Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

02 HAZİRAN 2023

01 Haziran 2023 Perşembe 14:41
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

06 Şubat 2023 saat 04:17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7.7 ve saat 13.24’te Elbistan ilçesinde 7.6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi ve yüreklerimiz yandı. Bütün yurtta ve dış temsilciliklerde yedi gün süreyle millî yas ilan edildi. 
Depremden, Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Kilis ve Malatya illerimiz etkilendi. Resmi rakamlara göre bu satırların yazıldığı an, elli bine aşkın vatandaşımız hayatını kaybetmişti ve yüz küsur bini aşkın yaralımız vardı. Neredeyse beş yüz bin vatandaşımız bölgeden tahliye edildi. 20 Şubat gecesi ise Hatay’da 6.4 ve 5.8 büyüklüğünde iki bağımsız deprem daha meydana geldi. Altı can daha hayatını kaybederken üç yüze yakın kişi de yaralandı. 
Hayatını kaybeden canlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz. 
Tek düşüncemiz yaraların bir an evvel sarılması! Gün, yardım, destek ve dayanışma günü! Nerede olursak olalım, depremzedeler için yapabilecek mutlaka bir şeyimiz olmalı! Yüreğimiz yanıyor!
Kelimeler kifayetsiz! Hal böyleyken hemen hiçbir şeyin, bizim işimiz özelinde filmlerin ve vizyonda ne olup olmadığının bir önemi kalmıyor! İnsan deprem bölgesinden uzakta, yatağında yatmaya, bir bardak çay içmeye, neredeyse nefes alıp vermeye utanıyor! 
Öte yandan film şirketleri çalışmalarına devam ediyorlar. Sinemalar açık. Her hafta yeni filmler vizyona girmeye devam ediyor. İki hafta süreyle ara verdiğimiz vizyon/film tanıtımlarına, işimiz mecburiyeti gereği 24 Şubat haftasından itibaren yeniden başladık.


SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

En enda natt
(Yönetmen: Gustav Molander / 1939)

Ossessione / Tutku
(Yönetmen: Luchino Visconti / 1943)

Sciuscià / Kaldırım Çocukları
(Yönetmen: Vittorio De Sica / 1946)

Madame De…
(Yönetmen: Max Ophüls / 1953)

Viaggio in Italia / İtalya’ya Yolculuk
(Yönetmen: Roberto Rossellini / 1954)

 

Vizyonda bu hafta (2 Haziran 2023)
Biri yerli yapım olmak üzere, toplam yedi yeni filme ev sahipliği yapıyor yaz vizyonunun ilk haftası!
Dardenne kardeşlerin yeni filmi ‘Tori et Lokita / Tori ve Lokita’, bir seri halini alan emek yoğun animasyon ‘Spider-Man: Across the Spider-Verse / Örümcek-Adam: Örümcek Evrenine Geçiş’, Stephen King’in kısa öyküsünden uyarlanan korku-gerilim ‘The Boogeyman’ ve dahi ressam Salvador Dali’nin son dönemini mercek altına alan dram ‘Daliland / Dali Diyarı’, haftanın notlarımız arasında yer alan yenileri! 

 

TORI VE LOKITA
-Adaletin bu mu dünya?-

Afrika’dan, Belçika’ya salt hayatta kalabilmek için zorlu koşullarda gelen, sadece insanca yaşamak uğruna anlatılması güç zorluklarla mücadele eden ve birbirlerinden başka kimseleri olmayan iki dostun Tori ve Lokita’nın öyküsü yürekleri dağlıyor! İki Afrikalı mültecinin, gencecik kızla, küçük erkek çocuğun, sömürgeci zalim Avrupa kıtasında bir başlarına ayakta kalma mücadeleleri, bu masum kurbanları suç örgütlerinin avcuna bırakan çürümüş sistem, işlemeyen bürokrasi çarkı ve sadece gösterişçi kof politikalar…
İki usta auteur Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşlerin on üçüncü uzun metraj kurmacaları, yaman ikilinin bildik meselelerini ve kaygılarını yine onların kendine has sinemalarıyla perdeye taşıyor. Cannes’de 75. Yıl Özel Ödülü’nü elde eden film, direkt ‘batsın bu dünya!’ diyor ve sözde medeniyetin ne karşılığında var olduğunu mideye ve zihne sert bir aparkatla kazıyor! Yaşlı, hain, adaletsiz, kötücül ve kepaze gezegenin kimsesiz iki küçük çocuğu bile sarıp sarmalayamadığına bir kere daha şahit olarak ayrılıyorsunuz salondan. Uzatmadan, direkt ve son derece net koyuyor meseleyi ortaya Dardenne kardeşler her zaman yaptıkları gibi. ‘La Promesse / Söz’den başlayarak sırasıyla ‘Rosetta’, ‘Le Fils / Oğul,’ ‘L’enfant / Çocuk’, ‘Le Silence de Lorne / Lorna’nın Sessizliği’, ‘ Le gamin au vélo / Bisikletli Çocuk’, ‘Deux jours, une nuit / İki Gün ve Bir Gece’, ‘La fille Inconnue / Meçhul Kız’, ‘Le Jeune Ahmed / Genç Ahmed’ ve nihayet ‘Tori ve Lokita’da gezegenin adaletsiz kurallarına tek başlarına direnmek zorunda kalan emekçi karakterleri, geniş anlamda yoksulluk ve yoksunluğu, çıkışsız imkânsızlığı, göçmenleri, çaresiz alt sınıfı, ötelenmiş ötekini ve şımarık kapitalist arsızlığı son derece şuurlu biçimde sistematik olarak ele alıyorlar. Kudurmuş kapitalist sistemin ve sözde herkes için adaletin sarmaladığı çakma medeni kuralların röntgenini, hatta manyetik rezonans görüntülemesini izletiyorlar bize. Tarihe ve yaşadıkları yere olan sorumluluklarının bilincinde olan gerçek birer sanatçı olmanın ötesinde, iki insan hakları aktivisti, sosyolog ya da hakiki bilim insanları olarak da niteleyebiliriz yetmiş yaşlarını süren yaman sinemacıları! 
Lokita, ülkesi Benin’de ‘büyücü’ olarak ölüm cezasına çarptırılmış ve Belçika’da sığınma almış küçük çocuğun ablası olduğunu söylüyor yetkililere… Onun da yasal sığınmacı olarak sayılması ve evraklarını alması için tek çıkar yol bu… Halbuki Afrika’dan Belçika’ya uzanan zahmetli yolda tanışıp; kader birliği yapmış iki dost onlar! Kardeşten daha fazla düşkünler birbirlerine… Sarılıp ikisini de eve götürmek geliyor insanın içinden. ‘Burası eviniz, artık güvendesiniz’ demek! İstem dışı, erkenden büyümek zorunda kalan, acılarla boğuşan, ya da zorlu hayat mücadelesi içinde yok olup giden masum melekler oluyor; bu obur, zalim, adaletsiz, hain dünyanın harcadığı ilk şey! Final, Ken Loach ustanın ‘I, Daniel Blake / Ben, Daniel Blake’ini andırıyor… Zaten Dardenne Kardeşler ve Loach gibi ustalar için, ‘hep aynı filmi çekiyorlar’ diyenler çıkıyor arada karşımıza. Dünya aynı çünkü değişmiyor ki! Ne yazık… (4 / 5)  


ÖRÜMCEK-ADAM: ÖRÜMCEK EVRENİNE GEÇİŞ
-Evren kaosu!-

2018’de hayata veda eden iki dahi yaratıcının Stan Lee ve Steve Ditko’nun ellerinden ve zihinlerinden çıkma ‘Spider-Man / Örümcek-Adam’, ‘bambaşka’ bir öyküsüyle beyazperdedeydi yine 2018’de. Gişe canavarı filmlerin önde gelen türü olan çizgi roman uyarlamalarının en kişilikli örneklerinden biri duruyordu karşımızda! Üstelik bir animasyondu: ‘Örümcek-Adam: Örümcek Evreninde’
Brian Michael Bendis ile Sara Pichelli’nin yarattıkları Brooklynli yeni yetme Miles Morales, gezegenin bilinen Örümcek-Adam’ı Peter Parker’ın ölümünün ardından yeni Örümcek-Adam olarak dünyanın yükünü omuzluyordu! Gerçek adı Wilson Fisk olan, Marvel evreninin en kötü adamlarından ‘Kingpin’in kötücül planlarını tek başına bozmuyordu üstelik Miles Morales. Genç Spider-Man, açılan kapıdan, bildiğimiz evrene, çoklu evrenlerden, başka boyutlardan dalan ‘alternatif’ Örümcek-Adamlarla birlikte savaşıyordu karanlığa karşı! 
‘Paralel Evren’, ‘Çoklu Evren’ veya ‘Multiverse’; birbirinden farklı, gözlemlenebilir evrenlerin hipotezsel toplamı anlamına gelmekte bilimsel olarak. Başka evrenlerde hemen hepimizin alternatif kopyaları olabilir, diyor teori. Bu karambolde, şahane bir animasyona imza atmıştı üç yönetmen: Bob Persichetti, Peter Ramsey ve Rodney Rothman! Senaryo ekibi ve yapımcı kadrosunda yer alan Phil Lord’un katkılarını da unutmamak gerekiyordu tabii. Her şeyden önce çizgi roman estetiğini, ofset baskıyı, animasyonda canlı tutan kara kalem, tarama tekniği, biçim yönünden ayrı bir değer katıyordu yapıma. Orijinal seslendirme kadrosundaki yıldızların varlığı ise yine artı değerdi!
Ezber bozan zeki öyküsüyle, tasarım pırıltısıyla, ajiteye kaçmayan duygu dolu içeriğiyle, çetrefilli oluşlara karşılık yalın, dupduru anlatısıyla, sıcak, unutulmaz karakteriyle ayrı bir yerde duruyordu, çizgi roman dünyasının en popüler figürlerinden birini odağına alan ‘şık’ animasyon. ‘Başka bir alternatif evrende izlemeyi düşünmüyorsanız, kesinlikle kaçırmayınız’ deyip, dört yıldızı vermiştik beş üzerinden! 
Bu kez ciddi bir seri halini alan yapımın ikinci filmi karşımızda! ‘Örümcek-Adam: Örümcek Evrenine Geçiş’ İlk filmde olduğu gibi yine üç kişilik bir yönetmen grubu tarafından kotarılmış yeni yapım: Joaquim Dos Santos, Kemp Powers ve Justin K. Thompson. Devam filmi, Miles Morales, Gwen Stacy ve çoklu evrenden Spider-Man’lerin oluşturduğu yeni bir ekibin, daha önce karşılaşmadıkları mertebede bir güce sahip olan kötülüğe karşı mücadelesini konu alıyor. En sevdiklerini korumak adına güçlerini harekete geçiren Miles ve ergenlik denen o zorlu süreç! Olgunlaşmak, aile, ebeveyn-çocuk ilişkileri, sorumluluk, dostluk ve izleyeni yoran, beyin kıvrımlarına işleyen çok hızlı, dur durak bilmeyen şık bir animasyon! Kara kalem tarama tekniği yeni filmin de lokomotifi. Sadece bu hız sorunu, perdedekini izlerken belirli bir zorluk ve sıkıntı yaratıyor. Son hız süren maceranın bir yerinde; elli yaşının üzerindeyseniz ve süper kahraman çizgi roman serüvenlerine mesafeliyseniz film orada bitiyor sizin için.  Bir de ‘arkası yarın’ durumu vardı, eskiler bilir. Arkası yarınlara dönüştürdüler artık devam filmlerini. En heyecanlı yerinde iki buçuk saat izlediğiniz film ‘lak’ diye bitiyor ve bir yazı beliriyor perdede kocaman: ‘Arkası Yarın’!

