03 HAZİRAN 2022
Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz çok yakında bu beladan kurtulacağız tamamen!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ni sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Mon oncle d'Amérique / Amerikalı Amcam
(Yönetmen: Alain Resnais / 1980)
Vivement dimanche! / Neşeli Pazar
(Yönetmen: François Truffaut / 1983)
Pauline à la plage / Pauline Plajda
(Yönetmen: Eric Rohmer / 1983)
Dans la ville blanche / Beyaz Kentte
(Yönetmen: Alain Tanner / 1983)
Orphée / Orfe
(Yönetmen: Jean Cocteau / 1950)
Vizyonda bu hafta (3 Haziran 2022)
Haziran ayının ilk vizyon haftası, dördü yerli yapım olmak üzere toplam yedi yeni filme ev sahipliği yapıyor!
Yaman İngiliz sinemacı Alex Garland’ın yeni filmi ‘Men / Adamlar’ ve İran’dan çıkagelen bir ilk film olan ‘Jaddeh Khaki / Hit the Road – Yola Devam’ notlarımız arasında!
ADAMLAR
-Cennetten kovulunca…-
Yaman İngiliz Alex Garland, 2014 yapımı ilk uzun metraj kurmacası ‘Ex Machina’ ve 2018’de çektiği ‘Annihilation / Yok Oluş’un ardından üçüncü uzun metrajıyla karşımızda! Kült olarak gösterilen iki ‘sıkı’ filmin ardından, bu kez cennetten kovulma mitini, ‘Britanya’nın yerel öyküleriyle birleştirip, yine fantastik ve korku ögelerine ağırlık vererek sert bir dram yaratmış Garland!
Eski eşinin ölümünün ardından yaşadığı travmadan kurtulabilmek adına, İngiltere taşrasında, kırsalda eski bir ev kiralayan Harper’ın başından geçen kâbus yüklü olayları izliyoruz. ‘Beast / Canavar’, ‘I’m Thinking of Ending Things / Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’ ve ‘The Lost Daughter / Karanlık Kız’ gibi kalburüstü dramlarda izleyip beğendiğimiz İrlandalı aktris Jessie Buckley’i başrolde izleyeceğimiz yapımda, Buckley’e, bir diğer usta isim, İngiliz aktör Rory Kinnear eşlik ediyor! Hem de ne eşlik. Tam tamına beş farklı ‘erkek’ karakteri canlandıran Kinnear, filmin akılda kalıcı unsuru oluyor adeta! Paapa Essiedu ve Gayle Rankin, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer iki ismi.
Cennetten kovulma, yasak meyve, ego, kibir, şiddet, erkeklerin iflah olmaz acizliği, vicdan, sevgisizlik… Harper, kendisinden sevgi göremediği için intihar eden eski eşi James’in ardından, yaşadığı travmayı savuşturmak adına, kırsala gittiğinde, kiraladığı tarihi evin sahibi Geoffrey tarafından karşılanır. Bahçedeki elma ağacının dalından koparıp yediği elma için ‘izin aldınız mı?’ diye sorar ev sahibi ve hemen ardından ‘şaka’ yaptığını söyler! Bir kere yasak meyve kadın tarafından koparılıp yenmiştir ve bu suça ortak edilmiş erkek denen günahkâr yaratık, tamamen aciz biçimde hayatını sürdürmekte, cennete geri alınmak için ümitle beklemektedir. Sevgi ile beslenen o güruh, yediden yetmişe aynı karakter özelliklerini gösteren ve her seferinde farklı formla da olsa aynı ruhla dünyaya gelen zavallı bir yaratıktır! Alex Garland, aslında her yoruma açık bıraktığı öyküsünde ‘kadın’a sevgisizliği yüklemeyi de ihmal etmez! Şiddet gören ve önemsenmeyen duygularıyla sadece sevgi beklenen ‘kadın’ bir süre sonra anaçlığını ve vicdanını da yitirecektir belki de!
