03 EYLÜL 2021
Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. Bir yıldan fazla zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık!
Her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi! Klasik film önerilerine devam edeceğiz!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
A Man for All Seasons / Her Devrin Adamı
(Yönetmen: Fred Zinnemann / 1966)
Marty
(Yönetmen: Delbert Mann / 1955)
Mrs. Miniver
(Yönetmen: William Wyler / 1942)
The Lost Weekend / Yaratılan Adam
(Yönetmen: Billy Wilder / 1945)
Going My Way / Aynı Yolun Yolcusu
(Yönetmen: Leo McCarey / 1944)
Vizyonda bu hafta (3 Eylül 2021)
Eylül kalabalık bir vizyonla başlıyor. Sonbaharın ilk haftası beraberinde, ikisi yerli toplam on yeni filmle geliyor!
Haftanın iki yenisi notlarımız arasında. Robert Machoian’ın yazıp yönettiği bağımsız ruhlu dram ‘The Killing of Two Lovers / İki Aşığın Ölümü’ ve Fransız yapımı bilimkurgu katkılı korku-gerilim ‘Meander / Tüp’.
İKİ AŞIĞIN ÖLÜMÜ
- Sevgim acıyor. Kimi sevsem, kim beni sevse.-
Turgut Uyar
David’i tanıyoruz… Elinde bir tabanca. Ürkek. Korkuyor. Kararsız. Bir çift yatıyor yatakta. Hemen yanlarında, odada. Ayakta, elinde tabanca… Pencereden çıkıp evine koşuyor sonra. Evde babası var. Ayrı yaşadığı eşi başka biriyle takılıyor. Biri yeni yetme dört çocuğu var David’in. Bir emekçi. Geçinme derdi öte taraftan. Hayat o kadar zor ki… Seviyor. Aşık! Ne yapacağını bilemez halde. Çaresiz. ‘Eve’ geri döndürmeye çalışıyor eşini. Acıyor her yeri…
Bağımsız ruhlu, ayrıksı filmleriyle tanınan yaman sinemacı Robert Machoian’ın yeni dramı, iki arada bir derede kalmış bir adamın, daha doğrusu bir ailenin, bir mahallenin öyküsü!
İki aşık üzerinden ters köşe şeyler söyleyen ve hayatın üşüten gerçeklerini ‘aşk’la, birlikte olmakla ve birlikte kalabilmekle harmanlayan küçük ölçekli heybetli film, ilginç ve çok çalışılmış ses bandıyla da dikkat çekici. David rolünde Clayne Crawford, yüreğinizin küçük odalarından birinin kapısında dikilmiş öylece duruyor. Ne denli iyi bir aktör izlediğimizi düşünüyoruz hemen her karede. Ona omuz veren rol arkadaşları Sepideh Moafi ve Chris Coy da çok iyiler. Gerçekte de dört kardeş olan Ezra, Arri, Bruce ve Jonah Graham’lar, ailenin çocukları rolünde ‘gerçeküstü’ performanslar sergiliyorlar!
Oscar Ignacio Jiménez’in neyi nasıl gösterdiğini çok iyi bilen kamerası, ses departmanındaki geniş ekip ve bizzat Machoian imzalı kurgu, artı değer taşıyorlar bağımsız yapıma!
Geçtiği mutsuzluğun kışı gibi, üşütüyor her anıyla sarsıcı dram. Perdeye de taşınmış, Dan Franck’ın sıkı kitabı ‘Ayrılmak’tan kimi satırlar okur gibi. Farklı ama diğer yandan… David’in ruhuna, çıkmazlarına, yoksunluğuna izleyici bu denli başarıyla taşımak. Sonra çevreyi duyumsamak, en yakınları izlemek belli bir mesafeden… Kaçırılmamalı! (3,5 / 5)
TÜP
-Ölmek, yaşamak ve hak etmek üzerine-
Mathieu Turi’nin yazıp yönettiği Fransa yapımı gizem yüklü korku-gerilim, bilimkurgu ile harmanlanmış. Kendini, ölümcül tuzaklarla dolu, daracık tünellerden oluşan, basık ve tuhaf bir yapıda bulan kadın, düştüğü bu tuzaktan kurtulmaya çalışır.
Katıldığı festivallerden on bir ödülle dönen ve toplam elli adaylık elde eden gizemli öykünün başrolünde Gaia Weiss’i izliyoruz. İyi tasarlanmış, çoğu yapım tasarımıyla dikkat çeken tek mekânda geçen film, klostrofobisi olanlar için oldukça zor bir seyirlik anlamı da taşıyor.
Ormanlık alanda bir yabancının arabasına binen Lisa, kısa süre içinde şoförün bir seri katil olduğunu fark eder. Ani bir fren sonrası kendine geldiğinde; son derece gelişmiş bir tasarımla yapılmış, metal bir tünelde bulur kendini genç kadın. Ölümcül tuzaklardan kurtulup buraya nasıl geldiğini ve en önemlisi onu buraya kimin getirdiğini keşfetmesi gerekmektedir.
Öyküsü itibariyle ‘Cube / Küp’, ‘Saw / Testere’, ‘Escape Room / Kaçış Odası’ ve ‘El Hoyo / Platform’ gibi tür örneklerini akla getiren Fransız yapımı, bir takım alt türleri de bünyesine katmış. Dünyevi dertleri, dünya dışı varlıklar, inanç ve bilimkurgu öğeleriyle harmanlayan gerilimli hikâye, türün meraklıları için keyifli bir seyirlik anlamı taşıyor. Özellikle yapım tasarımı, sanat yönetmeni ve dar mekânda harika hamlelerle dikkat çeken görüntü yönetimiyle parlayan film, öyküde yer alan kimi tür benzeşmelerine rağmen kayda değer! (2,5 / 5)
Haftanın diğer yeni yapımlarına gelirsek…
Pixar stüdyolarından çıkma Enrico Casarosa imzası taşıyan sevimli animasyon ‘Luca / Luka’, bir İtalyan sahil kasabasında, kendisine kıyasla daha maceracı olan arkadaşı Alberto’ya uyarak yaşadıkları denizden çıkıp insan hayatının renklerini keşfeden deniz canavarı Luca’nın öyküsünü taşıyor perdeye.
Destin Daniel Cretton’un yönettiği aksiyon katkılı fantastik macera ‘Shang-Chi and the Legend of the Ten Rings / Shang-Chi ve 10 Yüzük Efsanesi’, Steve Englehart ve Jim Starlin’in Marvel comics adına yarattığı aynı adlı kahramanın beyazperde uyarlaması. Silahsız Kung Fu ustası Shang-Chi’yi Simu Liu canlandırırken, uluslararası yıldızlar Tony Leung, Michelle Yeoh ve Awkwafina, Çinli aktöre eşlik ediyorlar.
Kazakistan yapımı ‘Tomiris / Tomris’, 6. yüzyılda İskit-Saka İmparatorluğu’nun başına geçerek Türk tarihinin ilk kadın hükümdarı olan Tomris Hatun’un hayatını taşıyor perdeye. Tarihi aksiyonu Akan Satayev yönetmiş.
Ellen Hollman’ın başrolde izleyeceğimiz aksiyon ‘Army of One / Bir Orduya Bedel’i Stephen Durham yönetmiş. Özel Kuvvetlerde görevli Brenner Baker’ın, kocasıyla yaptıkları kamp tatilinde tesadüfen uyuşturucu kartelinin gizli sığınağına denk gelmeleri sonucu yaşanan gerilim ve aksiyon dolu anlara tanık oluyoruz.
Beyazperdede popüler korku-gerilim serilerine dönüşmüş ‘Saw / Testere’, ‘Insidious / Ruhlar Bölgesi’ ve ‘The Conjuring / Korku Seansı’ gibi sıkı tür örneklerini imzalamış James Wan’ın yeni korku öyküsü, uyanıkken gördüğü rüyaların gerçek cinayetlere ait olduğunu fark ettiğinde dehşete düşen Madison’u taşıyor perdeye. ‘Malignant / Habis’in başlıca oyuncuları Annabelle Wallis ve Maddie Hasson.
Polyanna McIntosh’un yönettiği, başlıca rollerini Kristina Arntz, Cooper Andrews ve Mackenzie Bateman’ın üstlendikleri korku-gerilim ‘Darlin'’, hastanede bulunduktan sonra kilisenin koruması altına alınan genç bir kadının ürpertici hikâyesi.
Haftanın iki yerli yapımı ise; Buğra Kekik imzası taşıyan, gizemli suç öyküsü ‘Sekiz’ ile Muhammet Emre Aydın’ın yönettiği korku-gerilim ‘Ekip Oyunu’.
Herkese iyi seyirler. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
TARİHTE BU HAFTA
Sırasıyla 2009, 2015 ve 2016 yıllarına gidiyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!
Vizyonda bu hafta (4 EYLÜL 2009)
ZEYTİNİN HAYALİ
2002’de Filistin'in Cenin kentinde açılır film. Meryem Nine, torunu küçük Faris’e küçükken başına gelen ve hayatını etkilemiş önemli olayları anlatmaktadır. Yahudi çeteleri köylüleri rahatsız etmekte ve çaresiz köylüler bir köyden diğerine sığınmaktadırlar. Meryem nine de binlerce çocuk gibi, katıldığı göç kafilesiyle, doğup büyüdüğü köyünden uzaklaşmak zorunda kalır. Bir Filistin hikâyesi olarak hazırlanan animasyon, öyküsünü politik bir zemine oturtmuş.
EVDEKİ DÜŞMAN
ABD-Kanada-Almanya-Fransa ortak yapımı korku gerilim İspanyol yönetmen Jaume Collet-Serra imzalı. Yönetmeni, 2005 tarihli ‘Mumya Evi / House of Wax’ ve 2007 yapımı ‘Goal II’ adlı filmlerden tanıyoruz. Başrollerini Vera Farmiga ve Peter Sarsgaard’ın paylaştıkları gizemli öyküde 1997 doğumlu küçük aktris Isabelle Fuhrman’da ‘Esther’ rolünde oldukça başarılı. Türün önemli filmlerinden 1976 yapımı ‘The Omen / Kehanet’in izinden giden yapımda olaylar, çocuklarını kaybetmiş bir çiftin, hayatlarına yeni bir anlam katmak ve acılarını hafifletmek adına bir yetimhaneden küçük bir kız çocuk evlat edinmesiyle gelişiyor. Eve geldikten sonra, masum ve sevecen olmadığını gösteren Esther’le birlikte çift kâbus dolu günler geçirmeye başlar. Gerilim dozu yüksek, ürkütücü öykü, öncüllerinin açtığı güvenli yolda sendelemeden yürümeyi başarmış.
HAYATIN TUZU
Senaryosunu ‘Ora Öyküleri’nden tanıdığımız Erdal Özkahraman’ın yazdığı Murat Düzgünoğlu’nun ilk uzun metraj filmi, galasının yapıldığı 3. Bursa Uluslararası İpek Yolu Film Festivali’nde ‘Jüri Özel Ödülü’, 16. Adana Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde ise Asiye Dinçsoy ile ‘Umut Veren Genç Kadın Oyuncu’ ödüllerinin sahibi olmuştu. Önemli rollerini Levent Ülgen, Görkem Aslan, Bülent Düzgünoğlu ve Erol Demiröz’ün paylaştıkları film, Bitlis’te yaşayan bir aileyi ve onları çevreleyen gündelik yaşamı öykülüyor. Doğu Anadolu’nun yoksul, küçük şehri Bitlis’te yaşayan dört kardeş ve annelerinin hikâyesi, gururla ilgili sorunları olan küçük, sıradan insanları tanıştırıyor bizlerle. Bir anlatıcı eşliğinde, farklı bir masal izliyoruz. Bir çıkışsızlık öyküsü… İzole, yalnız, çaresiz, yorgun, umutsuz insanların, bir şehrin, uzakların öyküsü yansıyor perdeye. Bir ilk film için oldukça ‘doğru ve düzgün’ bir yapım olan ‘Hayatın Tuzu’, öyküsü ve oyuncu performanslarıyla da dikkat çekiyor.