Sonra, bu süper kahraman çizgi romanlarının beyazperde çevrimlerinin gerekliliği meselesi düşüyor perdedekini izlerken aklına elli yaş üzeri eleştirmenin ister istemez! Yani her şey mecrasında güzel ve anlamlı. Beyazperde adaptasyonu meselesini bir yere kadar anlıyor insan ama bir noktadan sonra ticari bir ürün halini alıyor izlemekte olduğunuz şey! Sinema, ürün pazarlama kalemlerinden biri haline geldi aslında yıllardır. Belki de ne bileyim, Kaz Dağları’nda sakin köy kalmışsa orda bir yerde arada bir Bresson, bir Bergman, Bir Ozu seyredip, ölümü beklemek belki eleştirmene düşen… 
Çizgi romanları, süper kahraman karakterlerini ve türü sevenler yanlış anlamasın. Dört başı mamur bir teknikle kotarılmış izlediğimiz bu ikinci bölüm aynı ilki gibi fakat çoklu evren, paralel evren, multiverse derken geçecek ve yaşanacak evren kalmıyor yevmiyeli eleştirmene ve sabah sabah kusursuz bir evren kaosu yaşanıyor zihinde ve yürekte! İzlerken perdede akan görüntülerin hızına yetişemeyip, beyin hücrelerimi, kulak zarımı ve retinamı salonda bıraktığım bir yapım oldu bu devam filmi. (3 / 5) 


THE BOOGEYMAN
-Açık kapı bırakmayın!-

Korku, gerilim ve doğaüstü kurgu türlerinde eserler üreten, çok satan ünlü kalem Stephen King’in aynı adlı kısa öyküsünden uyarlanan korku gerilimin senaryosu Scott Beck ve Bryan Woods tarafından kaleme alınmış. Yönetmen koltuğunda oturan isimse Rob Savage!
On altı yaşındaki Sadie ve on yaşındaki kız kardeşi Sawyer, annelerinin bir kaza sonucu meydana gelen trajik ölümünün şokunu yaşamaktadırlar. Babaları, terapist Will Harper da öyle! Kızlarıyla, ailenin yıkıcı kaybı hakkında konuşamaması, zaten dağılmış olan duygusal durumları daha da zorlaştırmaktadır. Lester Billings adındaki gizemli bir yabanıcı, çocuklarının ölümünden duyduğu üzüntüden kurtulmak için beklenmedik bir şekilde evlerine geldiğinde, ardında gölgelerde yaşayan ve kurbanlarının acılarıyla beslenen şeytani bir varlık bırakır. Karanlıkta yaşayan, ışıktan korkan ve insanlıktan önce de var olduğu söylenen bu ‘öcü’, Harper ailesine musallat olmuştur!
Son dönem korku-gerilim sinemasında öykü bütünlüğünde yer alan kutsal aile kavramı, babasız evlerde kötülüğe karşı mücadele veren kahraman anne ve çocuklar, annesiz evlerde sorunlu baba ve çocuklar şeklinde sürüyor. Her korku filminde aynı formül… Çocuksuz ve ailesiz koru-gerilim seyredemez olduk! Aile kavramını kollayıp koruyan son derece tutucu söylem her türlü kâbusa son nokta olarak konuyor. Bu filmde de var kutsal aile meselesi. Son tahlilde kurtarıcı olan anne, ailenin temel direği konumunda göz kırpıyor cennetten! 
Sophie Thatcer, Chris Messina, Vivien Lyra Blair, David Dastmalchian, LisaGay Hamilton ve Madison Hu, oyuncu kadrosunu oluşturan isimler. Eli Born’un yapıma artı değer katan kamerası, güçlü atmosfer ve ışık kullanımı, filmi şık bir seyirliğe dönüştürüyor. Adı dahil olmak üzere, daha önce benzerlerini bir çok kez izlediğimiz hikâye, türün meraklıları için gerçekten bazı özel anlara sahip. ‘Kapıları çalan benim, kapıları birer birer’ diyen öcü, yatak altı kontrollerini hangi yaşta olursanız olun yaptırtacak etkide! Dolaplar dahil bütün açık kapılara da dikkat! (3 / 5)