Son tahlilde ‘erkek’ dünyasına sert ve sorgu dolu bir bakış atan Alex Garland, başta dini ve sosyal metaforlar ve mitler aracılığıyla kadın-erkek arasındaki ‘problem’i, ilişkiyi, tükenen hisleri ve geride kalanları, yine müthiş bir plastikle ve kurduğu etkili atmosferle yansıtmış perdeye. Özellikle tünel sahnesinin çok iyi çekildiğini önemle belirtmek gerek! Yine de artılarına rağmen şahsen Garland filmografisinin ilk iki filminin altında kaldığını belirtmem lazım karanlık yapımın! Fazla kibirli, üstenci bakışı ve tartışmaya açık yapısıyla bir dolu muamma ve ‘acaba’ içeriyor. (3 / 5)
YOLA DEVAM
-Veda Yolculuğu-
Usta İranlı sinemacı Jafar Panahi’nin oğlu olan Panah Panahi’nin yazıp yönettiği ‘Hit the Road / Yola Devam’, Cannes’de ilk filmlere verilen Altın Kamera için yarışmış bir ‘yol filmi’! Mar del Plata film Festivali’nde ‘en iyi film seçilen’ dram, toplamda on adaylığa ve sekiz ödüle sahip!
Ayağı kırık baba, çok konuşan yaramaz küçük oğlan ve ailenin hasta köpeği arka koltukta. Anne önde ve şoför mahallinde ailenin sessiz büyük oğlu bir yolculuk yapmaktalar. Yol filmi fonunda, sosyal ve politik meseleler ve yolculuğun elem yüklü amacı… Büyük erkek çocuklarını ülkeden dışarıya kaçırmak için evlerini satıp kaçakçılarla anlaşan ve sınırda çocuklarına veda eden ailenin hüzün yüklü halleri! Yol boyunca hiç susmayan küçük çocuk, ailenin hasta köpeği, sinir yüklü, duygusal çatışmalar ve varoluş dertleriyle harmanlanmış sosyal ve politik bir yol filmi orijinal adıyla ‘Jaddeh Khaki’! İki usta İranlı oyuncu; Pantea Panahiha ve Hasan Majuni’ye, ilk performanslarıyla Rayan Sarlak ve Amin Simiar eşlik ediyorlar.
Bol bol farsça şarkı eşliğinde süren hüzünlü ve kaotik yolculuk sırasında kara komediden yoğun bir drama uzanan haller. Kurulamayan dramatik yapı, ‘tamam da; neden ve ne oluyor’ sorularını yığıyor zihne! Sınırda ellerini kollarını sallayarak yakınlarını yolcu eden ve bu esnada kamp yapan aileler, ortalıkta hiçbir resmi görevli olmamasına rağmen gizli planlanan kaçışın mobil telefon sim kartlarını yırtıp atmaya giden durumlar ve bunlara benzer manasız birçok oluş! İnandırıcı olamayan, geveze ve tekdüze bir anlamsızlıkla süren yavan yolculuk… Hiçbir duygunun perdeden koltuğa geçemediği sözde duygu sağanağı senaryo! Olmamış bir ilk film. (2 / 5)
Haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…
Xavier Giacometti ve Toby Genkel’in yönettikleri Belçika-Fransa-Almanya ortak yapımı animasyon ‘Yakari, le film / Yakari’, özellikle küçük yaştaki izleyiciye sesleniyor. Siu kabilesinden olan küçük Yakari, bir türlü uysallaştırılamayan asi at Şimşek’in peşinden giderken Büyük Kartal’la karşılaşır. Kartal’ın ona verdiği tüy sayesinde artık hayvanlarla konuşup onları anlamaya başlamıştır. Yakari, tüm inatçılığına rağmen Şimşek’i ikna edip onunla dost olmayı başarır ve yeni dostuyla birlikte kabilesini bulmak üzere bir yolculuğa çıkar.
İman Tahsin’in yazıp yönettiği gerilimli macera ‘Karanlık Madde’, Aladağlar’da bir grup maceracının çıktığı yolculuk ile evrende hâlâ gizemini koruyan unsurlardan biri olan karanlık maddenin kesiştiği gerilim dolu bir hikâyeyi izliyoruz. Ahmet Yıldırım, Nihan Aşıcı ve Orkun Olgar, başlıca rolleri üstleniyorlar.
‘Şimdi Yandık’, Onur Aldoğan’ın yazıp yönettiği bir komedi. Aynı evde birlikte yaşayan Mert, Cemil ve Faruk adlarındaki üç yakın arkadaşın başından geçen mizah yüklü gelişmeler. Ersin Korkut’a, Murat Akkoyunlu, İrfan Kangı ve Tarık Pabuçcuoğlu eşlik ediyorlar.
Haftanın iki yerli korku örneğinden biri Burak Çelik’in yönettiği ve başlıca rollerini Gizem Tan, Zülfü Hamit Altın ve Volkan Başaran’ın üstlendikleri ‘Semur 3: Kıyamet-i Cin’. Film, eşini kaybettikten sonra yaşadığı psikolojik krizden kurtulmak için köyüne dönen Murat ile ona destek olmak adına, sürpriz yaparak peşinden köye gelen arkadaşlarının başından geçenleri konu alıyor.
