkisinden çıkamayan Peter Quill, sorunlu geçmişinin ruh halinden kurtulmakta zorlanan Rocket’in hayatını kurtarmak için takımı yeniden toplar! Öyküye yeni eklemlenen karakterler dahil bizim kahramanlarımız da başta olmak üzere hemen herkes hesaplaşma, yüzleşme ve ait olma sorunsalları eşliğinde ciddi varoluş dertleriyle de boğuşacaktır!
Mizahın, aksiyonun, ‘hüzün’ başta olmak üzere canlıyı yaşatan duyguların ve oyuncu kadrosunun aynen korunduğu üçüncü bölüme yeni eklenen isimler, Will Poulter, Chukwudi Iwuji ve Sarah Alami! Star-Lord’un walkmen’inden koca sessiz galaksiye süzülen enfes soundtrack yine çok iddialı! Özellikle Ritchie Blackmore’un Deep Purple’dan ayrıldıktan sonra kurduğu ‘Rainbow’ un sihirli notaları! Sevginin iyileştirici gücü, hakiki dostluk, dayanışma, şefkat, fedakârlık, bir arada kalabilme iradesi ve hemen her ‘türü’ kucaklayan sahici bir vicdan! Sonsuza dek galaksinin tek kurtarıcısı bu ‘kahraman vicdan’ olacak her şeyin ötesinde! (3,5 / 5)
ŞEYTANIN DÜŞMANI
-Kilisenin dostu!-
Direkt Papa’ya bağlı olarak çalışan Vatikan’ın baş şeytan çıkarıcısı İtalyan rahip Gabriel Amorth’un ‘exorcism / şeytan çıkarma’ vakalarından birinin öyküsü izlediğimiz! Yaşamı boyunca (1925-2016) yüz binden fazla şeytan çıkarma seansı gerçekleştiren İtalyan rahip Gabriel Amorth’un gerçek notlarını kaleme aldığı ‘An Exorcist Tells His Story’ ve ‘An Exorcist: More Stories’ adlı kitaplarından esinlenen filmde, Rahip Amorth’un küçük bir çocuğa musallat olan şeytanı çıkartmaya çalışması ve Vatikan’ın gizli tutmaya çalıştığı asırlık gerçeği aydınlatması yansıyor perdeye.
Russell Crowe’un Vatikan’ın en derin rahibini canlandırdığı korku-gerilimde, usta aktöre, Kosta Rikalı oyuncu Daniel Zovatto, Alex Essoe, Laurel Marsden, Peter DeSouza-Feighoney, Cornell John ve ‘Papa’ rolünde efsane isim Franco Nero eşlik ediyorlar. 2018 tarihli kanlı canlı ve aksiyon yüklü korku öyküsü ‘Overlord / Overlord Operasyonu’ filmiyle anımsayacağınız Julius Avery’nin yönettiği yapım, Vespa’ya binen, şeytanın varlığına içten inanan ve şeytanın en büyük düşmanı olan Katolik Kilisesinin yenilmez bir neferini, yeni bir alternatif kahramanı çıkartıyor karşımıza! Film, son derece ‘kiliseci’ öte yandan! Hatta yüzyılların günahı olan engizisyonu bile aklayarak, suçu Katolik kilisesinin vicdanından sökerek, şeytanın ta kendisine yüklemeyi unutmuyor! Direkt Papa’ya bağlı olarak çalışan Vatikan’ın öz evladı Rahip Gabriel Amorth’u, alternatif bir James Bond kılıyor yapım. Yanındaki yeni yetme rahiple yeni şeytan çıkarma ayinlerine atılacakları kanlı korku maceraları için startı vermiş belli ki stüdyo!
Türdeşleriyle fazlasıyla benzer, sırtını Russel Crowe’a dayamış, korkutmadan, ürkütmeden ilerleyen, kanlı canlı yeni nesil bir korku örneği olmuş sadece orijinal adıyla ‘The Pope’s Exorcist’! William Peter Blatty’nin aynı adlı ünlü eserinden usta yönetmen William Friedkin’in 1973’de imzaladığı, türün gelmiş geçmiş en önemli klasiklerinden olan benzersiz ‘The Exorcist / Şeytan’ın açtığı güvenli yoldan adım adım yürüyen ama asla feyz almamış mirasyedi bir yapım olarak nitelemek en doğrusu filmi! Bu arada karakteri gerçekten merak edip, yakından bakmak isteyenler için rahip Amorth üzerine çekilmiş sekiz tane belgesel yapım olduğunu hatırlatalım! Bunlardan biri de William Friedkin imzalı ‘The Devil and Father Amorth’ adlı belgesel. En korkunç unsurunsa Rahip Gabriel Amorth’un gerçek fotoğrafı olduğunu belirtmek önemli! (2 / 5)
Haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…
İngiltere’den çıkagelen gerilim ‘The Kindred / Şüphe’, Jamie Patterson imzalı. Samantha Bond, James Cosmo ve Patrick Bergin’in başlıca rolleri üstlendiği yapım, genç bir anne olan Helen’in öyküsü! Babasının intiharı, Helen için büyük bir yıkım olur. Çok geçmeden Helen, babasının ölümüne neyin yol açtığını araştırmaya başlar. Yaptığı araştırmalar onu otuz yıl öncesine götürür. Çözülmemiş gizem, çocuğu için ölümcül olabilecek karanlık bir aile sırrını ortaya çıkaracaktır!
‘Beautiful Disaster / Tatlı Bela’, Roger Kumble’ın yönettiği, başrollerini Virginia Gardner ve Dylan Sprouse’un paylaştıkları romantik bir dram! Farklı hayatlara sahip olan Travis ile Abby arasındaki tutkulu aşk! Abby Abernathy, karanlık geçmişini arkasında bırakıp yeni bir hayata başlayan bir üniversite öğrencisidir. Hayatı, sorunlu genç bir adam olan Travis ile tanışmasıyla bambaşka bir hal alır. Yine sorunlu bir geçmişe sahip olan Travis’in sıkıntılı yaşamı ve Abby’nin gelecek hedefleri, ikilinin zorlu bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır!
Norveç yapımı müzikal animasyon ‘Ella Bella Bingo / Elleville Elfrid’, özellikle küçük yaştaki izleyiciye sesleniyor. Ella ve Henry, iki yakın arkadaştır. İkili, tüm zamanlarını birlikte geçirir. Ancak mahalleye yeni bir çocuğun gelmesi, Ella ve Henry’nin hayatını değiştirir. Bu durum, Ella ve Henry’nin dostluklarını sınayacaktır! Yönetmen koltuğunda iki isim var: Atle Solberg Blakseth ve Frank Mosvold.
Hasan Gümet’in yönettiği ‘Aşkın Saati 19.03’, bir dedenin torununa işlemek istediği Beşiktaş ruhunu konu ediniyor. Berat Efe Parlar, Feride Hilal Akın, Bülent Çolak ve Ali Sürmeli, oyuncu kadrosunun öne çıkan isimleri. Yerli komedide Pascal Nouma ve Hayko Cepkin de rol alıyorlar.
‘Kaygısız Baş’, haftanın diğer yerli komedisi. Taha Ulukaya’nın yönettiği, Ferdi Akarnur, Mehmet Çepiç, Bülent Ergün ve Turgay Tanülkü’nün başlıca rolleri paylaştıkları yapım, Murat adlı karakterin, İstanbul’daki işinden kovulup memleketi Kapadoky’'ya dönmesi sonrası gelişen olayları taşıyor perdeye.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
Altı yıl öncesine, 2017 yılına gidiyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!
Vizyonda bu hafta (5 Mayıs 2017)
Farklı beğenilere seslenen beşi yerli, toplam on bir yeni film merhaba diyor bu hafta! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.
DERİNLİKLERE YOLCULUK
-Kaptan Cousteau, Calypso, mavi sonsuzluk, özgürlük ve çocukluğumuz…-
Mavi derinliği, evlere taşıyan efsane Fransız okyanus uzmanı, deniz subayı ve sinemacı ‘Kaptan’ Jacques-Yves Cousteau ve oğlu Phillippe Cousteau’nun ilişkileri merkezli biyografik dram, elde değil insanı geçmişe götürüyor ansızın! ‘Anthony Zimmer’, ‘Largo Winch’, ‘Zulu’ filmleriyle tanınan Jérôme Salle imzalı yapım, Kaptan Jacques Cousteau’nun öyküsünü, 1949-1979 yılları arasında, olabildiğince içerden ve belgesel tadında yansıtıyor perdeye.
Kendini denizlere adayan ve bu önüne geçilmez tutkuyla mavi sonsuzluğu, sıradan insana sevdirme başarısını gösteren Fransız bilim adamı ve maceraperest Cousteau’nun, başta ailesi ve çevresiyle olan ilişkisinden, renkli ve hareketli özel hayatına dek en ufak ayrıntıları mercek altına alan film, ekolojik bilinciyle de dikkat çekiyor. Evi olarak bellediği meşhur gemisi Calypso ile birlikte, yanında eşi olduğu halde, dünyanın mavi boşluğunu keşfe çıkan Kaptan Cousteau’nun, uluslararası şöhretle şuurunu nasıl yitirdiğini, ayrı bir çevre bilinci ve ekolojik meseleye sahip küçük oğlu Philippe sayesinde, efsane denizcinin yeniden çevre bilincini kazanmasını, yaşamındaki trajik ve özel anları, olabildiğince ‘hakiki’ anlatıyor film.
Lambert Wilson, Audrey Tautou ve ‘Yves Saint Laurent’ ile ‘Frantz’ filmlerinin yıldız aktörü Pierre Niney’in başrolleri üstlendikleri oyuncu kadrosundan, enfes kameraya, sanat yönetiminden, kurguya ve en nihayet özellikli soundtrack’e dek, hemen her detayı titizlikle hesaplanmış ‘özel’ bir yapım orijinal adıyla ‘L'odyssée’! Baba-oğul ilişkisi, dostluk, annelik, sevgi, tutku, saplantı, şöhret, keşif hazzı, vicdan, bilinmeyenin çağrısı, çevre bilinci, beraber olmanın değil, beraber kalabilmenin önemi! Ailecek, televizyon karşısına oturur, izlerdik… Pazar akşamüstleriydi. Ailenin bir üyesiydi sanki Kaptan Cousteau. Babamız, dayımız, amcamız, dedemiz, eniştemiz, ailemizden biri, mahallenin bir büyüğü. Bize, uzak yerlerden, keşfetmenin öneminden bahsederdi. Tutar götürürdü bizi, mavi derinliğin o en karanlık yerine. Oradaki güzelliklere tanıklık eder, uzaklara gitmenin, yani gerçek özgürlüğün önemini kavrardık. İçimizde kök salan tutkuyu, özgürlük aşkını, keşfetme isteğini, büyüme arzusunu, heyecanı, yeni ufuklara dokunmayı ona borçluyduk çokça. Gemimiz Calypso, kılavuzumuz Kaptan Cousteau idi! (4 / 5)
T2 TRAINSPOTTING
-Günümüz değerleri ve 90’lara ağıt!-
Danny Boyle’un, Irvine Welsh’in kült romanından uyarladığı ve 1996’da ortalığı kasıp kavuran yapımı ‘Trainspotting’, yirmi yıl sonra çıkagelen devam filmiyle karşımızda! ‘T2’, 90’ların sonsuza dek kapandığının altını çizerken, günümüz dünyasının değer/değersizlik profiline de ‘lanet olsun’ diyor. 90’lara yakılan ağıt, ilk filmin kahramanlarının günümüzdeki konumları ve güne bakışlarıyla vücut buluyor öte yandan.
Mark Renton, aradan geçen yirmi upuzun yılın ardından, evine, İskoçya’ya geri döner. Çok şey değişmiştir. Değişmeyip, aynı kalanlar ise bellidir. Eski dostları Spud, Sick Boy ve Begbie oradadırlar! Dostluk, ihanet, fedakarlık, sevgi, nefret, pişmanlık, korku, umut, endişe, uyuşturucu, alkol, küçük üç kağıtlar, salt birlikte olmanın değil; birlikte kalmanın can veren gücü!
Günümüzün buyurgan neo-liberalleri, kapitalist ahlaksızlık, başların ayak olduğu dünyanın geçer akçe kuralları ve bütün bunların arasına sıkışmış küçük insanın çıkmazı. Gerçek suçluların her yerde olduğu gezegende dostluğun etiği! Eski dostlar, Ewan McGregor, Ewen Bremner, Jonny Lee Miller, Robert Carlyle ve Shirley Henderson yeniden perdedeler. Danny Boyle’un bildik ustalığı, ‘Trainspotting’ evreninin ‘serseri samimiliği’, ritmik kurgu ve tabii ki Iggy Pop’lı, Lou Reed’li, Frankie Goes to Hollywood’lu, Blondie’li, Queen’li, Young Fathers’lı, Underworld’lü şahane soundtrack!
Yıllar geçip, törpülese de bizleri, değişmeyen değerler, insanlar ve gerçekler var ortada. Oracıkta öylece dikilip duruyorlar. Elleri, güvenilir bir dost gibi omuzumuzda. Proust’vari olacak ama ‘Kayıp Zamanın İzinde’ günümüzün MR’ını çekmiş Danny Boyle! Iskalarsanız yazık olur. (4 / 5)
GERÇEĞİN İKİ YÜZÜ
-Zalim dünyada insanlık ve aşk-
Usta aktör Sean Penn’in yönetmen koltuğuna oturduğu beşinci uzun metrajı, Cannes’de ‘Altın Palmiye’ adayı olmuş sarsıcı bir dram! Afrika’da gönüllü olarak görev yapan sınır tanımayan iki doktor, birbirlerine aşık olurlar. Zulüm, vahşet, kan dolu acımasız dünyada önceliği yoktur aşkın! Çıldırmış zalim dünyada ‘insanlık’ sorgusuna soyunmuş Sean Penn. Vicdan sahibi yönetmen belli ki, kendini son derece rahatsız eden ‘meseleler’ üzerine, aydın ve sanatçı sorunluluğunu yerine getirmiş.