DALİ DİYARI
-Dahi bir çocuk!-

Hiç büyümemiş bir dahi çocuk Salvador Dali, ‘Daliland / Dali Diyarı’ filmine göre! Gerçeküstücülüğün resimdeki deha ismi Katalan ressam Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí i Domènech veya kısaca Salvador Dalí’nin (1904-1989) son dönemlerine bakan bir öykü perdede duran… 1973 yılındayız. Artık yaşlanmakta olan Salvador Dali, New York’ta düzenlenecek büyük sansasyonel sergisine hazırlanmaktadır. Genç sanat galerisi asistanı James, bu hazırlık süresince Dali’ye asistanlık yapmak üzere bizzat Dali tarafından seçilir. Dali, çok bağlı olduğu, hemen her şeyi, eşi Gala, dönemin ünlü ve renkli simaları, genç James’in akıl almaz tanıklıklarını süsleyeceklerdir. 
‘ I Shot Andy Warhol’ ve ‘American Psycho / Amerikan Sapığı’ filmlerinden anımsayacağımız Mary Harron’un yönettiği biyografik dramda ‘Salvador Dali’yi, dev aktör Ben Kingsley canlandırıyor. Usta aktris Barbara Sukowa, Rupert Graves ve Ezra Miller’ın yanı sıra Christopher Briney, Andreja Pejic, Suki Waterhouse ve Avital Lovava, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimlerini oluşturuyorlar. ‘Dahi’ olarak nitelenen sanatçının hemen bütün işlerine bakan, hem eşi, hem annesi konumundaki Gala ile birlikte bir otelde yaşayan Salvador Dali’nin verdiği uçuk kaçık partiler. Gerçeküstü oluşların süslediği gündelik detaylar. Sadece partilerine değil, hayatına da aldığı dönemin popüler ve çizgi dışı simaları, Dali’nin kimi tablolarına konu mankeni olmuş, İtalyan ve Fransız pop müziği ile Chanson müziğinin önemli isimlerinden, aynı zamanda manken olan Amanda Lear, metalin babası lakabıyla anılan Rock solisti ve müzisyen Alice Cooper, dostu ve Gala’nın ilk eşi olan gerçeküstücü ve Dadaist Fransız şairi Paul Eluard, yine çok yakın arkadaşı olan efsane sinemacı Luis Buñuel ve diğerleri…
Genç sanat galerisi asistanının gözünden Dali, Gala ve diğerlerinin öyküsü, vaat ettiği zenginlik ve detaydan uzak biçimde kotarılmış. Ünlü ressamın en çok bilinen eserlerinden olan ‘Belleğin Azmi’ ya da popüler adıyla ‘Eriyen Saatler’ ile ‘Büyük Mastürbatör’ adlı tabloları sadece kelimelerle yer alıyor filmde. Bir telif sorunu olarak filmde Dali’nin hiçbir eserini göremiyoruz. Bu da, ünlü ressam ve eserleri konusunda biyografik yapımın kolunu kanadını kırıyor. Büyük eksiklik gerçekten… Yüzyılın önemli figürlerinden Dali, eksantrik eşi Gala, sansasyonel yakın çevresi, sanatçı dostları, onları direkt etkileyen ‘sebep-sonuç’lardan bağımsız, adeta geçiştirilerek, üstünkörü, adeta ‘canlandırma’ şeklinde yer almışlar hikâyede. Dali başta olmak üzere hiçbir karakterin derinine inememiş film. Böylelikle sadece mevzuya kapı aralığından bakıp çıkan, ‘karikatür’ bir anlatı oluvermiş bu her yanıyla ilginç dehanın öyküsü! (2,5 / 5)