Vizyonda bu hafta (4 Eylül 2015)
Yedi yeni filmin merhaba dediği haftanın iki filmi, notlarımız arasında bulunuyor. Başrolün, Jason Statham’dan, Ed Skrein’e geçtiği popüler aksiyon serisi ‘The Transporter / Taşıyıcı’nın yeni halkası ‘The Transporter Refueled / Taşıyıcı: Son Hız’, Almanya yapımı gerilim ‘Who Am I – Kein System Ist Sicher / Ben Kimim’ ve üç yerli yapım Levent İnanır’ın yazıp yönettiği dram ‘Karayel Poyraz’, çizgi roman okurlarının on yedi yıldır mizah dergilerinden takip ettiği Gürcan Yurt imzalı ‘Robinson Crusoe ve Cuma’ ile ‘Piyasadan Büyük Alacağımız Var’ adlı komediler, haftanın notlarımızda yer alamayan diğer yenileri. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
MİNYONLAR
Bir seriye dönüşen animasyon ‘Despicable Me / Çılgın Hırsız’ın yan bölümü ‘Minyonlar’, son derece keyifli bir macerayla karşımızdalar. Tek hücreli sarı organizmalar Minyonlar, çılgın ve kötücül efendilerine hizmette kusur etmeyen sevimli canlılardır. Zamanın başlangıcından beri, gelişmeyi sürdüren sevimli yaratıklar, T-Rex’den, ilk insana, Firavun’dan, Napolyon’a ve Dracula’ya dek birçok ‘kötü’ lidere hizmet etmişler ama liderleri zaman içinde birer birer yok olmuştur. Hizmet edecek bir efendi bulamayınca, Antartika’da bir buz mağarasında kendi aralarında, ümitsizlik ve depresyon içinde yaşamaya başlarlar. 1960’lara gelindiğinde, Kevin adlı minyon, halkına umut verir. İki gönüllü, Stuart ve Bob ile birlikte, yeni bir kötü patron bulmak üzere yola düşecektir. New York’tan, Londra’ya uzanan macera; onları, potansiyel efendileri, dünyanın ilk dişi süper kötüsü olan Scarlet Overkill’e ulaştıracaktır. Pierre Coffin ve Kyle Balda’nın yönettikleri sempatik animasyonda, yönetmenlerden Coffin, tam 899 minyonu seslendirmiş. Orijinal seslendirme kadrosunda, Sandra Bullock, Michael Keaton, Jon Hamm, Steve Coogan, Steve Carell ve Geoffrey Rush gibi usta isimlerin rol aldığı macera dolu çizgi film, dünya ve insanlık tarihine hınzır bir bakış atmaktan da geri kalmıyor. Yaşadığımız gezegene ve insan ırkına farklı bir perspektifle yaklaşan animasyonun soundtrack’i de gayet incelikli. Turtles’dan ‘Happy Together’, The Doors’tan ‘Break On Through’, The Rolling Stones’dan ‘19th Nervous Breakdown’, The Who’dan ‘My Generation’, The Beatles’dan ‘Love Me Do’ ve ‘Got To Get You Into My Life’, doksan dakikalık ‘şık’ gösteriye eşlik eden klasik melodiler. (3,5 / 5)
ŞEYTANIN GECESİ
Almanya doğumlu Marcus Nispel’i, Tobe Hooper’ın başyapıtı ‘The Texas Chainsaw Massacre / Teksas Katlamı’nın 2004 tarihli yeniden çevirimi ile tanımıştık. ‘Pathfinder’, yine birer yeniden çevirim olan ‘Friday the 13th / 13. Gün’ ve ‘Conan the Barbarian / Conan’ ile süren macerasında, çok sevdiği korku-gerilim türünde yeni bir kolaja imza atmış Nispel. Korku sinemasının yapı taşlarından ‘The Exorcist / Şeytan’ kaynaklı öykü, henüz ilk yarım saat içinde maalesef, sıradan, kanlı bir slasher’e dönüşüyor. Bir grup genç, zihinsel problemli çocuklara uygulanan dehşet verici tedavi yöntemleri ile bilinen terk edilmiş bir akıl hastanesinde, bildiğimiz medeniyetten ve polislerden uzak bir parti düzenlemeye karar verirler. Eğlenmek için ruh çağırma seansı düzenleyen grup, günün ilk ışıklarına dek olacakları tahmin bile edemeyecektir. Amatör şeytan çıkarma seansına mecbur kalan gençler, çok güçlü, öfkeli ve hepsini katletmek isteyen şeytani bir ruhun ortaya çıkmasına sebep olurlar. Brittany Curran, Brett Dier, Kelly Blatz ve Kevin Chapman’a, tecrübeli isim Stephen Lang eşik ediyor. ‘Gore’ alt türüne göz kırpan ‘vahşi’ sahneleri ihmal etmeyen korku-gerilim, sağlam çıkışı ve zengin kolaj olanağına rağmen, yavan bir tekrardan öteye gidemiyor. (2 / 5)
Vizyonda bu hafta (2 Eylül 2016)
Sonbaharın ilk haftasının beraberinde getirdiği yeni film sayısı yedi. Bunlardan dördü yerli yapım. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
KAN BAĞI
John Carpenter’ın ikinci uzun metrajı olan 1976 tarihli aksiyonu ‘Assault on Precinct 13 / Baskın’ın 2005 yılında yeni versiyonunu yöneten Fransız sinemacı Jean-François Richet imzalı ‘Blood Father / Kan Bağı’, oldukça tanıdık bir öykü öncelikle. Pierre Morel’in popüler bir seriye dönüşen Liam Neeson’lu aksiyonu ‘Taken / 96 Saat’ in Mel Gibson’lu şekli perdede duran yapım. Bu kez, fedakar baba rolünde Mel Gibson var. ‘Baba’ figürüne ve emekli, olgun aksiyon yıldızı rollerine yeni bir nefes katmaya çalışmış yapım, Gibson’un karizmasından iyi faydalanıyor. Yirmili yaşlarının henüz başlarındaki Erin Moriarty ile baba-kız rolüne bürünen Gibson’a, yetenekli Meksikalı yıldız Diego Luna ile birlikte iki usta oyuncu William H. Macy ve Michael Parks eşlik ediyorlar. Vietnam gazisi ve eski bir suçlu olan John Link, on yedi yaşındaki kızından uzun süredir haber alamamaktadır. Pek de temiz olmayan geçmişini geride bırakmış olan yalnız adam, bir karavan parkında dövme yaparak yaşamını sürdürürken, kızından gelen ‘imdat’ telefonuyla, kendini uzun süredir veda ettiği, tanıdık ortamlarda bulacaktır. Biricik kızını, beladan korumak için elinden gelenin fazlasını yapmaya soyunan fedakar baba rolüne yeni bir ‘hava’ katmayı başarmış Mel Gibson. Fakat olanca tanıdık oluşları ve hikayesiyle, seyre değer olmanın üzerine çıkamıyor endüstriyel bir duygusal yanı da olan gerilimli aksiyon. Peter Craig’in aynı adlı romanından uyarlanan yapım, oyuncu kadrosunun yanı sıra, Robert Gantz’ın temiz kamerasıyla da ilgiyle izletiyor kendini. (2,5 / 5)
Dört yerli yapım, komedi türündeki ‘Tutmayın Beni’, popüler Hollywood korku serilerini tiye alan ‘Korku Komedi: Bana Normal Aktiviteler’, örneklerine sıklıkla rastladığımız korku denemesi ‘Siccin 3: Cürmü Aşk’ ve bir dram ‘Masal’ ile birlikte, Nemo’ya arkadaş gelen Pixar animasyonu ‘Finding Dory / Kayıp Balık Dori’ ve başrollerini Alicia Vikander ile Michael Fassbender’ın üstlendikleri romantik dram ‘The Light Between Oceans / Hayat Işığım’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese!
MURAT ERŞAHİN