02 TEMMUZ 2010
Fenomene dönüşen bir roman serisinden, yine fenomen halini alan popüler bir film serisine formüle edilen ´´Alacakaranlık Efsanesi´´, üçüncü bölümü ´´Tutulma´´ ile sürüyor. Galasının yapıldığı Hollywood´dan hemen sonra neredeyse bütün dünya ile aynı anda, 30 Haziran´da ülkemizde vizyona giren film notlarımız arasında. Normal vizyonun beş filminden ikisi; sevilen animasyon serisinin son halkası ´´Oyuncak Hikâyesi 3´´ ve Güney Kore korkusu ´´Ölüm Peşimizde´´ dışında yer alan diğer üç filmi yine notlarımızda bulacaksınız. Herkese iyi seyirler!
ALACAKARANLIK EFSANESİ: TUTULMA
(30 HAZİRAN 2010)
Amerikalı tüccar-yazar Stephenie Meyer´in dört kitaptan oluşan ve kırktan fazla dile çevrilerek dünya çapında elli milyona yakın satan popüler romanının merakla beklenen beyazperde versiyonu hemen her yerde olduğu gibi ülkemizde de ilk olarak Ocak 2009´da vizyona girmişti. Vampirlerin konu edildiği korku edebiyatını, popüler kültür, özellikle gençlik jargonu ve bolca romantizm ile birleştiren eser, bir vampir ile ölümlü bir insan arasındaki büyük aşkı bir nevi modern Romeo-Juliet şeklinde işliyordu, işin içine kurt adamları katmayı unutmadan. 1990 doğumlu Kristen Stewart ve 1986 doğumlu Robert Pattinson´un başrolü paylaştıkları popüler yapımın, iki genç başrol oyuncusu da çok iyiler. İlk filmin ardından, özellikle vampiri canlandıran Robert Pattinson´un gerçekten; bir insan değil, bir yaratık görünümünde olduğunu yazmıştım. Yetenekli aktör, şu an ´ölü yüzü´ ve vakur karizmasıyla; genç kızlara çığlıklar attıran bir beyazperde ilahı olmuş durumda. Serinin üçüncü filmi ´´Tutulma´´, kendisine delice aşık iki yakışıklı, vampirimiz Edward Cullen ve kurt adam Jacob Black arasında kalan Bella Swan´ın zor seçimine odaklanmış. ´Sophie´nin Seçimi´ gibi bir durum yaşıyor Bella. İşin içinde yine intikam kokan, kötü yaratıklarla dolu bir aksiyon öyküsü de var tabii. Kötücül Victoria ve ´yeni dönüşenlerden´ kurduğu orduya karşı, Cullen klanına, kurt adamlar yardım ediyorlar. ´´Hard Candy´´ ve ´´30 Days of Night´´ gibi başarılı korku-gerilimleri imzalamış olan İngiliz David Slade´in yönettiği, romantizm bazlı fantastik maceranın ünlü isimleri Bryce Dallas Howard ve Dakota Fanning. Romantik türün ve klasik gençlik filmi jargonunun, karanlık bir vampir öyküsüne konu olması, gişeyi çok sevindirmiş durumda. Anlaşılır gibi değil… Sen kalk Arizona´dan, Washington yakınlarındaki Forks adlı küçük kasabaya gel. Burada daha önce tanıdığın hiç kimseye benzemeyen, gizemli ve yakışıklı Edward ile tanış. Bir de kurt adam var ortada Jacob. Yahu Bella derler adama; hiç mi insan evladı kalmadı ortada. Bırak vampiri, kurdu; insan ol önce ya! Hadi tamam, elin Amerikalısı sevdi bu ´başka´yı sevme durumlarını. Hani folklordur, mittir, olur dersin geçersin. Peki ya bizim memleketteki bu ´Alacakaranlık´ çılgınlığına ne demeli? Edward Cullen perdede her göründüğünde ciyak ciyak bağıran genç kızlar, Bella´ya aşık yeni yetme oğlanlar. Yok yani; olan vampir ve kurt adam jargonuna oluyor. Kapkara, tekinsiz