Haftanın notlarımız arasında yer alamayan yenilerine bakacak olursak…
Usta aktör Robert De Niro’ya, Sebastian Maniscalco’nun eşlik ettiği, Laura Terruso imzalı komedi ‘About My Father / Eyvah Babam!’, iki farklı ailenin bir araya gelmesiyle yaşanan komik olayları öykülüyor. De Niro, eski kafalı İtalyan göçmen bir babayı canlandırıyor. Sebastian; nişanlısını tanıştırmak üzere babasıyla çıktığı yolculukta hiç planlamadığı olaylar yaşar.
Robert Rodriguez’in yönettiği aksiyonu yüksek gerilim ‘Hypnotic / Hypnotic: Zihin Avı’nda başlıca rolleri Ben Affleck ve Alice Braga paylaşıyorlar. Jeff Fahey, Jackie Earl Harley ve William Fichtner, oyuncu kadrosunun güçlü ve emektar isimleri. Dedektif Danny Rourke, küçük kızı Minnie kaybolduktan sonra onu bir daha bulamamıştır. Öfkesini ve kızını bulma umudunu hiç kaybetmeyen Danny, görev başındayken bir banka soygunu haberini alır. Bankaya hırsızlardan önce ulaşmayı başaran Danny, kasada kızı Minnie’nin fotoğrafını bulur ve elindeki tek ipucunun peşinden gider.
‘Prestij Meselesi’, 1991 yılında kurulan ve özellikle 90’lı yıllar boyunca ülke müziğine birçok önemli ismi kazandıran Prestij Müzik ile yolları kesişen Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz ve Haluk Levent’in, müzik yapımcısı Hilmi Topaloğlu ile birlikte çıktıkları ve birer yıldız oldukları yolculuğu taşıyor perdeye. Mahsun Kırmızıgül’ün yazıp yönettiği müzikal dramda başlıca rolleri Engin Hepileri, Eser Yenenler, Aslıhan Güner, Biran Damla Yılmaz, Şebnem Bozoklu, Melisa Döngel, Ali Sürmeli, Bülent Emrah Parlak, Levent Sülün, Erkan Petekkaya ve Erdal Özyağcılar üstleniyor.


İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!


İyi seyirler herkese!

 

TARİHTE BU HAFTA
Altı yıl öncesine, 2017 yılına gidiyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!

Vizyonda bu hafta (2 Haziran 2017)
Yaz mevsiminin ilk vizyon haftası beraberinde sekiz film getiriyor! Sinemamızın en önemli yapımları arasında yer alan Ömer Kavur’un 1987 tarihli başyapıtı ‘Anayurt Oteli’, restore edilmiş kopyasıyla otuz yıl sonra ikinci kez vizyon görüyor! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.


WONDER WOMAN
-Süper kahramanlara ‘anlam’ katan kadın!-

Beyazperdede, 2005 tarihli ‘Elektra’dan bu yana karşımıza çıkan ilk süper kadın kahramanın, ‘Wonder Woman’ın öyküsü, aynı adlı DC Comics karakterinden uyarlanmış perdeye. William Moulton Marston’un yarattığı karakterin perdedeki öyküsünü ize Zack Snyder, Allan Heinberg, Jason Fuchs üçlüsü kaleme almışlar. Yönetmen koltuğuna ise, odaktaki süper kadın kahramana yaraşacak biçimde 2003 tarihli ilk uzun metrajı ‘Monster / Cani’ ile tanıdığımız bir diğer kadın Patty Jenkins oturmuş. Aksiyonu yoğun fantastik macera, yenilmez Amazon savaşçısı Diana’nın dünyayı acı ve vahşet ile doldurmuş Birinci Dünya Savaşı’nın müsebbibi olarak gördüğü Ares’i durdurmak için verdiği mücadeleyi öykülüyor.
Wonder Woman olarak bilinmeden önce Amazon prensesi olan Diana, özellikle teyzesi General Antiope tarafından, yenilmez bir savaşçı olarak eğitilmiştir. Amazonların yaşadığı, onlara Zeus tarafından sunulmuş, kimsenin erişemeyeceği başka bir boyutta yer alan, cenneti andıran adaya düşen bir Amerikan Pilot'unun uçağı vasıtasıyla, Diana’nın başka bir dünyanın varlığından haberi olur. Kazadan kurtulan pilot, genç prensese, adanın dışındaki dünyada büyüyen savaş tehdidinden bahseder. Bu tehdidin Ares tarafından gerçekleştiğine ve durdurabileceğine inanan Diana, adayı terk edip, insanlığın yanında yer almak ve savaşa son verip, kalıcı barışı sağlamak adına, genç pilotla birlikte dünyaya gider.
Zack Snyder imzalı süper kahraman filmlerinden 2016 tarihli ‘Batman v Superman: Dawn of Justice / Batman v Superman: Adaletin Şafağı’ filminde ilk kez karşımıza çıkıp, yan karakter olarak ‘Wonder Woman’ı canlandıran İsrailli aktris Gal Gadot bu kez ana karakter olarak boy gösteriyor perdede. Yakışıklı aktör Chris Pine’ın yanı sıra, Connie Nielsen, Robin Wright, David Thewlis, Danny Huston, Ewen Bremner gibi usta oyunculara ek, İspanyol aktris Elena Anaya ve Saïd Taghmaoui de, iddialı kadroyu oluşturan diğer isimler olarak öne çıkıyorlar.
Şık yapım tasarımı, gelişmiş incelikli özel efektler gibi, bu tip süper kahraman filmlerinin olmazsa olmazları bu sefer de kusursuza yakın biçimde uygulanmış perdede. Hikayede eksik olan Birinci Dünya Savaşı’nın acı gerçeğine pek uygun düşmeyen kostümüyle Wonder Woman’ın döneme eklenmesi belki de! Ama çekilen kahramanlık fotoğrafı gibi o da, bir gerçeğin kanıtına dönüşebiliyor! Beylik gelişmelerin hikayenin ortalık yerinde salınması ve artık ezberlenmiş mitolojik oluşları ötelersek, çekim alanı geniş ve başarılı oyuncu Gal Gadot’un, ‘süper erkek kahramanlar’ dünyasına gerçek bir merhaba demesi, iyi geliyor bünyeye! ‘Kadın gücü’nü, feminist damarı, Amazonlar özelinde görmek keyifli ve umutlu ayrıca.
İçinde barındırdığı türlü fesat ve kötülüğe rağmen, insandan yana umudu kesmeyen güçlü, dürüst ve barışçıl Amazon kadını, erkek egemen süper kahramanlar dünyasına anlam katıyor kesinlikle! (3 / 5) 


