Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

04 MART 2022

03 Mart 2022 Perşembe 20:12
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında. 
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!  
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. İki yıla yakın zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık! 
Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi. Klasik film önerilerine devam edeceğiz! 2022 hepimize önce sağlık getirsin. Gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Nosferatu, eine Symphonie des Grauens / Nosferatu
(Yönetmen: F.W. Murnau / 1922)

Das Cabinet des Dr. Caligari / Dr. Caligari’nin Muayenehanesi
(Yönetmen: Robert Wiene / 1920)

Körkarlen / Hayalet Araba
(Yönetmen: Victor Sjöström / 1921)

Woyzeck
(Yönetmen: Werner Herzog / 1979)

Die Ehe der Maria Braun / Bir Evliliğin Öyküsü
(Yönetmen: Rainer Werner Fassbiner / 1979)

 

Vizyonda bu hafta (4 Mart 2022)

İkisi yerli yapım olmak üzere toplam dört yeni filme ev sahipliği yapıyor Mart ayının ilk vizyon haftası!
Süren rahatsızlığım nedeniyle vizyon görecek diğer filmlerin basın gösterimlerine katılamadığım için bu hafta tek film var notlarımız arasında. 2022 Oscar ödüllerinde ‘En İyi Animasyon’, ‘En İyi Belgesel’ ve Danimarka adına ‘En İyi Uluslararası Film’ dallarında aday olarak Oscar tarihinde bir ilke imza atan ‘Flee / Kaçış’!


KAÇIŞ

-Bir ‘ev’ aramak!-

‘Bu zalim, adaletsiz, hain, vahşi, duyarsız, obur dünyada yaşanmaz gerçekten’ diyen filmlerden biri orijinal adıyla ‘Flee’! 2022 Oscar ödüllerinde ‘En İyi Animasyon’, ‘En İyi Belgesel’ ve Danimarka adına ‘En İyi Uluslararası Film’ dallarında aday olarak Oscar tarihinde bir ilke imza atan yapım Jonas Poher Rasmussen imzalı. 
Partneri ile evlilik hazırlıkları yapan, otuz altı yaşındaki başarılı akademisyen Amin, çocukluğunda nice zorluklar içinde mülteci olarak Avrupa’ya gelmiştir. Amin’in, Afganistan’dan en nihayet Danimarka’ya uzanan ve bir durağı da Rusya olan acı dolu yolculuğunu ve ‘ev’ kavramının geniş ve gerçek anlamını, ‘yürek burkan sahici anılar’ eşliğinde izleriz. Afganistan’da muhalif babasının emniyet kuvvetlerince götürülüşü, kız kardeşlerinin havasız konteynerde ölümle burun buruna gelerek batıya kaçışı, insan kaçakçılarıyla yaşanan tehlikeler, türlü eziyetler, ‘yollarda’ karşılaştığı insanlar ve hatırlaması acı veren ürkütücü anlar. Bütün bunların yanı sıra keşfettiği sevgi, dostluk, fedakârlık, vicdan ve insan sıcaklığı… Amin’in evsiz bir mülteci olarak yaşadığı zorluklar, cinsel kimliğini kabul etme süreci ve kendini keşfi, her türlü ajitasyonda uzak, olabildiğince sahici ve işin aslı ‘öznel’ değil, milyonların ortak öyküsü olarak dile gelmiş! Filmin en büyük başarısı da bu noktada saklı zira!
El çizimi canlı desen tekniği, klasik belgesele göz kırpan tarihsel arşiv görüntüleriyle harmanlanmış. 80’lerdeki Afganistan iç savaşına, komünizmin yeni yıkıldığı Rusya’ya ait arşiv görüntüler, ‘sert’ gerçekliğin zihne olanca ağırlığıyla yerleşmesini sağlıyor. Birçok anıyla son derece etkili ve sarsıcı olmayı başaran yapımda usta aktörler Riz Ahmed ve Nikolaj Coster-Waldau’nun yapımcı olarak yer aldığını da belirtelim. 
Bol ödüllü yapım, kendi kimliğini bulup kabul etmek, özgürlüğe ve insanca bir yaşama ulaşma hasretinden öte, kendine ‘ev’ arayan ‘yoksun’ insanların ve ‘insan’ın bu adaletsiz gezegendeki sonu gelmez dramına ilişkin yalın ve hakiki bir hikâye olarak okunmalı fikrimce. (4 / 5)

