04 KASIM 2016
Üçü yerli, altı yeni film merhaba diyor bu hafta vizyona! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.
DOKTOR STRANGE
Stan Lee ve Steve Ditko’nun yarattığı Marvel kahramanlarından birinin daha beyazperde uyarlaması karşımızda. Marvel evreninin perdedeki yeni yüzü, geçirdiği trafik kazasından sonra, artık hünerli ellerini kullanamayacağını anlayan ve yeni arayışlara yönelen olan beyin ve sinir cerrahı Dr. Stephen Strange. Alternatif dünyaları, sihir dünyasını, algı ve boyut kavramlarını, tedavi için gittiği Nepal’de keşfeden hırslı doktorun, insanlığın ve gezegenin koruyucularından birine dönüşme hikayesi, mistik güçlerin katkısıyla şenlikli bir serüvene dönüşmüş. ‘Dr. Strange’ rolünü, mağrur, cermen ve vakur görünümlü yetenekli İngiliz aktör Benedith Cumberbatch üstlenmiş! Hırslı, snop ve özgüveni tavan yapmış soğukkanlı karaktere kolaylıkla hayat veren Cumberbatch’e, usta isimler; Tilda Swinton, Chiwetel Ejiofor, Rachel McAdams, Michael Stuhlbarg, Benjamn Bratt ve ‘filmin kötüsü rolünde’ Mads Mikkelsen eşlik ediyorlar. Efsane yaratıcı Stan Lee, otobüste çizgi roman okuyup kıkırdayan yaşlı adam rolünde çıkıyor karşımıza! 1963’te, Roger Corman’ın ünlü filmi ‘The Raven’ın baş karakteri Dr. Erasmus Craven’dan esinlenilerek yaratılan Marvel kahramanı, 1978’de aynı adlı TV filminde, Peter Hooten tarafından canlandırılmıştı. Fantastik macera, 2005 tarihli ilk uzun metrajı ‘The Exorcism of Emily Rose / Şeytan Çarpması’ ile dikkat çeken; yoluna bir yeniden çevirim olan ‘The Day the Earth Stood Still / Dünyanın Durduğu Gün’, ‘Sinister / Lanet’ ve ‘Deliver Us from Evil / Bizi Kötüden Koru’ ile devam eden, gizemli korku-gerilimlerin başarılı ismi Scott Derrickson’a emanet edilmiş. Derrickson, öykünün karanlık ve gizemli yüreğine, başlangıçta iyi bir dokunuş yapsa da, bir süre sonra perdeye yansıyanlar, bilgisayar teknolojili efektlerin başarılı ve daha başarılı kullanımları oluyor sadece. Hemen her benzer tür filminde, özellikle Marvel evreni öykülerinde karşımıza çıkan o müthiş ‘aynılık’, yine başrolde. (2,5 / 5)
O KADIN
Usta sinemacı Paul Verhoeven imzalı ‘Elle’, Cannes’de Altın Palmiye için yarışmıştı. Seksen yaşına merdiven dayayan Hollandalı ustanın, uzun sürenin ardından sessizliğini bozduğu yapım, cesur ve kışkırtıcı bir tür filmini, dramatik unsurlarla bezemiş ilginç bir seyirlik. Büyük bir önem ve iddia arz etmiyor ama kimi incelikleri ve sınırlara dayanmış eksantrik ve karanlık ruh altı röntgenleriyle kayda değer bir film olduğu su götürmez. Fransa-Almanya-Belçika ortak yapımı, Fransa’da çekilmiş. Orta yaşlı, hırslı ve başarılı iş kadını Michèle Leblanc, geçmişin karanlık mirasını geride bırakıp yeni bir hayat yaşamak adına büyük uğraşı vermiş bir kadındır. Film, Michèle’in uğradığı tecavüzle açılır. Aynı çocukluğunda yaşadığı farklı travma gibi bu felaketi de, kendinde geliştirdiği soğuk ve acımasız karakterin gücüyle savuşturmayı dener. Kurban rolü oynamak ona göre değildir ve avcı olmayı tercih eden Michèle, tecavüzcüsünü bulmak için soğukkanlı bir intikam yolu seçer. 1986 tarihli unutulmaz film ‘Betty Blue’nun da yazarı olan Philippe Dijan’ın aynı adlı romanından uyarlanan gerilimli dramın başrolünü, usta aktris Isabelle Huppert üstlenmiş. Charles Berling, Judith Magre, Laurent Lafitte, Anne Consigny ve Christian Berkel, filmin öne çıkan diğer oyuncuları. Fransa’nın en iyi yabancı film dalında Oscar adayı da olan ‘Elle’, karanlık ve cüretkar bir öykünün sapkın sınırlarını, insanın kötücül yanına ‘yakından’ bakarak ele alıyor. Isabelle Huppert yine döktürüyor ayrıca. (3 / 5)
ALBÜM
İlk gösterimini Cannes’de yarıştığı ‘eleştirmenler haftası’ bölümünde gerçekleştiren ‘Albüm’, Mehmet Can Mertoğlu’nun senaryosunu yazıp yönettiği ilk uzun metrajı. Otuzlu yaşların sonlarındaki Bahtiyaroğlu çifti, biyolojik anlamda çocuk sahibi olamayacaklarını öğrendiklerinde, evlat edinmeye karar vermişlerdir. Bebeğin, biyolojik olarak kendi çocukları olduğunun düşünülmesini isteyen çift, düzmece bir fotoğraf albümü hazırlamaya başlarlar. Cannes’de, ‘Eleştirmenler Haftası’ bölümünde, ‘yılın en yenilikçi yönetmeni’ ödülünü kazanan yapım, Saraybosna Film Festivalinde ‘en iyi film’ seçilmiş; 23. Adana Film Festivali’nde ise, ‘en iyi yönetmen’, ‘en iyi senaryo’ ve ‘en iyi sanat yönetmeni’ ödüllerini kazanmayı başarmıştı. Başlıca rolleri, Murat Kılıç ve Şebnem Bozoklu ile birlikte Rıza Akın ve Zuhal Gencer Erkaya üstlenmişler. Bir öğretmen ve eşi üzerinden, memleketin sosyal, ekonomik, politik ve kültürel halleri. Doğru tespitler, bir parça tekrarla da olsa, gerçek kareler olarak duruyorlar perdede. Biçim, atmosfere uyumlu. Sadece, ‘ben gayet olgun ve kontrollü bir sinema yapıyorum’ duruşu ve pek mütevazi olmayan, kendini fazla ciddiye alma durumuyla, ben zekiyim işte ne yapalım havası, öykünün içerdiği ‘öze’ uymayan, ‘yukardan’ bir bakış eklemiş yapıma. Son dönem yedinci sanatta karşımıza sıklıkla çıkan Latin, Kuzey ve özellikle Romanya sineması minimalist yapımlarına; ‘içerden’, bir kara mizah katkı. Grotesk ve absürd yaklaşımlarla eleştirel durumlar. Kendini fazla önemsemiş ancak! (2,5 / 5)
TROLLER
Dreamworks imzalı animasyon, mutluluğun ulaşılmaz bir şey olmadığını, herkesin içinde gizli olduğunu, sıcak ve insancıl hikayesinde işliyor. ‘Shrek’in yapımcılarının hayat verdiği ‘Trolls’, Thomas Man’in yarattığı Good Luck Trolls serisinden uyarlanmış perdeye. Akıllı, iyi kalpli, sevimli, komik, neşeli, iyimser minik kahramanlarımız, mutsuz, suratsız, umutsuz ve karamsar Bergen’ler tarafından yılda bir kez mutlu olmak için yutulan yaratıklardır. Prenses Poppy ve arkadaşları, kendilerine saldıran Bergen’leri durdurmak ve korkularını yenmek için, kendilerinden kat be kat büyük bu mutsuz devlere kafa tutacaklardır. ‘Mutlu olmak varken bu dünyada geceler geldi dayandı kapımıza’ diyen Bergen’lere, mutluluğun herkesin içinde gizli olduğunu kanıtlama gayretindeki Trollerin serüvenleri gerçekten çok keyifli. Öykü, özenli bir biçimle yansımış perdeye. İyilik, kötülük, cesaret, fedakarlık, mutluluk, mutsuzluk, özveri, dostluk, aşk gibi içi dopdolu hayati kavramlara ayrı ayrı paragraflar açan animasyon, belki sizi en mutlu insan yapmıyor ama mutluluk denen hayati his üzerine durup düşünmenizi sağlıyor. Çoğu aynı zamanda şarkıcı olan oyuncu kadrosundan dublajda mahrum kalacağımız filmde, Anna Kendrick, Justin Timberlake, Zooey Deschanel, Gwen Stefani, Jeffrey Tambor, John Cleese gibi isimleri kaçıracağımızı belirtelim. Türkçeye çevrilmiş ünlü şarkı sözleri arasında neler var neler. Ice Ice Baby, Hello ve Knife bunlardan birkaçı. Orijinal olarak perdeye yansıyan tek şarkı ise; Paul Simon ve Arthur Garfunkel’ın ölümsüz klasiği ‘Sound of Silence’. Sadece küçükler değil, mutluluk üzerine kafa yoran sinemaseverlere de kesinlikle önerilir! (3,5 / 5)
İki yerli yapım, Ömer Uğur imzası taşıyan komedi ‘Geniş Aile 2: Her Türlü’ ile yine bir devam filmi olan Alper Çağlar’ın yazıp yönettiği ‘Dağ 2’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler. MURAT ERŞAHİN