Diğer korku örneği ise ‘Arınma Gecesi-Tarot’ adını taşıyor. Senaryosunu ve yönetmenliğini Metin Kuru’nun üstlendiği ürkütücü yapımda oyuncu kadrosunu Tuğba Duygu, Ayça İşözen, Demet Erdem, Cihangir Şeşen ve Kıvanç Hatırnaz oluşturuyorlar.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On bir ve altı yıl önceye, 2011 ve 2016 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.
Vizyonda bu hafta (3 Haziran 2011)
Haftanın merakla beklenen yapımları notlarımız arasında. Ünlü çizgi roman uyarlamasının beşinci filmi ‘X-Men: Birinci Sınıf’ ve neredeyse her izleyeni tarifsiz kahkahalara boğmuş ‘Hangover’ın ikinci bölümü olan ‘Hangover II’ haftanın en iyileri. Las Vegas’taki çılgın bekârlığa veda partisi, Bangkok’a taşınmış… İspanyol korku-gerilim örneği ‘Dehşet Evi’, istismara kaçan bir şiddet gösterisi. Korku-gerilimin üstatlarından John Carpenter’ın on yıl aradan sonra çektiği ‘Koğuş’ ise, yönetmenin hayranları için geliyor… Evet, herkese iyi seyirler!
FELEKTEN BİR GECE DAHA
‘Road Trip’, ‘Old School’, ‘Starsky & Hutch / Afili Aynasızlar’, ‘School for Scoundrels / Acemi Öğrenci Avcı Öğretmen’, ‘Git Başımdan / Due Date’ gibi nitelikli komedilerle güldürmeyi başaran Todd Phillips, 2009’da yönettiği ‘The Hangover / Felekten Bir gece’ ile büyük gürültü koparmış, hatırı sayılır bir hayran kitlesi edinmişti. Dünya çapında müthiş bir hasılat elde eden film henüz gösterimdeyken, devam filmi için hazırlıklara başlandığı duyurulmuştu. Oldukça zeki ve absürd komedi, dört arkadaşın Las Vegas’a yaptıkları bekarlığa veda yolculuğunu unutulmaz bir maceraya dönüştürüyordu. Bradley Cooper, Ed Helms ve özellikle Yunan asıllı ‘stand-up’çı Zach Galifianakis’den oluşan kadro, eski okulunuzdan, mahallenizden, yazlıktan sıkı birer dostunuz oldu adeta. Dönüp, ilk film üzerine yazdıklarıma baktığımda, şu satırlarla karşılaştım: ‘Zach Galifianakis’i keşfetmek ve erkek dünyasının kontrolsüz dağınıklığında kaybolup, kendinizi ‘iyi’ hissetmek için izlemeniz gereken yapım, hedefine ‘basitleşmeden’ ve suni gülümsemelere yol açmadan, ‘içi dolu kahkahalarla’ ulaşıyor’… Ve sıra geldi merakla beklenen ‘ikinci filme’. Bu hafta perdeyi şenlendiren ‘Felekten Bir Gece Daha’, aynı ilki gibi ‘filmin koptuğu’ yerden finale dek kahkaha vaat ediyor… Dört kafadar yine bir düğün arifesinde, baş ağrıları ve ‘daha bir dolu gariplikle’, neler yaşadıklarını hatırlayamadıkları bir gecenin sabahında açarlar gözlerini… Bu kez, Las Vegas’ta değil, daha egzotik mekânlardayız. Güneydoğu Asya’nın incileri Tayland ve Bangkok’ta… İlk filmde yer alan bebek ve kaplan yerlerini, sevimli ve muzip bir maymuna bırakmış… Eski dostlar Mr. Chow ve Mike Tyson yine kadrodalar. Bu kez formül, Bangkok coğrafyasına uyum sağlamak için cinsellik. Cinsel ağırlıklı absürd espriler, ilk filmin tonundan biraz daha ‘basit’ bir öykü sunsa da, temel hikâyenin ruhu değişmemiş. Kadro bildiğiniz gibi; Galifianakis ve Ed Helms müthişler. Bir devam filmi izlediğinizi unutmadan, hoşça vakit geçirip, güleceğiniz keyifli mizah sürüyor. ‘Kopmaya’ hazırlanın! ( 3 / 5)
X-MEN: BİRİNCİ SINIF
İlk olarak yeni milenyum’da, 2000 yılında beyazperdeye uyarlanan DC Comics’in sevilen karakterlerinin öyküsü, sinemada yeni bir efsaneyi, ‘X-Men’i müjdeliyordu… Bryan Singer’ın yönettiği ilk filmi, 2003’de yine Singer imzalı “X2” izledi. ‘X-Men: Son Direniş’ 2006’da perdeye yansıyor, yönetmenlik koltuğunu Brett Ratner devralıyordu. Yönetmenliğini, ‘Tsotsi’ ve ‘Rendition’ filmlerinden tanıdığımız Güney Afrika’lı Gavin Hood’un üstlendiği ‘kısmı prequel’ (bir seri halini almış filmlerin başlangıç öyküsü) olarak adlandırabileceğimiz serinin dördüncü halkası ‘X-Men Başlangıç: Wolverine’ 2009’da çıkageldi. Şimdiyse karşımızda, serinin gerçek ‘prequel’ macerası duruyor… ‘Mutant’ların ortaya çıkışı… Profesör Charles Xavier ile ezeli dostu ve düşmanı Magneto’nun, bilinen kimliklerini oluşturma serüvenleri… Çocukluktan, zorlu ‘kendini keşif’ yıllarından, Mutant akademisinin kurulduğu ilk günlere, yani iki eski dost Xavier ve Magneto’nun yollarının kesişip, tamamen ayrıldığı ana dek süren oluşlar… İnsanlığın yanında ve karşısında yer almak. Bizi biz yapan seçimlerimiz. Profesör Xavier’in gençliğini James McAvoy canlandırırken, Magneto’ya ‘filmde karizması daha güçlü hissedilen’ Michael Fassbender hayat veriyor. İki ünlü aktöre, ‘şeytani Sebastian Show’ rolünde Kevin Bacon eşlik etmiş. Tempolu, orijinal öykünün çıkış noktasını gözler önüne seren, stilize, şık, zeki, atmosferi ve matematiği gayet düzgün bir film olmuş yeni ‘X-Men’. Filmin yönetmeni ise 2004 tarihli ‘Layer Cake’ ile adını duyuran İngiliz Matthew Vaughn. Sürükleyici ve son derece eğlenceli. (3,5 / 5)
KOĞUŞ
Korku-Gerilim sinemasının usta ismi John Carpenter, ‘Ghosts of Mars / Mars’ın Hayaletleri”’filminden tan on yıl sonra yeniden yönetmen koltuğunda. Psikolojik gerilimin, hayalet jargonlu korku filmleriyle karışımının ürünü ‘The Ward / Koğuş’, izleyiciyi koltukta saliselik sıçratmalardan öte bir işlev görmüyor. James Mangold filmi ‘Identity / Kimlik’ ve Scorsese imzalı ‘Shutter Island / Zindan Adası’na öykünen filmin en büyük kozu, daha önce ‘All The Boys Love Mandy Lane / Vahşet Partisi’nde izlediğimiz genç, güzel ve çekici başrol oyuncusu Amber Heard. Bundan böyle adını daha sık duyacağımızdan eminim. Türe, ‘Halloween’ gibi bir film armağan etmiş ustanın yaratıcı zekâsından ve özellikle 80’li yıllarda inşa etmeyi başardığı netameli atmosferden nasibini alamayan yapım, fikrimce genç yönetmen Togan Gökbakar imzalı 2006 tarihli yerli filmi ‘Gen’in gerisinde kalmış. Tema müziği konusunda perdede kalıcı işler bırakmış Carpenter’ın ‘yorgunluğu’, filmin orijinalliğin uzağında duran ‘copycat’ müzik tarzından da anlaşılıyor. (1,5 / 5)
DEHŞET EVİ
İspanyol yapımı bir istismar sineması örneği. Sınırsız vahşet filmi, para getiren ‘perdedeki açık şiddetin’ yeni bir örneği. Hiçbir orijinalliği, yeniliği, zekâsı, pırıltısı olmayan senaryo, sadece ‘daha fazla nasıl rahatsız ederim’ düşüncesiyle kaleme alınmış. Yeni taşındıkları evde, üç maskeli adamın saldırısına uğrayan bir ailenin geçirdiği dehşet yüklü saatler. Gaspar Noe’nin ‘Dönüş Yok’ adlı filmine gönderme yapan en rahatsız kopya-sahneden tutun, ‘Otomatik Portakal’ın yıllar önce yaptığını ‘asla anlamadan’, onun açtığı tedirgin edici yoldan, vahşetin en uç sınırına yürüme çabaları… Rahatsız edici sapık bir çılgınlığın, istismara uzanan ruh tahribatı. Bir de faşist bakış. Üst gelir grubu bir ailenin evine zorla giren ‘hırsız ve haydut’ göçmenler. Gözünü para ve şiddet boyamış üç Arnavut adam. Yabancı düşmanlığının perdeye yansımış hali. Bu kadarı da olmaz dedirtmek için ‘ayarlanmış’ final. ‘Ayıptır’ dedirten bu yazı… (0,5 / 5)
Vizyonda bu hafta (3 Haziran 2016)
Üçü yerli, dokuz yeni filme ev sahipliği yapıyor yeni hafta. Hayatın omuz başında sürüyor filmler de… İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
WARCRAFT
Milyonların ‘hastası’ olduğu fenomen bir oyundan perdeye uyarlanan, aksiyonu bol fantastik serüven, yeni bir ‘Yüzüklerin Efendisi’ evreni yaratıyor. Barışçıl ve huzurlu Azeroth krallığı, yok olan ülkelerinden, başka bir evrenden büyü yoluyla gelen Ork savaşçılarının tehdidi altındadır. İki ayrı taraftan iki ayrı kahraman, mitolojiye göz kırpan ve kendi içinde yeni bir mit yaratan öyküde, ırklarına barışı getirmek ve kötücül olanı yok etmek için mücadele vereceklerdir. Güç ve fedakarlık öyküsü, heyecan dolu ve son derece tempolu olduğu kadar da duygusal ve romantik tatlar içeriyor. Üç boyutlu fantastik serüven, yeni bir serinin de müjdecisi öte yandan. Yönetmen koltuğunda, senaryoda da ismi olan Duncan Jones oturuyor. ‘Moon / Ay’ ve ‘Source Code / Yaşam Şifresi’ filmlerinden tanıdığımız İngiliz sinemacı, dijital efektlerin ağırlıkta olduğu filminde, öyküyü ve atmosferi es geçmemiş. Popüler TV serisi ‘Vikings / Vikingler’in karizmatik savaşçısı Ragnar rolünde sükse yapan Avustralyalı Travis Fimmel’e, Ben Foster, Dominic Cooper, Toby Kebbell, Ben Schnetzer, Paula Patton ve Clancy Brown gibi isimlerin eşlik ettiği aksiyon epiğinin sürprizleri arasında Glenn Close da yer alıyor. Kanada’da, dört aylık sürede çekilen hareketli serüvende Ork dili özel olarak tasarlanmış. IMAX teknolojisinin de katkısıyla, dijital dünyanın sevilen oyunu sadece serüvenin müdavimleri ve türün tutkunları için değil, yediden yetmişe bütün izleyici için keyifli anlar vaat ediyor. (3,5 / 5)
EVRİM
2004 tarihli eksantrik ve karanlık filmi ‘Innocence / Masumiyet’ ile tanıdığımız Lucile Hadzihalilovic’in yeni filmi, 35. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin ‘mayınlı bölge’ bölümünde buluşmuştu izleyiciyle ilkin. Yine karanlık, gizemli bir dramla karşımızda yaman yönetmen. Yalnızca kadınların ve erkek çocukların yaşadığı tuhaf bir adanın sakinlerinden olan küçük Nicolas, adadaki hastanede çocuklara uygulanan tedaviye dahildir. Etrafında oluveren tuhaf oluşları sorgulamaya başlayan çocuk, hastanenin genç hemşiresi Stella ile yakınlaşır. Roxane Duran, Julie-Marie Parmentier ve perdedeki ilk rolünü üstlenen gencecik aktör Max Brebant’ın başlıca rolleri üstlendiği ilginç yapım, özellikle kurduğu kendine has atmosferle dikkat çekiyor. Fransa, Belçika, İspanya ortak yapımı kişilikli anlatı, güçlü sanat yönetimi ve akıllı öyküsüyle dikkat çekici. Distopik bir kimliğe sahip, karanlık masal, başka bir ‘yerin’ sistematiği üzerinden, yaşadığımız düzenin genel haritasına bakıyor. Dikkat çeken görselliğiyle emek harcanmış, zeki film, her izleyici için olmasa da, yedinci sanatın sınırlarını gözlemleyen meraklılar için kaçırılmaz! (4 / 5)
SEN BENİMSİN
Usta Fransız sinemacı Jacques Deray’ın (1929-2003), kara filme göz kırpan 1969 tarihli romantik dramı ‘La Piscine / Sen Benimsin’, aynı Türkçe vizyon ismine sahip yeni uyarlamasıyla karşımızda. Orijinal öykünün yazarı Alan Page’in imzası bulunan yeni uyarlama, 2009 tarihli etkileyici dram ‘I Am Love / Benim Adım Aşk’ ile bağrımıza bastığımız İtalyan yönetmen Luca Guadagnino imzalı. İki efsane oyuncu; Romy Schneider ve Alain Delon’a, Maurice Ronet ve dönemin özel ismi Jane Birkin’in eşlik ettikleri klasik yapım, ‘A Bigger Splash’ adıyla Tilda Swinton, Matthias Schoenaerts, Ralph Fiennes ve Dakota Johnson dörtlüsüne emanet edilmiş. Ülkemizde ilk kez 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde izlenmişti karanlık renge de sahip rengarenk dram. Sicilya’dayız. Güneşli adada, huzur dolu, romantik ve güneşli günler geçiren çift, Rock yıldızı kadının eski sevgilisi ve onun genç kızının eve gelişleriyle birlikte, huzursuz olurlar. Dörtlü arasında gün geçtikçe tırmanan gerilim, kıskançlık, cinsellik, hesaplaşma ve eski duyguların tavan yaptığı bambaşka bir boyuta ulaşır. Flört, müzik, yemek, havuz, dans, sırlar ve öfke, burjuvazi eleştirisinin uzmanı bir yönetmenin elinde seyre değer bir filme dönüşüyor. Güçlü performanslar, iddialı biçim ve yenilikçi çaba; maalesef Deray’ın klasiğinin gölgesinden kurtulamıyor. Hoş; Schneider-Delon çiftinin karizması, 1969 tarihli filmin çekildiği dönemin kendine has atmosferi ve öykünün içsel dinamikleri; yeni çevirimi; boşlukta süzülen, gösterişli bir anlatıya dönüştürüyor birden. Kötü değil kesinlikle ama sönük. Deray filmi ‘La Piscine’ tarihte duruyor çünkü! (3,5 / 5)
ARAMA MOTURU
52. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde yer alan komedi, Atalay Taşdiken imzası taşıyor. ‘Mommo / Kızkardeşim’ ve ‘Meryem’ filmleriyle tanıdığımız Taşdiken, Anadolu’nun orta yerinde küçük bir kasabada geçen mizahi olayları yansıtıyor perdeye. Kasabanın gerçek sakinlerinin rol aldığı ve bazı anlar doğaçlamayla çekilmiş film, günümüz dünyasına, geleneklerin aktif rol oynadığı bir yerden bakıyor. Komik oluşlara sahip, yerel komedi, gerçeklik hissine sahip olsa da, etki alanını yoğunlaştıramıyor ve öykünün sizi ele geçirmesine olanak tanımıyor. Kimi eş, kimi para, kimi su, kimi prestij peşinde koşan kasaba halkının düştüğü gülünç durumlar. Samimi, mütevazı ama uçucu! (2 / 5)
VURGUN
Benjamin ve Alex Brewer kardeşlerin yönettiği suç filminde başrolleri, Nicolas Cage ve Elijah Wood paylaşıyorlar. Küçük kirli işlerle fazladan para kazanan iki polis memuru Stone ve Waters, bir eroin satıcısının yüksek kefaletle serbest kalmasını merak ederler ve içine banka kasası yapılmış bir marketin arkasındaki depoda bulurlar kendilerini. Soygun planları, karşılarında mafyayı bulduklarında, hiç düşünmedikleri, geri dönüşsüz bir arapsaçına dönüşür. Benzerlerini fazlaca izlediğimiz suç öyküsü, derinlikten yoksun karakterlerle örülü, ayakları yere basmayan, boşluklu bir senaryoda işlenmiş. Bazı anları ilginç olabilen ama genel görünümde vasatta ilerleyen film, kimi ters köşe oluşlara sahip. (2 / 5)
Komedi filmi ‘My Big Fat Greek Wedding 2 / Benim Çılgın Düğünüm 2’, ABD-İspanya ortak yapımı korku denemesi ‘Summer Camp / Yaz Kampı’ ve iki yerli yapım; korku türündeki ‘Şeytanın Çocukları – El Ebyaz’ ile bütün aile üyelerine seslenen ‘Sokak Köpekleri Bal ile Betty’, haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenileri. Herkese tekrar iyi seyirler.
MURAT ERŞAHİN