 Maalesef rahatsızlığım nedeniyle basın gösteriminde izleme şansı bulamadığım haftanın diğer üç filmine gelirsek…


THE BATMAN
DC Comics evreninin belki de en sevilen kahramanı olan ‘Batman’, on yedinci kez beyazperdede! Üç ayrı seriyle karşımıza çıkan Batman filmlerini şöyle bir anımsayalım… Tim Burtom imzalı 1989 tarihli ‘Batman’da, yarasa adamı Michael Keaton canlandırmıştı. 92’de yine Tim Burton imzası taşıyan ‘Batman Returns / Batman Dönüyor’u izledik. 1995 yılında yönetmen koltuğunda bu kez Joel Schumacher oturuyordu. ‘Batman’ rolünde Val Kilmer vardı ve ‘Batman Forever / Batman Daima’nın kötü yüzleri Jim Carrey ile Tommy Lee Jones’tu…
Christopher Nolan’ın farklı bir soluk getirdiği ve üç kez yönetmenliğini üstlendiği yeni serinin ilk filmi 2005 tarihli ‘Batman Begins / Batman Başlıyor’ oldu! Kahramanımızı Christian Bale canlandırıyordu bu kez! 2008’de ‘The Dark Knight / Kara Şövalye’ ile sürüyor ve daha karanlık bir evrene evriliyordu Batman miti! Heath Ledger’in canlandırmış olduğu ‘Joker’ karakteri, eleştirmenlerinden ve izleyicilerden tam not aldı ve kendini en az Batman kadar sevdirmeyi başardı! 2012’de bu serinin son filmi ‘The Dark Knight Rises / Kara Şövalye Yükseliyor’da bu kez öykünün kötü adamı, Tom Hardy tarafından son derece nüanslı biçimde yansıtıldı perdeye.
DC Comics evreninde Batman maceraları, 2016 tarihli Zack Snyder imzalı ‘Batman v Superman: Dawn of Justice / Batman ve Superman: Adaletin Şafağı’ ile sürdü. Ben Affleck, Batman rolünde çıktı karşımıza! Yine Zack Snyder imzalı 2017 tarihli ‘Justice Leaque / Adalet Birliği’nde bütün DC evreni kahramanları bir arada kötü güçlere karşı omuz omuza savaşıyorlardı.
Merakla beklenen yeni Batman filmi, ‘The Batman’, Matt Reeves imzası taşıyor. Batman karakterini bu kez canlandıran aktör ise Robert Pattinson! Gotham’da, ucu kendi ailesine dek uzanan yolsuzlukları temizleye çalışan Batman’in, bir yandan Riddler isimli bir seri katille mücadelesi yansıyor perdeye. 


BERGEN
Bir döneme damga vurmuş trajik öyküsüyle anımsanan şarkıcı Bergen’in biyografisini ‘Zenne’ ve ‘Çekmeceler’ gibi ayrıksı ve dikkat çekici filmleriyle tanıdığımız Mehmet Binay ve M. Alper Caner imzalamışlar. Sanatçının trajik olaylarla bezeli hayat hikâyesi koyu bir dram tabii. Bergen’i Farah Zeynep Abdullah canlandırmış. Filmin öne çıkan diğer oyuncuları; Erdal Beşikçioğlu, Tilbe Saran ve Nergis Öztürk!  
‘Bergen’in senaryosu ise Yıldız Bayazıt ve Sema Kaygusuz tarafından kaleme alınmış. Görüntü yönetmenliğini Mirsad Heroviç’in üstlendiği dramın orijinal müziği ise Mazlum Çimen imzası taşıyor.