Savaş yıkıntıları ve dinmeyen korkunç vahşet içinde en kutsal olanı yapmaya, hayat kurtarmaya kararlı insanların yaşadığı trajedi ve çaresizliğin kekremsi tadı. İnsan kalabilmenin zorluğu karşısında var olmayan insanlık. Olağanüstü zor koşullarda nefes almaya çalışan en yüce duygu, aşk!
Kendi çocukluğundan izler taşıyan Erin Dignam’ın hakiki senaryosunda başrolü, Javier Bardem ile Charlize Theron paylaşıyorlar. Jean Reno, Jared Harris ve ‘La vie d'Adèle / Mavi En Sıcak Renktir’ filminden anımsayacağınız Adèle Exarchopoulos’un kadronun diğer önemli isimleri olarak karşımıza çıktıkları yapımın ustaları; görüntü yönetmeni Barry Ackroyd ve orijinal film müziğine imza atan Hans Zimmer, kalıcı işler gerçekleştirmişler doğrusu! Güney Afrikalı aktris Charlize Theron’u ilk kez kendi ana dilini konuşurken izlediğimiz filmde beş dil konuşuluyor! Dünyayı dolduran adaletsizlik, insanın insana yaptığı zulüm, savaşı besleyen silah kartelleri, silah üreticileri, güçlü buyurgan devletler ve olan biteni sıcacık evlerindeki televizyonlarından arada sırada canları isteyip, gözleri takılırsa ‘seyreden’, refah içinde yaşayan batılılar… Farkındalığı artırmak için bir insanlık görevi! (4 / 5)
SAPLANTI
-Ölüm bizi ayırana dek-
‘Edward Scissorhands / Makas Eller’, ‘Ed Wood’, ‘Batman Returns / Batman Dönüyor’ gibi birçok kalburüstü filmin yapımcılığını üstlenen tecrübeli isim Denise Di Novi’nin ilk kez yönetmen koltuğuna oturduğu kurmacası, dram ağırlıklı bir gerilim. Biten evliliği ile tam olarak yüzleşemeyen saplantılı kadın, boşandığı kocasının yeni nişanlısına dünyayı dar etmeye kararlıdır!
Üç kadın üzerinden, gerilimli bir dram öyküleyen Di Novi, maalesef, yapımcılık başarısını yönetmenliğe taşıyamamış. Isıtılıp defalarca servis edilmiş bir hikaye duruyor perdede. ‘Ölüm bizi ayırana dek’ düsturundan yola çıkıp, saplantı haline getirdiği eski eşini paylaşmak istemeyen dengesiz kadının, kötülüklerini, annesinden miras aldığını öğrendiğimiz filmde, anne rolünde belki de filmin en büyük sürprizi olarak çıkıyor karşımıza, eski Charlie meleklerinden Cherly Ladd. Başrolü üstlenen iki iyi aktris; Rosario Dawson ve Katherine Heigl ise filmin lokomotifi görevindeler. Erkek oyuncu kontenjanını dolduran isimse; Geoff Stults.
Gerilimi etkisiz ve çok tanıdık, hikayeye yedirilmeye çalışılan erotizmi yetersiz ve sineması yavan film, genel anlamda vasat altında seyrediyor. Bazı ‘kadınsı’ hissiyat anları ve onlara sunulmuş ‘yerinde’ oyun alanlarını düşünecek olursak, türü sevenler memnun olabilir diyebiliriz son tahlilde! (2 / 5)
Başrollerini Christian Clavier ile Jean Reno’nun üstlendikleri, fantastik tatlar içeren komedi serisinin üçüncü halkası olan ‘Les Visiteurs: La Révolution / Çılgın Ziyaretçiler 3: İhtilal’, Japonya’dan çıkagelen animasyon ‘Gamba: Ganba to Nakamatachi / Gamba: Macera Çetesi’ ile birlikte beş yerli yapım, Tolgahan Sayışman ile Bade İşçil’in başrolü paylaştıkları romantik komedi türündeki ‘Eski Sevgili’, iki komedi; Sefa Özçelik’in yönettiği ‘Çam Yarması’ ve Tolga Baş imzalı ‘Baş Belası’, Fuat Yılmaz’ın yazıp yönettiği korku türündeki ‘666 Cin Musallatı’ ile yönetmen koltuğunda Haydar Işık’ın oturduğu dram ‘Umudun Kıyısında’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese!
MURAT ERŞAHİN