bir atmosferin hâkim olduğu, Transilvanya´dan çıkma Kont Dracula ile ezeli düşmanı Van Helsing´i bir araya getiren kazıklı, aynalı ve sarımsaklı vampir filmleri, gümüş kurşunla ölen ve dolunayda kurt adama dönüşen asilzade Lawrence Talbot. Onlara ne oldu peki? Her şeyi hafifletme kültürü artık gündelik hayatın atar damarlarında dolaşıyor tamamen. Neyse bu kadar laftan sonra sadede gelelim. En önemli satırlar şimdi başlıyor. Bir haftadır İstanbul dışındayım. Ailecek, anne-babamın Altınoluk yakınlarında, Fener´deki yazlık evlerindeyiz. Şule, ben ve Öykü. Yan evde ise Cumhur yaşıyor. O, iki aydır burada. Adresi net: Cumhur Canbazoğlu, Fener, Altınoluk… İstanbul´daki arkadaşlarım, bizim takım; basın gösterimlerini bensiz sürdürüyorlar. Sadece ekibi değil; sabah matinelerini de özledim. ´´Tutulma´´nın 30 Haziran´da bütün Türkiye´de aynı anda vizyona gireceğini benden önce söyledi Öykü kahvaltı sofrasında. ´Baba´ dedi. ´Ben ve arkadaşım Ceren; ´´Tutulma´´yı görmek istiyoruz, Edward Cullen hastasıyız, haklıyız, kazanacağız.´ Onlara itiraz etmek, imkânsıza yakın. Biraz direndim. ´Yahu kızım, şimdi burada doğru dürüst salon yoktur, filmler dublaj oynar, bekle biraz; beş gün sonra İstanbul´da izlersin Edward Cullen´i dedim´. Öykü, kararlılıkla bir gazete uzattı önüme. ´Bak´ dedi, ´üstelik orijinal oynuyor film´. Baktım, ne göreyim; Balıkesir Akçay Olive City Atlas Sinemalarında oynuyor film. Matineyi de tespit etmiş Öykü; ´baba bize 16:45 uyuyor´ demez mi… Deniz üstü Edward Cullen… İtiraz ne mümkün; koyulduk yola. Ben, Öykü ve Ceren… Eve 7 km. uzaklıktaki Akçay´a geldik. Sinemaya bir baktım; şaşırdım kaldım. İstinye Park AFM´ye gelmişiz sanki on dakikada. Büyük alış veriş merkezinin en üst katı, bu klasik. Patlamış mısır kokusu; bu da klasik. Bağıran çağıran çocuklar; bu da klasik. Klasik olmayan; bilet fiyatları: Öğrenci altı, tam bilet yedi milyon. Şahane; ´bir sırayı kapatıyorum´ usta demek geldi içimden. İçerisi de şahane. Salonun havalandırması yeterli. Film başladı; projeksiyon hatasız. Ses düzgün. Ama gel gelelim benim durum düşündürücü. Salonun yaş ortalaması 13,5. En yaşlı benim içerde. Kırk yaşın yalnızlığı… Doğal olarak ´bu nedir bu yahu´ ünlemleriyle izledim filmi; içerdeki ´´Alacakaranlık´´ fanatikleri arasında. Bizim Bella, bir Edward´ı öpüyor bir Jacob´u. Bizim kızlar bayılıyor bu duruma. RTÜK oldum bir anda. Bırakın kızlar dedim bu işleri. Kitap okuyun kitap. Dostoyevski okuyun, ´´Pal Sokağı Çocukları´´nı, ´´Sevdalı Bulut´´u, Behrengi´yi okuyun. Lütfen seçici olun, bırakın popüler kültürü; ondan size fayda yok. Dinler gibi yaptılar ama oralı bile olmadılar. ´Edward Cullen´den kıl kapanlar kulübü kuracağım yarın´ dedim; sen iyice yaşlandın ve çıldırdın baba cevabını aldım Öykü´den… Yenik ve yorgun döndüm Akçay´dan. Ama sinemadan dolayı mutlu. Önümdeki filmlere bakacağım artık. Beş dakika arada salona dalan Alaska-Frigocunun insanca sözleri, vampirlerden, kurt adamlardan, günümüz gençliğinden ümidi kesen bana yeni bir umut verdi: Koko da var abi…
MÜŞTERİ
Geçtiğimiz haftalarda, el yapımı narin bir biblo zarafetindeki ´´Yaşamaya Değer / Le hérisson´´ adlı Fransız filminde, ´apartman görevlisi Renée Michel´ rolünde izleyip hayran kaldığımız usta aktris, senarist ve yönetmen Josiane Balasko´nun yazıp yönettiği ´´Müşteri´´ romantik bir dram. Başrollerini her daim genç ve çekici kalmayı başaran zarif yetenek Nathalie Baye ve Eric Caravaca´nın paylaştıkları duygusal filmde Balasko, bir yan rolde, oyuncu olarak da çıkıyor karşımıza. Elli yaşlarını süren güçlü bir iş kadını, ailesine daha iyi bir gelecek sağlamak için jigololuk yapan genç adama aşık olur. Toplumun değer yargıları, imkânsız aşk, anlayış, çıkar, ahlak ve hayatın son ana dek yaşanması gereken bir yolculuk olduğu gerçeği üzerine kimi zaman mizahi ama genelde hüzünlü sözcükler sarf eden yapım, özellikle kadın dünyasına yaklaşımıyla incelikli bir işe dönüşüyor. Son tahlilde, ´her aşk sonunda bir bozgun anısıdır´ diyen Josiane Balasko, ´hep yalnızlık var sonunda, yalnızlık ömür boyu´ gerçeğini, yürek okşayan bir şefkatle hatırlatıyor.
YUVA
François Ozon, bildik meselelerine yine bildik dokunuş ve duyarlıkla değiniyor. Gerçeküstü tatlar içeren fazla oyuncaklı ´´Ricky´´nin ardından yine duygusal ama daha ´düz´ ve daha ´insan´ bir filmle çıkageldi Ozon. Birbirlerine aşık iki sevgili. Uyuşturucu ayırıyor onları. Erkek, yüksek dozdan ölünce, kadın tek başına kalıyor. Hamile olduğunu öğreniyor sonra. Paris´ten uzaklara kaçıyor. Deniz kıyısındaki bir yuvada bekliyor bebeğinin doğumunu. Ölmüş sevgilisinin, çocuğunun babasının erkek kardeşi, yuvaya katılınca, herkesin duygusal dünyasına farklı derinlikler ekleniyor. Aşk, fedakârlık, dostluk, doğallık, anne olmak, tedavi, ölüm, seçimler, iyilik ve hayatın gücü üzerine duygu dolu görüntüler. Isabelle Carré´nin güvercin ürkeği bakışından, Ozon´un yeni keşfi, Louis-Ronan Choisy´nin ´üzerine gerçek iyiliği giyinmiş erkek kardeş karakterine´ dek hemen her oluşun mutlak ´insanla´ yoğun olduğu, gerçek, fikri ve vicdanı hür, özgürlük aşığı bir yapım var perdede. Sıcak yuvaların her daim varlığı konusunda olduğu gibi, kesin ve duygu dolu bir kanıt Ozon´un filmi. Nedensiz, belki de – yok hayır kesimlikle nedenli Necatigil sıçraması zihinde: Evin -de hali, saadet. Isınmak ocaktaki alevde. Sönmüş yıldızlara karşı, ışıklar varsa evde…
ÖLÜM ZİLİ
Güney Kore patentli filmlerin ´garantili sinema´ içerdiği önerisinin yara aldığı bir örnek ´´Ölüm Zili´´. Yeni yetmelere yönelik zorlama korku-gerilim türünün hayaletli, kanlı canlı, saçma sapan örneği, ucuz formüllerle gişe başarısına göz diken yapımcıları tanıştırıyor bizlerle. ´´Testere´´ ve ´´Hostel´´a öykünen uzak doğulu haller. Az eğitim sistemi üzeri bol kan revan. ´Ölüm zili´ çalarken uyanmışım, bir de baktım uzun siyah saçlı bir kız hayaleti, kanlı canlı bir katil intikam peşinde ve sabahın köründe asla nihayete ermeyen ´neden ben´ sorusu, okul zilleri sustuğu halde, kesintisiz bir uykuyu terk eden eleştirmenin sıcak İstanbul sabahı yalnızlığında.
MURAT ERŞAHİN