YARAMAZ ÇOCUKLAR
Ahmet Necdet Çupur’un yazıp yönettiği belgesel yapım ‘Yaramaz Çocuklar’, yirmi yıl önce, kardeşleriyle benzer bir süreç geçirmiş ve eğitimine devam edebilmek için Antakya’daki Keskincik köyünden ayrılmış olan Ahmet Necdet Çupur’un kardeşlerine destek olmak için Fransa’dan köyüne dönüp onların yaşadıklarını kayıt altına almasını taşıyor perdeye.

 


TARİHTE BU HAFTA

On bir yıl önceye, 2011 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.


Vizyonda bu hafta (4 Mart 2011)

Bu hafta vizyon kalabalık. Hayatın yorucu yoğunluğu ve hesapta olmayan kötü tesadüfler sonucu sadece üç filmi izleyebildim. ‘Vahşetin Çocukları’, ‘Rango’, ‘Sokak Dansı 3D’, ‘Qirej / Kir’ izleme şansı bulamadığım filmler. Oscar için yarışan ‘Gerçeğin Parçaları’, Philip K. Dick’in kısa öyküsünden adapte ‘Kader Ajanları’ ve Orhan Kemal’in ünlü eserinin yeni uyarlaması ‘72. Koğuş’ notlarımız arasında. İyi seyirler!

GERÇEĞİN PARÇALARI
Ang Lee’nin 1999 tarihli filmi ‘Ride with the Devil’ın uyarlandığı romanın yazarı Daniel Woodrell’in aynı adlı romanından adapte edilmiş ‘Winter’s Bone’; Türkçe adıyla ‘Gerçeğin Parçaları’… Görüntü yönetmenliğinden, senaristliğe ve nihayet yönetmen koltuğuna geçmiş Debra Granik imzalı dram, son derece hüzünlü. ABD’nin orta batı eyaletlerinden Missouri’nin dağlık-kırsal alanında geçiyor öykü. Kırsal yaşamın sert gerçekliğinin, hayatın acımasız yanına işaret ettiği bir coğrafyada, 17 yaşındaki bir kızın hikâyesi duruyor perdede. 
Ree, bir dağ köyünde, kendini dışarıya tamamen kapamış hasta annesi ve biri 7, diğeri 12 yaşında olan iki küçük kardeşiyle yaşamaktadır. Daha doğrusu onlara bakmaktadır Ree. Yaşından çok önce olgunlaştırmıştır şartlar onu. Fedakâr bir abla olmanın ötesinde, anne, babadır aynı zamanda genç kız. İki haftadır ortada yoktur babası. Uyuşturucu bağımlısı babasını ölü ya da diri bulmak, aile için çok önemlidir. Yoksul ailenin elindeki tek değerli şey, kayıp babanın ipotek ettirdiği evdir çünkü. Toprağın, iklimin, zorlu kırsal yaşamın kaya gibi sert, acımasız ve duyarsız kıldığı insanlar. Bütün bir yoksunluk, çaresizlik ve imkânsızlık içinde ayakta kalmaya çalışan genç bir kız. Rafine bir görüntü yönetiminin eşlik ettiği son derece yalın, güçlü, numarasız, söyleyeceğini söyleyen, steril olmayan, izlerken ağıl kokusunu, yanmış odun kokusunu, kanın tadını duyumsayacağınız sert bir film çekmiş Debra Granik. 2004 tarihli ilk uzun metrajı ‘Down to the Bone’de olduğu gibi yine bir kadın kahraman var öykünün merkezinde. Güçlü kadın karakterlerle ilgilendiği belli olan yönetmen, Ree rolünü, 90 doğumlu aktris Jennifer Lawrence’a vermiş. Lawrence, müthiş bir iş çıkarmış doğrusu. ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalında Oscar adaylığını sonuna dek hak etmiş bir performans izliyoruz. Lawrence, dirayetli, fedakâr, güçlü ‘Ree’yi üstüne tamamen giyinmiş. İmkânsızlığın sözlük anlamının acımasız koşulları sarmalayıp, duru, yalın ve en gerçek biçimde karşımıza çıkması, sarsıyor izleyeni. Bir belgesel çıplaklığında geçerken oluşlar perdeden, başta Lawrence olmak üzere, ‘En İyi Yardımcı Erkek’ dalında Oscar adaylığını bileğinin hakkıyla elde eden John Hawkes’un, Ree’nin çaresiz amcası ‘Teardrop’ performansı, övgü ötesi… Babanın küçük kızı için yonttuğu at heykelciği, kırsal yaşamın olanca ritüeli arasında can acıtan gerçekler, vaktinden önce büyümenin yürek nasırlaştıran yanı ve mat bir grilik eşliğinde sarsıcı bir hüzün resitali. Uzun süre akılda kalıcı sessiz görüntüler ve olgun bir kabullenişin omuz başında bitiveren ‘başka’ bir sevgi öyküsü. Babadan kalma banço’nun hüzünbaz tınısı eşliğinde yaman bir sinema deneyimi ‘Winter’s Bone’. 