ANAYURT OTELİ
-Otelci Zebercet ve oteldeki günler… -

Sinemamızda bütün zamanların kuşku yok ki en önemli filmlerinden biridir Ömer Kavur imzalı ‘Anayurt Oteli’. Başka bir filmdir! Başka bir halet-i ruhiye! Başka bir gerçeklik! Başka bir teşhis! Başka bir duyarlılık! 1987 tarihli film, edebiyatımızın az ama öz ürün vermiş en usta isimlerinden Yusuf Atılgan’ın, ilk kez 1973 yılında yayımlanmış aynı adlı romanından uyarlanmıştır perdeye. Otuz yıl sonra, restore edilmiş özel kopyasıyla yeniden izleyiciyle buluşuyor bu başyapıt!
Gecikmeli Ankara treniyle gelen ve otelde bir gece kalan adını bile bilmediği kadın yüzünden, babadan kalma otelin sahibi ve aynı zamanda katibi Zebercet’in ve Anayurt Oteli’nin birbirinin aynı olan günlerinin seyri değişir!
Edebiyatımızın unutulmaz tipi ve mekânı, Ömer Kavur’un bambaşka duyarlılığı ve yürekli sinemasıyla, perdede unutulmaz bir başyapıta dönüşmüştür. Zebercet rolünde Macit Koper döktürür adeta! Serra Yılmaz, Orhan Çağman ve Şahika Tekand diğer önemli rollerini üstlenirler kapkara dramın!
Yoz bir düzende çaresizlik, yalnızlık, sapma, sıkıntı, yabancılaşma ve tükenmişlik halleri…
İstasyona yakın Anayurt Oteli, dönem Türkiyesi’nin bir simgesidir de!  Zebercet’in yuvası, her şeyidir! Zebercet, gerçekle hayali birbirine karıştıran kayıp, rahatsız bir ruhtur. Kavur, küçük taşra kasabasının otel katibi Zebercet’in zihnine dek sokar bizi. Güvensizdir, yalnızdır. Annesini özlemektedir. Gecikmeli Ankara treni ile gelen kadın, geçmişin bir hayaletidir belki de! Ölüm müdür, bütün sıkıntılara son verecek olan kaçış! Görünüş yanıltıcıdır öte yandan. İkide bir ‘beni soran oldu mu’ diyen tedirgin yaşlı adam lobide oturur. Hayatın dışına düşmüş zavallı Ortalıkçı kadın sürekli uyuklamaktadır. Bir de kedi vardır bu sıkıntılı hapsedilmişliğin içinde! Zihnin dehlizlerinde dolaşır durur. Havlularla anahtarları da unutmayalım! Zebercet, çekingenlikle dolanır sokaklarda. Berbere gider. Sahi kesmiş midir bıyıklarını? Çarşıda salınır bir süre. Kestaneciyle laflar. Horoz dövüşüne gider. Bir meyhaneye uğrar. Sinemaya sonra. Midesi bulanır, oteline geri döner karanlık, ıssız sokaklardan. 
Sadece yüzeyde görüneni değil, onun altında saklanan manayı, varoluş acısını anlama gayretindeki Ömer Kavur’un benzersiz ve kişilikli sineması ile yeni tanışacak olan genç izleyici için olduğu kadar, Yusuf Atılgan ve Kavur’un dehalarını yeniden fark etmek veya ‘geç de olsa’ keşfetmeyi dileyenler, geniş anlamda ise, ‘insanım’ diyen herkes için bir mecburiyet! (5 / 5)


