05 MART 2021
Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yaklaşık beş ay önce yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının yılsonuna dek kapalı olacağı açıklandı. Umuyoruz sağlıkla açılır perdeler en kısa sürede. Şimdi kendimizi ve sevdiklerimizi pandemiden korumak, umutla beklemek zamanı.
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Tam bir yıl geçti. Bu hafta, yani 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle olacak! Yani ‘tarihte bu haftaya’ bakacağız! İlk olarak 5 Mart 2010’a dönüyoruz ve on bir yıl önce bugün vizyona ne girmiş, tekrar anımsıyoruz…
Sinema salonlarına bir an evvel ‘temelli ve sağlıklı biçimde’ dönmeyi ümit ederek, koronavirüse karşı önlemlerinizi aksatmamaya ve içinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmamaya devam edin. Herkese iyi seyirler, sağlıklı günler!
Vizyon madem halen filmsiz, evlerdeyiz; her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önermek isterim sizlere… ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ öneriyor!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
The Deer Hunter / Avcı
(Yönetmen: Michael Cimino / 1978)
Apocalypse Now / Kıyamet
(Yönetmen: Francis Ford Coppola / 1979)
Le samouraï / Kiralık Katil
(Yönetmen: Jean-Pierre Melville / 1967)
Au revoir les enfants / Hoşçakalın Çocuklar
(Yönetmen: Louis Malle / 1987)
Il deserto Rosso / Kızıl Çöl
(Yönetmen: Michelangelo Antonioni / 1964)
Güncel öneriler
Filmler:
Saint Frances / Azize Frances
(Yönetmen: Alex Thompson)
Bridget, dağınık, zaaflarıyla mesut, biraz huysuz, şakacı, çok fazla enerjisi ve neşesi var, ama hayatta ne yapacağını bir türlü kestiremiyor. Tam birtakım kararlar aldığı dönemde kazayla hamile kalması alt üst ediyor her şeyi. Yalnızlık ve gelecek kaygılarıyla boğuştuğu sırada, lezbiyen bir çiftin kızlarına bebek bakıcılığı yapması hayatını değiştiriyor. Hem altı yaşındaki çocukla kurduğu ilişki, hem de evdeki diğer iki kadınla dayanışması, ona alternatif ailelerin, alternatif bağların önemini hatırlatıyor. Dramla komedinin dengesini muhteşem tutturan, yılın en iyi Amerikan bağımsızlarından!
Moxie
(Yönetmen: Amy Poehler)
Öz güveni yüksek yeni arkadaşından ve annesinin asi geçmişinden ilham alan 16 yaşındaki utangaç bir kız, okulundaki cinsiyetçiliğe isyan eden bir dergi çıkarır. Yeni, kıpır kıpır müzikli, danslı bir gençlik dizisi
Pelé
(Yönetmen: Ben Nicholas, David Tryhorn)
Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli futbol yıldızlarından Pelé üzerine sıkı bir spor belgeseli! Brezilya’nın çalkantılı bir döneminde geçen bu belgesel, Pelé’nin çığır açan bir yetenek olarak başlayan ve ulusal kahramanlığa uzanan olağanüstü yolculuğuna odaklanıyor!
The Boy Who Harnessed the Wind / Rüzgârı Dizginleyen Çocuk
(Yönetmen: Chiwetel Ejiofor)
Gerçek olaylardan uyarlanan biyografik öyküyü, başrolü de üstlenen Chiwetel Ejiofor yönetmiş. Bir fen bilgisi kitabından esinlenen 13 yaşındaki William Kamkwamba, Malavi’deki köyünü kıtlıktan kurtarmak için bir rüzgâr türbini inşa edecektir!
I Used to Go Here / Buraya Giderdim
(Yönetmen: Kris Rey)
35 yaşında bir yazar olan Kate, okul zamanlarında hoşlandığı eski profesörü tarafından konuşma yapması üzerine okula davet edilir. Kate, okula gittiğinde kendini üniversiteli öğrencilerin ergence sorunları içerisinde bulur. Kate’in geçmişini gözden geçirip geleceğini yeniden inşa etmesi gerekmektedir. Kris Rey’in yazıp yönettiği romantik komedinin başrolünü Gillian Jacobs üstleniyor.
Diziler:
A Discovery of Witches
(Yönetmen: Farren Blackburn)
Fantastik tatlar içeren romantik öykü, İngiltere’den! Deborah Harkness’ın ‘All Souls’ adlı kitap serisinden bizzat kendisi tarafından kaleme alınan senaryoda, Teresa Palmer ve Matthew Goode başlıca rolleri üstleniyorlar. Seçkin bir cadı ailesinden gelen genç öğrenci Diana’nın tesadüfen bulduğu mühürlü bir el yazmasıyla başlıyor fantastik macera!
Age of Samurai: Battle for Japon
(Yönetmen: Stephen Scott)
Savaşın pençesindeki 16. yüzyıl feodal Japonyası’nın çalkantılı tarihini ve iktidar mücadelelerini aksiyon dolu canlandırmalar ve uzman yorumları eşliğinde keşfediyoruz. Uzakdoğu tarihinin merak edilen gerçeklerini didik didik eden tarihi dokümanter, ilgi ve merak uyandıracak!
Ginny & Georgia
(Yönetmen: Sarah Lampert)
Özgür ruhlu Georgia, çocukları Ginny ve Austin ile birlikte sıfırdan başlamak için kuzeye taşınır ancak yeni başlangıçlara giden yolun engebeli olabileceğini görür. Mizah içeren dramda Brianne Howey’e, gencecik oyuncular Antonia Gentry ile Diesel La Torraca başarıyla eşlik ediyorlar.
A Love So Beautiful
(Yönetmen: Seo Min-Jung)
Güney Kore yapımı romantik komedi, özellikle genç izleyiciye sesleniyor! Okul, aile ve ergenlikte yaşanan inişleri çıkışlar… Umut vadeden bir sanatçı ile hem komşusu hem de sınıf arkadaşı olan umursamaz yakışıklı arasındaki yakınlık, zaman içinde sınanacaktır.
Control Z
(Yönetmen: Miguel Garcia Moreno, Adriana Pelusi, Carlos Quintanilla)
(Şüphe ve gizem yüklü, sürükleyici dizi, Meksika’dan! Bir hacker bir lisedeki tüm öğrencilerin sırlarını ifşa etmeye başladığında sosyal olmasa da gözlemci biri olan Sofia, bu hacker’ın kimliğini açığa çıkarmaya çalışır.)
Vizyonda bu hafta (5 Mart 2010)
Üç filmlik haftanın en iyisi Tim Burton’un Lewis Carroll uyarlaması “Alis Harikalar Diyarında”. “Vampirler İmparatorluğu” biçime ağırlık veren, adı üzerinde vampirli bir tür kırması. Senaryosunu Uygar Şirin’in kaleme aldığı ve Ümit Ünal’ın yönettiği “Ses” ise haftanın tek yerli filmi! İyi seyirler.
ALİS HARİKALAR DİYARINDA
Ünlü İngiliz yazar Lewis Carroll’un (1832-1898), eskimeyen klasiği ‘Alis Harikalar Diyarında’, çılgın yaratıcı Tim Burton’un hünerli elleriyle bir kez daha beyazperdeye yansımış. Carroll’un yarattığı döneminin çok ötesinde duran tuhaf evren, Burton’un gotik ve sınır tanımayan özgür bakışıyla bambaşka bir masala dönüşmüş. İnsanı avucuna alan ve kolay kolay bırakmayan içsel ve sistem dışı bir söyleme… Tam 145 yıl öncesinden gelen eser o denli güçlü ki, belli bir zamana ait değil gibi. Carroll’un zaman ötesi klasiği, üç boyutlu olarak vücut bulmuş perdede. Aslında ortada bir değil iki metin var; bir de şiir. Burton filmini, Carroll’un Alis’in maceralarını topladığı iki ayrı kitap; ‘Alis Harikalar Diyarında’ ile ‘Aynanın İçinden’ ve ikinci kitapta yer alan ‘Jabbervocky2 adlı şiirden oluşturmuş. Perdede ‘halüsinojen’ bir etki yaratan üç boyutlu yapım, Linda Woolverton’un senaryosuna da çok şey borçlu. Örneğin eserlerin 9 yaşındaki kahramanı Alis, burada 19 yaşında. Sosyo-politik olarak farklı bir yerde konumlandırılmış. Kadınlığa adım atmanın sınırında, döneminin değer yargıları ve çevresiyle uyuşmayan, muhalif bir kahraman. Çok tuhaf, delice bir edebi eser olarak tanımlayabileceğimiz ve Türkçe’ye Tomris Uyar’ın lezzetli çevirisiyle kazandırılan “Jabbervocky” şiiri de filmde özel bir yer tutuyor. Burton, eserin kahramanlarından ‘Şapkacı’yı, civa zehirlenmesi geçirmiş ilginç ve derin karakteri (Mad Hatter), Alis’in yanı başında konumlandırmış. Kırmızı ve Beyaz Kraliçeler, tuhaf ikizler Tweedeldee ve Tweedledum, Cheshire kedisi, bilge tırtıl Absolem, ünlü beyaz tavşan, canavar köpek Bandersnatch ve kötücül kupa valesi, öyküde karşımıza çıkan önemli kahramanlar… Filmin ‘Alis’i Mia Wasikowska. Şapkacı rolünde, Burton’un başucu oyuncusu dev aktör Johnny Depp var. Helena Bonham Carter, Anne Hathaway ve Crispin Glover, oyuncu kadrosunun ünlülerinden birkaçı… Rengârenk, cıvıl cıvıl, muhalif, delice bir iş yine Burton’un ki. Hayal dünyasında sınır tanımayan bir yolculuğa çıkıyorsunuz ve emniyet kemerleriniz tabii ki yine bağlı değil. İki uçuk ve çağlarının çok ötesinde yaşayan yaratıcının, Carroll ve Burton’un dünyalarına dokunmak, gerçekten yenilikçi bir sinema deneyimi izlemek isteyenler kaçırmamalı. ‘Eseri okudum ve uyarlamalarını perdede birçok kez izledim’ diyenler de öyle. Çünkü bu kez ‘başka bir şey’ duruyor perdede. Tabii bir olumsuzluğa değinmeden geçmemek gerek. O da, filmi Türkçe seslendirilmiş olarak izleyecek olmamız. Sanırız, özellikle küçük izleyiciler için düşünülmüş ‘dublaj’, metni ve filmi epeyce zedeliyor.
VAMPİR İMPARATORLUĞU
Mevzuya direkt giriyorum. Avustralya-ABD ortak yapımı tür kırması filmde eksik bir şey vardı sanki. Biçim iyiydi ama ya içerik? Alman yönetmen kardeşler Michael ve Peter Spierig, belli ki iyi zanaatkârlar. Yazıp yönettikleri distopik vampir filmi, gerilimden bilimkurguya, aksiyondan drama birçok türle flört ediyor. Yakın gelecekte, günümüzden bir on yıl sonra yani; dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu vampir olarak görüyoruz. Gizemli bir salgın sonucu vampir haline gelmiş olanlar, insan kalanları ya avlıyorlar, ya da etinden, sütünden, kanından faydalanmak için kurdukları çiftliklerde besliyorlar. İnsan kanı içmek istemeyen bazı bilim adamı vampirler ise kana alternatif bir madde üzerinde çalışıyorlar. Durum bu iken aniden bir grup ‘insan kalanın’ işin içine girmesiyle ortalık karışıyor. Filmin açılışı, ilk on beş dakikası çok çok iyi. Sonra film sarkmaya, sıkışmaya, dar bir çevrede nefes alıp vermeye başlıyor sanki. Yapım tasarımı, görsel efektler üst düzey. Oyuncu kadrosu da dikkat çekici. Başrolde Ethan Hawke’yi izliyoruz. Usta aktörler Willem Dafoe ve Sam Neill, ona eşlik ediyorlar. Filmin tema müziği ve soundtrack’ta oldukça iyi. Fakat izlenen görsel şovun içi doldurulamıyor, bir aynılık, yavanlık, dar alana hapsedilmişlik söz konusu. Meselenin özünden çok süsü çarpıyor göze. Bir de şu dönüştürülme hikâyesi. Kim kimi ısırıyor belli olmuyor bir yerden sonra. İnsan ısırılınca vampirleşiyor. Sonra ‘vampirin güneşle imtihanı’ söz konusu. Ardından ısırılan insan, vampiri insanlaştırıyor ve böyle gidiyor döngü. Neyse, ısırılmadan çıkıyoruz dışarı. Gökyüzünde güneş sıcak ve parlak. Bakıyoruz, bir terslik yok, veriyoruz sırtımızı güneşe veya devam ediyoruz yola. Aslında biliyoruz, dışarıda çok vampir var gerçekten ve kim bilir, belki de çoğumuz çoktan dönüştük başka bir şeye…
SES
Vallahi en zor durum bu… Eşinin, dostunun, arkadaşının filmini yazmak, eleştirmek. Ama işimiz de bu tabii… Senaryoyu, Uygar yazmış. Yapımcılar, Ersan, Tunç… Sonra filmde yine aramızdan bazıları yer almış konuk olarak: Burcu, Yeşim, Tuğçe… Bizim çocuklar… Yani, insan beğenmedim derken, şöyle bir iki yutkunuyor. Neyse; ben beğenmedim filmi yahu! (oh, söyledim vallahi!) Neden? Bir kere her şeyden önce, bu filmi defalarca izledim gibi geldi. Yani o derece çok böyle film gördüm ki; hem de çok beğendiklerim oldu aralarında. Son dönemde Fransa’dan, özellikle uzak doğu korku sinemasından ‘Ses’le kardeş çok film izledim. Türün iyi örneklerinden sonra filmin içine giremedim fazla. Öyküdeki kimi boşluklar, hatta fazlalıklar gözüme battı. Gereksiz, fonksiyonsuz karakterler rahatsız etti beni. Derya’nın kız arkadaşı örneğin. Ne gerek vardı ona. Sonra Derya’nın İngiltere’de yaşayan ağabeyi. Anne, evden uzaklaşmak için İngiltere’ye mi gitmek zorunda? Sonra o ağabeyin fonksiyonu? Hiç mi etkilenmemiş ağabey yaşananlardan? Bir de süt anne karakteri… Birçok da fazladan diyalog. ‘Gaipten gelen ses’ hiç susmadan konuşuyor sonra… Sıcak mı, soğuk mu? Soğuk buldum filmi. Yönetmenlik anlamında da beni heyecanlandıran, yeni bir şey yoktu ortada. Atmosfer, orta sahada top gezdiriyordu. Sabaha kadar oynansa gol olmazdı sanki. Bir de finalin, bitiş düdüğünün yavanlığı… Öte yandan, arkadaşlarının ismini filmlerde görmek çok keyifli. Yaratıcılık zor iş. Bu kadro da, film çekmek isteyen diğer dostlar da devam etmeliler bu işe. Beğendiğim bir örnek izleyip, avuçlarımın içi patlarcasına alkışlamak dileğimi ekleyerek emeği geçen arkadaşlarımı tebrik etmek isterim. Karar verdikleri zorlu bir yola cesaretle çıktıkları ve iyi-kötü bir ‘film’ yarattıkları için…
MURAT ERŞAHİN