KADER AJANLARI
Bilimkurgu edebiyatın önemli isimlerinden Philip K. Dick’in (1928-1982) kısa öyküsünden uyarlanan ve türe romantik açılımlar ekleyen yapımın başrollerini Matt Damon ve Emily Blunt paylaşıyorlar. Günümüz New York’unda geçen ve izleyiciye sürekli yeni sorular sorduran bir kader kovalamacası. ‘Kaderimizi biz mi kontrol ediyoruz, yoksa görünmez güçler mi bizi idare ediyor’ sorusuna, ucu gerilime de dayanan ilginç yanıtlar veren filmin yönetmeni; senarist kimliğiyle tanınan George Nolfi. Nolfi’nin ilk yönetmenlik denemesi, biçimi ve genel atmosferiyle, geçtiğimiz yıla damga vuran, Christopher Nolan imzalı ‘Inception / Başlangıç’ı andırıyor. Bu arada, ‘Blade Runner’, ‘Total Recall’, ‘Minority Report’ gibi ünlü filmlerin, Philip K. Dick’in beyazperdeye daha önce uyarlanan hikâyeleri arasında olduğunu önemle belirtelim.   

72. KOĞUŞ
Söylenecek tek şey; ‘yazık’ olduğu… Usta yazar Orhan Kemal’in ünlü romanı ‘72. Koğuş’, yeni uyarlamasıyla beyazperdede. Senaryosunu Ayfer Tunç’un yazdığı ve ‘120’ filmiyle ile tanınan Murat Saraçoğlu’nun yönettiği filmin yapımcılığını, aynı zamanda filmin başrollerini paylaşan Yusuf Bingöl ve Kerem Alışık üstlenmişler. Tiyatroda birçok kez sahnelenen eser, 1987’de Erdoğan Tokatlı tarafından beyazperdeye de uyarlanmıştı. Yeni uyarlama, sinema büyüsü taşımayan, yedinci sanatın büyüleyici atmosferinden oldukça uzak, teatral, hatta bir lise temsili düzeyinde. Çoğu karikatürü çağrıştıran oyuncu performanslarına, yönetmen sanki hiç müdahale etmemiş gibi. Bazı aktörlerin diksiyon problemi, söylenenin işitilmemesine neden oluyor. Eserin politik eleştirisi, filmde başka bir şekilde vücut bulmuş. Son derece apolitik, öykünün geçtiği dönemi özümsememiş, ‘nüveyi’ izleyiciye nakledemeyen bir filme dönüşmüş roman. Hülya Avşar, Songül Öden, Ayça Damgacı, Nursel Köse, Civan Canova ve Volga Sorgu’nun diğer önemli rolleri üstlendiği film iyi niyetli bir proje olsa da, iyi bir sinema filmi olmanın uzağında kalmış. İyi niyet önemli ama film çekmek için hiçbir zaman tek başına yeterli olmuyor; fazlası gerek… Filmin tek iyi yönü, günümüzde hemen hiçbir şey okumayan neslin merak edip, Orhan Kemal ve ünlü eseriyle tanışmasını sağlama ihtimali. İnsan üzülüyor.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar