03 MART 2023
Çok şiddetli depremler, büyük bir felaket yaşadık!
Ülke olarak tarifsiz bir acı içindeyiz!
06 Şubat 2023 saat 04:17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7.7 ve saat 13.24’te Elbistan ilçesinde 7.6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi ve yüreklerimiz yandı. Bütün yurtta ve dış temsilciliklerde yedi gün süreyle millî yas ilan edildi.
Depremden, Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Kilis ve Malatya illerimiz etkilendi. Resmi rakamlara göre bu satırların yazıldığı an, kırk iki bini aşkın vatandaşımız hayatını kaybetmişti ve yüz yirmi bini aşkın yaralımız vardı. Dört yüz kırk sekiz bin vatandaşımız bölgeden tahliye edildi. 20 Şubat gecesi ise Hatay’da 6.4 ve 5.8 büyüklüğünde iki bağımsız deprem daha meydana geldi. Altı can daha hayatını kaybederken üç yüze yakın kişi de yaralandı. Hayatını kaybeden canlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Tek düşüncemiz yaraların bir an evvel sarılması! Gün, yardım, destek ve dayanışma günü! Nerede olursak olalım, depremzedeler için yapabilecek mutlaka bir şeyimiz olmalı! Yüreğimiz yanıyor! Kelimeler kifayetsiz! Hal böyleyken hemen hiçbir şeyin, bizim işimiz özelinde filmlerin ve vizyonda ne olup olmadığının bir önemi kalmıyor! İnsan deprem bölgesinden uzakta, yatağında yatmaya, bir bardak çay içmeye, neredeyse nefes alıp vermeye utanıyor!
Öte yandan film şirketleri çalışmalarına devam ediyorlar. Sinemalar açık. Her hafta yeni filmler vizyona girmeye devam ediyor. İki hafta süreyle ara verdiğimiz vizyon/film tanıtımlarına, işimiz mecburiyeti gereği geçtiğimiz haftadan itibaren yeniden başladık.
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
São Paulo, Sociedade Anônima
(Yönetmen: Luiz Sérgio Person / 1965)
Eles Não Usam Black-Tie
(Yönetmen: Leon Hirszman / 1981)
Tiempo de revancha
(Yönetmen: Adolfo Aristarain / 1981)
El exilio de Gardel: Tangos / Tangolar
(Yönetmen: Fernando E. Solanas / 1985)
Hombre mirando al sudeste
(Yönetmen: Eliseo Sebiela / 1986)
Vizyonda bu hafta (3 Mart 2023)
Tamamı yabancı yapım olmak üzere toplam yedi yeni filme ev sahipliği yapıyor Mart ayının ilk vizyon haftası!
‘Creed III: Efsane Devam Ediyor’, ‘Hayata Röveşata Çeken Adam’ ve ‘Tom Medina’, haftanın notlarımız arasında yer alan üç yeni filmi!
CREED III: EFSANE DEVAM EDİYOR
-Ringde dövüş sürüyor ama efsane bitmiş!-
1976’da perdeye yansıyıp, efsane bir seri haline gelen ‘Rocky’ye ve o eski güzel günlere yazılmış bir aşk mektubuydu adeta 2015 tarihli ‘Creed: Efsanenin Doğuşu’. Ryan Coogler’ın Stallone himayesinde kendi yazdığı öyküyü yönettiği filmde, Rocky Balboa’nın çetin rakibi ağır sıklet boks şampiyonu Apollo Creed’in oğlu Adonis, ununu eleyip eleğini asmış eski şampiyon Rocky’nin kapısını çalıp; sıkı bir boksör, bir şampiyon olmak istediğini söylüyordu, baba yadigârı ‘İtalyan Aygırı’na. Philadelphia’nın arka mahallerinde, kentin yoksul, sahici sokaklarında, ter, kan ve gözyaşı kokan boks salonlarında yeni bir şampiyon boksör yetişecekti! Can acıtan gerçek bir olaydan esinlenen ‘Fruitvale Station / Son Durak’ ile dikkat çeken 1986 doğumlu ‘yaman’ yönetmen Ryan Coogler, ikinci uzun metrajında, ringlerin efsane ismi Rocky’ye itinalı bir saygı duruşunda bulunurken, öte yandan da, orijinal filmin köklerine inerek, yeni bir efsanenin doğuşunu müjdelemişti. İlk filminin başrol oyuncusu Michael B. Jordan, Apollo Creed’in oğlu ‘Adonis’i canlandırırken, Sylvester Stallone; kendisine belki de bugünkü ününü kazandıran ‘ilk’ karakteri, ‘Rocky’yi -yedinci kez- yine ve yeniden taşıyordu perdeye. İlk sahnesinden, finale dek, özenli sineması ve naif yapısıyla, ‘özel’ bir film olmayı başarmıştı ‘Creed’. ‘The Wrestler / Şampiyon’la övgü alan Maryse Alberti’nin özenli kamerası ve İsveçli Ludwig Göransson’un, orijinal ‘Rocky’ye yeni nesil bir ruh katan özgün müzik çalışması, artı değeri oluyordu, dram tarafı güçlü boks öyküsünün.
Otantikliğin gücüne saygı duyan ve orijinal dokunuşları; emek ve birikim karşısında önünü ilikleyerek gerçekleştiren ‘sıkı’ film, 2018’de ikinci bölümüyle yeniden karşımızdaydı. İlk bölümde doğa yeni efsane, ikinci filmde yükseliş dönemindeydi. ‘Creed II: Efsane Yükseliyor’u, yine projenin ‘babası’ Stallone’nin liderliği ve gözetiminde, sıkı bir ekip kotarmıştı. Yönetmen koltuğunda oturan yeni isimse; Steven Caple Jr’di. Rocky Balboa’nın eğitmenliğinde çıkış yapan genç boksör Adonis Creed, istediği unvanı elde ettikten sonra; sevgilisi Bianca ile evleniyor ve eşinin bir çocuk beklediğini öğreniyordu. Bu arada; unvanını korumak için karşılaşacağı bir sonraki rakip, geçmişin acı dolu sayfalarından çıkagelmişti! Creed’in babası, Rocky’nin en büyük rakibi ve yakın dostu Apollo’yu ringde öldüren Ivan Drago’nun, çocukluğundan beri intikam ateşiyle yetiştirdiği oğlu Victor; Creed’in karşısına dikilmişti! Rocky ve Creed, tehlikeli rakip karşısında yeniden kenetlenip, ortak geçmişleriyle yüzleşirlerken, uğruna savaşmaya değecek şeyleri sorguluyorlardı. İkinci film, ‘Rocky’ efsanesini yeniden tazeliyordu! Bir baba-oğul öyküsü yatıyordu temelinde hikâyenin. Yoksunluk, yeni öykünün en ‘özel’ durumuydu öte yandan! Ivan Drago ve oğlu Victor özelinde son derece duygusal bir noktaya sürüklüyordu film izleyicisini. Tempolu, heyecanlı ve duygusal yapım, ajitasyondan kaçınıyor fakat hamasi Amerikan milliyetçiliğine saygılarını sunduğunu belirtiyordu bir yandan da! Filmde; günümüz Rusya’sı, ABD açısından soğuk savaş dönemi SSCB’sinden farksız betimleniyor, mesnetsiz yargılarda bulunuluyordu. Bunların ötesinde iyi yazılmış, gayet iyi çekilmiş ve çok iyi oynanmış bir filmdi ‘Creed II: Efsane Yükseliyor’. Özellikle Rus cephesinde yer alan Ivan Drago ve oğlu Victor’u canlandıran emektar aktör Dolph Lundgren ile gerçek bir dövüşçü olan Romanya asıllı Florian Munteanu, zihinde kalıcı, müthiş performanslar sergiliyorlardı. Creed’in eşi ‘Bianca’ rolünde Tessa Thompson da, filmin öne çıkan isimlerindendi kuşkusuz. 1985 tarihli ‘Rocky 4’ten yadigar ‘Ludmilla Drago’, yani Brigitte Nielsen, filmin kadro sürpriziydi!
Yeni nesil serinin üçüncü filmi ‘Creed III / Creed III: Efsane Devam Ediyor’un yönetmen koltuğunda, ana hikâyenin yaratıcılarından Sylvester Stallone’nın tahtına göz dikmiş filmin başrol oyuncusu Michael B. Jordan oturuyor bu kez! Ryan Coogler liderliğindeki orijinal öyküyü, Keenan Coogler ve Zach Baylin senaryoya dökmüşler. Adonis Creed ünvanlı bir şampiyondur ve artık hemen her anını ailesine adadığı erken emeklilik günlerinin keyfini sürmektedir. Eşi ve küçük kızıyla mutlu mesut yaşayan Adonis, geçmişin karanlık günlerinden gelen çocukluk arkadaşı Damian Anderson’la birlikte hiç hesapta olmayan gerçeklerle yüzleşecektir. Uzun yıllarını hapiste geçirmiş sıkı boksör Damian, sözde çalınmış yıllarını ve şampiyonluk unvanını geri istemektedir!
Michael B. Jordan’a üçüncü filmde eşlik eden isimler, Tessa Thomopson, Jonathan Mayors, Wood Harris, Phylicia Rashad, Florian Munteanu ve küçük aktris Mila Davis-Kent. Eski efsane Rocky Balboa üçüncü filmde ortada yok! Sylvester Stallone sadece yapımcılar arasında yer alıyor. Eski Rocky filmlerinden güne kalan tek tanıdık karakter ise, Phylicia Rashad’ın canlandırdığı, Adonis’in cefakâr annesi ve Apollo Creed’in sadık eşi Mary-Anne Creed! Enfes Survivor ezgisi ‘Eye of the Tiger’ın yerini de yeni nesil hip-hop’lar almış. Yeni nesil izleyici için kotarılmış film, boks koreografileri ve ringdeki kamera kullanımı açısından gayet iyi. Öykü ve diğer her şey, zengin mirasın kıyısından köşesinden yese de, proje rahatlıkla izletiyor kendini. Türkçe isimse bir miktar abartı! Her şey yolunda, Adonis Creed elle tutulur bir kahraman adayı ama ‘efsanelik’ bir durum yok ortada! (3 / 5)
HAYATA RÖVEŞATA ÇEKEN ADAM
-İyi ki iyilik var!-
İsveçli yazar Fredrik Backman’ın ‘En man som heter Ove’ adlı romanından ve Hennes Holm imzası taşıyan aynı adlı 2015 tarihli İsveç filmden uyarlanmış yapımı Marc Foster yönetmiş. ‘Life of Pi / Pi’nin Yaşamı’ ve Finding Neverland / Düşler Ülkesi’ gibi enfes uyarlamalarıyla iki kez Oscar adayı olmuş senarist David Magee imzalı senaryoyu yöneten Marc Foster’ı, ‘Monster’s Ball / Kesişen Yollar’, ‘Finding Neverland / Düşler Ülkesi’, ‘Stay / Gitme’, ‘Stranger Than Fiction / Lütfen Beni Öldürme’, ‘The Kite Runner / Uçurtma Avcısı’, ‘Quantum of Solace’, ‘Machine Gun Preacher / Koruyucu’ ve ‘World War Z / Dünya Savaşı Z’ gibi farklı türlere ait ama duygu durumu müstesna yaman filmlerden tanıyoruz!
İsveç filminin Hollywood versiyonunda başrolü aynı zamanda yapımcılar arasında da yer alan usta aktör Tom Hanks üstlenmiş. Otto, yaşlı, huysuz bir ihtiyardır ve çok sevdiği eşinin ölümünün ardından hayatı dayanılmaz bulmakta ve intihar etmeye hazırlanmaktadır. Bulunduğu mahalleye, tam karşısındaki eve taşınan çocuklu genç bir çift, en başta da ailenin temel direği olan Meksikalı Marisol, Otto’nun içindeki iyiliği tekrar harekete geçirir ve onu hayata bağlar! Dünyayı neredeyse her açıdan tamamen kara bulutların ve kötülüğün sardığı bir zamanda, artık unutulmuş ‘iyilik’ kavramını tekrar anımsatması açısından gayet önemli bu yeniden çevirim! Arkadaşlık, dostluk, dayanışma, fedakârlık, vicdan ve iyilik üzerine bir peri masalı sanki perdede duran öykü. 2015 tarihli orijinal çevrimde Ove karakterine hayat veren İsveçli usta oyuncu Rolf Lassgård’ın müthiş performansını yakalamayı başarmış Tom Hanks! Bu kez kahramanımız Otto! Yaşadığı zamana, geçer akçe değer yargılarına, şımarık beyaz yakalılara, bozuk düzene, tembel, çıkarcı, zalim, ahlaksız, kötü niyetli insanlara kendi dünyasında bir savaş açmış, temiz kalpli, saf ve yardımsever bu ‘en kahraman karakter’, karşılaştığı iyi yürekli, mütevazı, dürüst insanların da desteğiyle, ayakta ve hayatta kalmayı beceriyor bir şekilde! ‘Dünyayı dayanışma kurtarır’ diyen gönül adamı öyküde Tom Hanks’e, başta müthiş performansıyla Meksikalı aktris Mariana Treviño olmak üzere, Rachel Keller, Mack Bayda, Cameron Britton, Juanita Jennings, Peter Lawson Jones, Manuel Garcia-Rulfo, Kelly Lamor Wilson ve genç Otto rolünde Tom Hanks’in oğlu Truman Hanks eşlik ediyorlar.
Thomas Newman’ın sıkı orijinal müziği ve Matthias Koenigswieser’ın kapalı mekânlarda da işleyen gayet verimli kamera katkısı ile en az yönetimi, oyuncuları ve öyküsündeki iyilik kadar iyi bir film orijinal adıyla ‘A Man Called Otto’. (4 / 5)
TOM MEDINA
-Bir deli oğlan!-
Çocuk mahkemesi, bir takım suçlara karışan Tom Medina adlı genç adamı, Fransa’nın güneyindeki mistik Camargue bölgesine, doğayla uyum içinde yaşayan iyi kalpli Ulysse’nin çiftliğine çalışmaya ve rehabilitasyona gönderir. Boğalar ve atlara büyük ilgisi olan tuhaf ‘Tom’, Ulysse’nin samimi rehberliğinde hırsızlığı bırakır ve değişmeyi diler! Bu arada Suzanne ile de tanışır. Karşısına çıkan gündelik hayatın kötü yanları Tom’u kaderiyle savaşmaya itecektir.
Herkesin ‘kendi’ sorunları, iyi ile kötü, yabancılık, acımasız hayat, öteki olmak ve usta sinemacı Tony Gatlif’in bildik öykülemesinde yeni bir ‘diğerleri’ anlatımı. En başta ‘Gadjo Dilo’ olmak üzere, ‘Vengo’, ‘Swing’, ‘Exils’, ‘Korkoro’, ‘Geronimo’ ile perdeye kendine has bir imza atan Gatlif’in olmazsa olmaz müzik kullanımı ve coşkusu sürüyor! David Murgia’nın başrolde olduğu dramın öne çıkan diğer oyuncuları, Slimane Dazi, Karoline Rose Sun ve Suzanne Aubert.
Tony Gatlif, tanıdık dertlerini bu kez bir miktar formsuz yansıtmış perdeye. Yorgun ve dağınık bir durumda izlediklerimiz. Fakat müzik ve sahici hümanizm kurtarıyor durumu. Her şeye rağmen, ‘gibi yapmayan’, hakiki olan, ‘duyarlı’ bir sinemacı Gatlif son tahlilde. (2,5 / 5)
Haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…
Akira Kurosawa’nın sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri olan 1952 tarihlli ‘Ikiru’sundan uyarlanan ‘Living’, 1950'li yıllarda Londra’da tekdüze bir hayata sahip olan Williams’ın, ölümcül bir hastalığı olduğunu öğrenmesi sonrası ömründe ilk kez yaşamayı denemesini konu alıyor. Senaryo uyarlaması usta yazar Kazuo Ishiguro tarafından yapılan dramın yönetmeni Oliver Hermanus. Başrolü, filmdeki performansıyla ‘en iyi erkek oyuncu’ dalında Oscar adayı olan usta aktör Bill Nighy üstleniyor!
Hindistan yapımı aksiyonu yüksek macera filmi ‘Pathaan’, Hintli bir ajanın, ülkesini hedef alan alçakça planları olan bir grup paralı askerin lideriyle olan mücadelesini öykülüyor! Yönetmen Siddharth Anand. Başrolde Shah Rukh Khan’ı izliyoruz.
Rusya-Macaristan ortak yapımı animasyon ‘Shchelkunchik i volshebnaya fleyta / Fındıkkıran ve Sihirli Flüt’, kendisine yapılan büyü sonrası oyuncak asker ile dileği gerçek olan Marie’nin hikâyesi. Yönetmen koltuğunda oturan isim Viktor Glukhushin.
Norveç yapımı animasyon ‘Knutsen & Ludvigsen 2 - Det store dyret / Kaptan Porsuk Kayıp Hazinenin Peşinde’, Gunhild Enger ve Rune Spaans ikilisi tarafından yönetilmiş. Knutsen ve Ludvigsen tünellerde yaşayan iki arkadaştır. Bir gün iki kafadar, tünellerini kaybedebileceklerini ve oradan taşınmaları gerektiğini öğrenirler. Onlara sadece efsanevi korsan Kaptan Porsuk yardımcı edecektir.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
Altı yıl öncesine, 2017 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.
Vizyonda bu hafta (3 Mart 2017)
Hemen her beğeniye seslenen yeni hafta, beraberinde; üçü yerli toplam yedi film getiriyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler!
LOGAN
-X-Men evreninde ailevi durumlar-
Wolverine üçlemesinin ‘şimdilik’ son filmi olarak sunulan ‘Logan’, X-Men evrenine tavizsiz bir aksiyon ve sahici bir duygusallıkla katkıda bulunuyor. Hugh Jackman ve Patrick Stewart’ın X-Men evrenindeki son rolleri öte yandan Logan! Marvel’in ünlü kahramanlarının beyazperdedeki dokuzuncu filmi, heyecan dolu, sürükleyici yapım.
James Mangold imzalı filmde Wolverine / Logan, kızı olduğu söylenen genç bir ‘mutant’ı canı pahasına korumaya çalışıyor. Yakın gelecekte, 2029’da, yaşlanmış, yorgun, düşmüş bir Logan çıkıyor karşımıza. Profesör X ise, doksan yaşında ve hasta. Logan, profesörü Meksika sınırında, paslanmış bir su tankının içinde saklıyor. Kötü adamlar kapıyı çalıp, genç mutantı yok etmek istediklerinde ise devreye Logan giriyor yine.
Aksiyonun dozunu artırıp, grafik şiddeti hatırı sayılır sertliğe getiren film, duygusal anlamda da kökleri sağlam bir baba-kız öyküsü anlatıyor. Hatta Logan ve gencecik aktris Dafne Keen’in canlandırdığı kızı Laura’nın ilişkileri, 1973 tarihli güzelim Bogdanovich filmi ‘Paper Moon / Ay Beyazdır’ seviyesinde neredeyse. Profesör Charles Xavier ile Logan’ın baba-oğul ilişkileri de hakikiye yakın. Öyküde bir takım tartım ve mantık problemleri var diğer yandan. Genç mutantların ve onların peşindeki kötü niyetli mutant düşmanı karanlık güçlerin zemini ve ortaya çıkışları biraz es geçilse de, neredeyse epik sayılabilecek öyküye teyellenen dinamik ve yalansız katkılar yerli yerinde. Hugh Jackman, ‘Wolverine’ efsanesine veda ederken yine çok iyi. Filmin kötücül taraftaki sürprizi ise Dr. Zander Rice rolüyle, evrene dahil olan usta aktör Richard E. Grant. Aksiyon, bilimkurgu, dram, gerilim ve çok sevilen Marvel kahramanına içten bir veda. (3 / 5)
ALT TARAFI DÜNYANIN SONU
-Söylenmemiş bütün o ‘hassas’ şeyler üzerine-
1989 doğumlu olmasına rağmen, gencecik yaşının aksi bir olgunluğa, çok özel bir duyarlılığa, rafine bir bakışa ve yeteneğe sahip yaman sinemacı Xavier Dolan, altıncı yönetmenlik denemesinde, yine şapka çıkarttırıyor doğrusu... Yönetmen, senarist, aktör, kurgucu, kostümcü gibi kimliklerle yedinci sanatta kendine sağlam bir yer edinen Kanadalı genç yaratıcı, Jean-Luc Lagarce’nin aynı adlı sahne oyunundan perdeye uyarladığı dramda, yine son derece incelikli bir film yaratmayı bilmiş. Uzun süredir evinden ayrı yaşayan genç ve başarılı oyun yazarı Louis-Jean Knipper, yıllar sonra evine geri döner. Amacı, ailesine ölümcül bir hastalığa yakalandığını söyleyip, veda etmektir.
Altın Palmiye adayı olduğu Cannes’den, ‘jüri büyük ödülü’ ve ‘Ekümenik jüri’ ödülleriyle dönen ‘Alt Tarafı Dünyanın Sonu’, Fransız Oscar’ları olarak bilinen César’da da en iyi yönetmen, en iyi kurgu ve en iyi erkek oyuncu ödüllerini elde ederek, sinemadan ve insanlıktan ümidimizi kesmememiz gerektiğini yeniden anımsatmış oldu. Söze dökülemeyen kelimeler, suskun bir pişmanlık, dönememek, aşk, özlem, hayal kırıklığı, öfke, kıskançlık, hüzün, bitmeyecek karşılıksız bir sevgi. İnsanı allak bullak eden, göze asla sokulmayan ama hep ihsas edilen hisler, gerçekler, oluşlar. Bir annenin bencil sevgisi, öte yandan yenilmiş, umudunu yitirmiş ağabeyin yakarışı. Kazanımların ve kayıpların çetelesi. Nathalie Bay, Marion Cotillard, Vincent Cassel, Léa Seydoux ve César’da ‘en iyi erkek oyuncu’ ödülünü kazanan Gaspard Ulliel’in karşılıklı döktürdükleri dram, yürekte ve zihinde derin bir yaraya dönüşüyor son jenerikler akarken.
Xavier Dolan, duygu yüklü filmini, herkes için çekmemiş kesinlikle. Bakılan yerde görülmesi çok zor olanla ilgilenmiş. Başarmış da bunu. Guguklu saatle, eski yatağınla, sevgilinle, küçük kız kardeşinle, ne bileyim, dönmüş olmanın tedirgin pişmanlığı ve vakar hesaplaşmasıyla ilgili müthiş detaylar, henüz yirmili yaşlarını süren ancak, belki de yolun sonuna gelip dayanmış olgun bir duyarlılığın ve bilincin bakışından damıtılmış. Böyle bir yönetmen işte Dolan ve umut o ki, daha neler neler yansıtacak perdeye… Fazla söze gerek olmaz bazen. Şapka! (4,5 / 5)
THE FOUNDER
-Amerikan rüyasına ‘fast-food’ bir bakış-
Dünyanın en önemli fast-food markalarından birini yaratan Ray Kroc’un ve Mc Donald’s efsanesinin gerçek öyküsü. Amerikan rüyasının hemen her detayına inanan satıcı ve pazarlamacı Ray Kroc, uzun zamandır kovaladığı büyük balığı yakaladığı zaman, en yukarılara çıkıp, dünya çapında bir fast-food zinciri oluşturmaya karar verir. Büyütüp, pazarladığı ürün; bir başkasının buluşu ve emeği olsa da!
John Lee Hancock’un yönettiği tarihsel biyografi, 1954 yılında Mac ve Dick Mc Donald kardeşlerin küçük bir dükkanda müthiş yeniliklerle kurdukları McDonald’s markasını keşfeden ve sadece ufak bir dükkandan, dünyaya yayılan kocaman bir zincire dönüştüren Ray Kroc’un tatmin olmaz hırsı ve hayatı algılaması üzerine ciddi satırbaşları içeriyor. Kapitalist ahlak ve kurallar bütünü üzerinden, aslında eleştirir gibi gözüktüğü şeyi yücelten bir yapım ‘The Founder’.
Vahşi kapitalist zihniyetin kural tanımaz alçak ahlak anlayışını, ‘Amerikan Rüyası’nın temeline oturtan ve liberal gerçekler başlığı altında parlatan film, bu yönüyle, geçtiğimiz günlerde vizyona giren ‘Gold / Altın’ adlı yapımı anımsatıyor. Her yol mübah anlayışı üzerinden, mesafeliymiş gibi görünen öyküsüyle etik bir zaafı normalleştiriyor tarihsel gerçekleri kurgulayan ‘The Founder’’. En parlak yanı ise kuşkusuz başrolü üstlenen usta aktör Michael Keaton. Keaton’a, Laura Dern, John Carroll Lynch ve Nick Offerman eşlik ediyorlar. Ters uçlu, sistemi okşayan ve tartışmaya açık, ‘farklı’ bir ‘Satıcının Ölümü’ öyküsü. (2,5 / 5)
DEHŞET EVİ
-İspanyol tarzı, eli kanlı bir gulyabani öyküsü-
Son dönemde, tutan ve aranan bir ‘marka’ haline gelmiş İspanyol korku-gerilim sinemasının yeni ürünü olan yapım, elini korkak alıştırmayan bir tür örneği. Rafa Martinez’in ilk yönetmenlik deneyimi, sevdiği erkekle baş başa romantik bir gece geçirmek için metruk haldeki bir apartmandaki boş daireyi ayarlayan genç emlakçı Alicia, korkunç bir kabus yaşayacağından habersizdir.
Ingrid García Jonsson’un başrolde izleyeceğimiz korku örneği, slasher ve gore alt türleri arasında gidip geliyor. Sert sahnelere sahip film, gerçekten ürpertici anlara sahip. Olayın geçtiği metruk, eski apartman; bir organizma gibi. Flmin ‘özellikli’ infazcısı da inandırıcı. Fazla tanıdık ve tekrar anlar içerse de, tek mekan gerilimindeki başarı ve sahici atmosfer, özellikle türün hayranları için keyifli dakikalar vaat etmekte. (3 / 5)
Ferzan Özpetek’in aynı adlı kendi kitabından perdeye uyarladığı ve Halit Ergenç, Tuba Büyüküstün, Nejat İşler ve Mehmet Günsur gibi oyuncuların başlıca rolleri üstlendikleri ‘İstanbul Kırmızısı’, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaşam öyküsünden esinlenerek çekilen, yönetmenliğini Hüdaverdi Yavuz’un üstlendiği ‘Reis’ ve Gülten Taranç’ın yönettiği ‘Yağmurlarda Yıkansam’ adlı dram, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Herkese tekrar iyi seyirler.
MURAT ERŞAHİN