KAPTAN DÜŞÜKDON: DESTANSI İLK FİLM
-Gücünü, mizah duygusundan alan kahraman!-

Dav Pilkey’in, ilki 1997’de yayımlanan on iki kitaplık Kaptan Düşükdon serisinden perdeye uyarlanmış incelikli animasyon, DreamWorks stüdyolarından çıkma. Nicholas Stoller ve David Soren tarafından uyarlanan senaryoyu yine Soren yönetmiş.
Hayal güçleri yüksek iki sıkı dost Harold ve George’un ve yarattıkları hayal kahramanı Kaptan Düşükdon’un ete kemiğe bürünmesinin öyküsü izleyeceğimiz. Birbirlerine müthiş bir dostlukla bağlı olan doğuştan arkadaş Harold ve George, okuldan arta kalan saatlerini, ağaç evlerinde, kendi tuhaf düş kahramanları Kaptan Düşükdon’un maceralarını yazıp çizdikleri çizgi romanları yaratarak geçirmektedirler. En kızdıkları insansa, kötü kalpli olarak niteledikleri otoriter okul müdürleri Mr. Krupp’dur. Odasında, ‘umuda yer olmadığı’ yazılı olan müdür Krupp, yuva sınıfından beri ayrılmayan iki kafadarı, aynı sınıflara koymakla tehdit edince, bizimkilere, Mr. Krupp’u hipnotize edip onu hayal kahramanları Kaptan Düşükdon’a çevirmek düşer!  
Kötücül bilim adamı Profesör Poopypants ve sınıfın inek öğrencisi Melvin’i de unutmamak gerek tabii, bu keyifli cümbüşten söz ederken! Ne olursak olalım, mizah duygumuzu yitirmememiz gerektiğinin yanı sıra, hayal gücünün de en önemli yetenek olduğunu anımsatıyor enfes animasyon. ‘Mizah gücümüz olmayınca biz biz değiliz’ diyen DreamWorks yapımı, en başta dostluğun ve arkadaşlığın öneminin altını çizerken, yalnızlık, dayanışma, aşk, arkadaşlık ve sevgi üzerine ciddi satırbaşları da yapıyor. 
Bu arada ‘bütün süper kahramanlar donla uçmaz mı?’ sorusundan hareketle, üzerindeki pamuklu beyaz donu ve peleriniyle insanlığa hizmet eden yeni süper kahramanımız Kaptan Düşükdon’la da tanışıyoruz. En büyük gücü mizah duygusu olan Kaptan Düşükdon, süper kahramanlar evreninin kuşkusuz en büyüğü oluyor! (4)

90’lı yıllarda adından çok söz ettiren TV dizisinin, başrollerini Dwayne ‘Rock’ Johnson ve Zac Efron’un üstlendikleri Seth Gordon imzalı sinema uyarlaması ‘Baywatch / Sahil Güvenlik’, haftanın korku-gerilim kontenjanının yabancı kanadını dolduran ‘FirstBorn / Şeytanın Doğuşu’ ile birlikte üç yerli yapım, romantik komedi türündeki ‘Bambaşka’, korku-gerilim denemesi ‘Nefrin’ ve yine bir komedi filmi olan ‘Bir Damla Aşk’, haftanın; notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese!
MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar