Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

04 MART 2011

02 Nisan 2011 Cumartesi 23:09
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Bu hafta vizyon kalabalık. Hayatın yorucu yoğunluğu ve hesapta olmayan kötü tesadüfler sonucu sadece üç filmi izleyebildim. ´´Vahşetin Çocukları´´, ´´Rango´´, ´´Sokak Dansı 3D´´, ´´Qirej / Kir´´ izleme şansı bulamadığım filmler. Oscar için yarışan ´´Gerçeğin Parçaları´´, Philip K. Dick´in kısa öyküsünden adapte ´´Kader Ajanları´´ ve Orhan Kemal´in ünlü eserinin yeni uyarlaması ´´72. Koğuş´´ notlarımız arasında. İyi seyirler!

GERÇEĞİN PARÇALARI
Ang Lee´nin 1999 tarihli filmi ´´Ride with the Devil´´ın uyarlandığı romanın yazarı Daniel Woodrell´in aynı adlı romanından adapte edilmiş ´´Winter´s Bone´´; Türkçe adıyla ´´Gerçeğin Parçaları´´… Görüntü yönetmenliğinden, senaristliğe ve nihayet yönetmen koltuğuna geçmiş Debra Granik imzalı dram, son derece hüzünlü. ABD´nin orta batı eyaletlerinden Missouri´nin dağlık-kırsal alanında geçiyor öykü. Kırsal yaşamın sert gerçekliğinin, hayatın acımasız yanına işaret ettiği bir coğrafyada, 17 yaşındaki bir kızın hikâyesi duruyor perdede.
Ree, bir dağ köyünde, kendini dışarıya tamamen kapamış hasta annesi ve biri 7, diğeri 12 yaşında olan iki küçük kardeşiyle yaşamaktadır. Daha doğrusu onlara bakmaktadır Ree. Yaşından çok önce olgunlaştırmıştır şartlar onu. Fedakâr bir abla olmanın ötesinde, anne, babadır aynı zamanda genç kız. İki haftadır ortada yoktur babası. Uyuşturucu bağımlısı babasını ölü ya da diri bulmak, aile için çok önemlidir. Yoksul ailenin elindeki tek değerli şey, kayıp babanın ipotek ettirdiği evdir çünkü. Toprağın, iklimin, zorlu kırsal yaşamın kaya gibi sert, acımasız ve duyarsız kıldığı insanlar. Bütün bir yoksunluk, çaresizlik ve imkânsızlık içinde ayakta kalmaya çalışan genç bir kız. Rafine bir görüntü yönetiminin eşlik ettiği son derece yalın, güçlü, numarasız, söyleyeceğini söyleyen, steril olmayan, izlerken ağıl kokusunu, yanmış odun kokusunu, kanın tadını duyumsayacağınız sert bir film çekmiş Debra Granik. 2004 tarihli ilk uzun metrajı ´´Down to the Bone´´de olduğu gibi yine bir kadın kahraman var öykünün merkezinde. Güçlü kadın karakterlerle ilgilendiği belli olan yönetmen, Ree rolünü, 90 doğumlu aktris Jennifer Lawrence´a vermiş. Lawrence, müthiş bir iş çıkarmış doğrusu. ´En İyi Kadın Oyuncu´ dalında Oscar adaylığını sonuna dek hak etmiş bir performans izliyoruz. Lawrence, dirayetli, fedakâr, güçlü ´Ree´yi üstüne tamamen giyinmiş. İmkânsızlığın sözlük anlamının acımasız koşulları sarmalayıp, duru, yalın ve en gerçek biçimde karşımıza çıkması, sarsıyor izleyeni. Bir belgesel çıplaklığında geçerken oluşlar perdeden, başta Lawrence olmak üzere, ´En İyi Yardımcı Erkek´ dalında Oscar adaylığını bileğinin hakkıyla elde eden John Hawkes´un, Ree´nin çaresiz amcası ´Teardrop´ performansı, övgü ötesi… Babanın küçük kızı için yonttuğu at heykelciği, kırsal yaşamın olanca ritüeli arasında can acıtan gerçekler, vaktinden önce büyümenin yürek nasırlaştıran yanı ve mat bir grilik eşliğinde sarsıcı bir hüzün resitali. Uzun süre akılda kalıcı sessiz görüntüler ve olgun bir kabullenişin omuz başında bitiveren ´başka´ bir sevgi öyküsü. Babadan kalma banço´nun hüzünbaz tınısı eşliğinde yaman bir sinema deneyimi ´´Winter´s Bone´´.

KADER AJANLARI
Bilimkurgu edebiyatın önemli isimlerinden Philip K. Dick´in (1928-1982) kısa öyküsünden uyarlanan ve türe romantik açılımlar ekleyen yapımın başrollerini Matt Damon ve Emily Blunt paylaşıyorlar. Günümüz New York´unda geçen ve izleyiciye sürekli yeni sorular sorduran bir kader kovalamacası. ´Kaderimizi biz mi kontrol ediyoruz, yoksa görünmez güçler mi bizi idare ediyor´ sorusuna, ucu gerilime de dayanan ilginç yanıtlar veren filmin yönetmeni; senarist kimliğiyle tanınan George Nolfi. Nolfi´nin ilk yönetmenlik denemesi, biçimi ve genel atmosferiyle, geçtiğimiz yıla damga vuran, Christopher Nolan imzalı ´´Inception / Başlangıç´´ı andırıyor. Bu arada, ´´Blade Runner´´, ´´Total Recall´´, ´´Minority Report´´ gibi ünlü filmlerin, Philip K. Dick´in beyazperdeye daha önce uyarlanan hikâyeleri arasında olduğunu önemle belirtelim.

72. KOĞUŞ
Söylenecek tek şey; ´yazık´ olduğu… Usta yazar Orhan Kemal´in ünlü romanı ´´72. Koğuş´´, yeni uyarlamasıyla beyazperdede. Senaryosunu Ayfer Tunç´un yazdığı ve ´´120´´ filmiyle ile tanınan Murat Saraçoğlu´nun yönettiği filmin yapımcılığını, aynı zamanda filmin başrollerini paylaşan Yusuf Bingöl ve Kerem Alışık üstlenmişler. Tiyatroda birçok kez sahnelenen eser, 1987´de Erdoğan Tokatlı tarafından beyazperdeye de uyarlanmıştı. Yeni uyarlama, sinema büyüsü taşımayan, yedinci sanatın büyüleyici atmosferinden oldukça uzak, teatral, hatta bir lise temsili düzeyinde. Çoğu karikatürü çağrıştıran oyuncu performanslarına, yönetmen sanki hiç müdahale etmemiş gibi. Bazı aktörlerin diksiyon problemi, söylenenin işitilmemesine neden oluyor. Eserin politik eleştirisi, filmde başka bir şekilde vücut bulmuş. Son derece apolitik, öykünün geçtiği dönemi özümsememiş, ´nüveyi´ izleyiciye nakledemeyen bir filme dönüşmüş roman. Hülya Avşar, Songül Öden, Ayça Damgacı, Nursel Köse, Civan Canova ve Volga Sorgu´nun diğer önemli rolleri üstlendiği film iyi niyetli bir proje olsa da, iyi bir sinema filmi olmanın uzağında kalmış. İyi niyet önemli ama film çekmek için hiçbir zaman tek başına yeterli olmuyor; fazlası gerek… Filmin tek iyi yönü, günümüzde hemen hiçbir şey okumayan neslin merak edip, Orhan Kemal ve ünlü eseriyle tanışmasını sağlama ihtimali. İnsan üzülüyor.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar