02 EYLÜL 2022
Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz çok yakında bu beladan kurtulacağız tamamen!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ni sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Los santos inocentes
(Yönetmen: Mario Camus / 1984)
La mort d'un bûcheron
(Yönetmen: Gilles Carle / 1973)
Popiól i diament / Küller ve Elmaslar
(Yönetmen: Andrzej Wajda / 1958)
Moderato Cantabile
(Yönetmen: Peter Brook / 1960)
YUL 871
(Yönetmen: Jacques Godbout / 1966)
Vizyonda bu hafta (2 Eylül 2022)
Üçü yerli yapım olmak üzere Eylül’ün ilk vizyon haftası toplam sekiz filme ev sahipliği yapıyor!
Haftanın dört yeni filmi; ‘Beast / Canavar’, ‘Avec amour et acharnement / Bıçağın İki Yüzü’, ‘The Invitation / Davet’ ve daha önce 17 Aralık 2021 tarihinde vizyon görmüş olan ‘Spider-Man: No Way Home / Örümcek-Adam: Eve Dönüş Yok’, notlarımız arasında.
CANAVAR
-Canavarlar arasında!-
Eşini yeni kaybetmiş bir baba olan Dr. Nate Samuels ve iki kızı, Güney Afrika’ya, annelerinin doğup büyüdüğü topraklara gelirler. Uzun süre önce planlanan moral gezisinde, eski aile dostları ve vahşi hayat biyoloğu Martin Battles’ın yönettiği doğal hayat alanında konaklayacaklardır. Yaraları sarmak üzere başlayan yolculuk, kaçak avcıların zulmünden kurtulmuş, insanları artık düşman olarak gören vahşi bir aslandan kurtulmak adına amansız bir mücadeleye dönüşecektir.
Hayatta kalma ve tekrar aile olma hikâyesi, 70’li yılların ‘canavarlaşan hayvan saldırısı’ alt türüyle harmanlanmış! Araya para peşindeki kaçak avcıları filanı da ekleyince ‘resmi avcılığı’ da aklamayı unutmayan, sistemle barışık, düz bir macera filmi çıkıvermiş. Aslında gayet titiz çekilmiş filmin yönetmeni, İzlandalı usta isim Baltasar Kormákur. 2000 yılında ‘101 Reykjavik’ ile tanıdığımız ve kısa sürede festivallerin aranılan adamı olup; Hollywood’da da rüştünü ispatlamış Kormákur, korku öğeleri içeren hayatta kalma dramını teknik açıdan iyi kotarsa da, elindeki malzeme buraya kadar diye bağırıyor! Kısa plan sekanslarla ilgiyi diri tutmaya çalışan yönetmenin elindeki öykü oldukça keskin ve kesin sınırlara sahip!
Son dönemin aranılan yıldızı İngiliz aktör Idris Elba’ya, Güney Afrikalı yaman oyuncu Sharlto Copley eşlik etmiş. Görüntü yönetiminin de destek verdiği anlatı, uçucu bir seyirlik olarak gayet rahat izletiyor kendini. ‘Oldu bitti’ye getirilen finalde, ‘aslan’ın macera boyunca verdiği emeğe biraz ayıp edilmiş! ‘Aslan’ı tutan bizim gibiler için alternatif bir son olmalıydı kuşkusuz! (2,5 / 5)
BIÇAĞIN İKİ YÜZÜ
-Üçgenin iç açıları-
Parisli radyo programı sunucusu Sara, emekli spor yıldızı sevgilisi Jean ve Sara’nın Jean uğruna terk ettiği ve unutmakta zorlandığı eski aşkı François. Hemen her şey günlük rutinde ilerlerken, bir sabah Sara ile François’nın yolları kesişir. Sara, hayatının aniden değişebileceği hissine kapılır ve sonrasında işler çığırından çıkar. Üçlü bir aşk öyküsü izlediğimiz. Christine Angot’un ‘Un tournant de la vie’ adlı romanından bizzat Angot ve Claire Denis’in uyarladığı senaryoyu yine usta yönetmen Claire Denis imzalamış. Berlin Film Festivali’nde ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü kazanan gerilimli romantik dramın başrollerini, iki yıldız; Juliette Binoche ve Vincent Lindon paylaşıyorlar. Grégoire Colin, Mati Diop ve Bulle Ogier, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimlerini oluşturuyorlar!
Adını, sıklıkla Claire Denis’le birlikte çalışan Tindersticks’in film için besteledikleri parçadan alan ‘Both Sides of the Blade / Bıçağın İki Yüzü’, tutkulu bir aşk üçgeni ve son tahlilde bireyin kendini özgür hissetmesi üzerine. Zorlu ve tuhaf bir geometri! Özellikle kadın özgürlüğü üzerinden yürüyen ve ilişkinin seyir halinin bireylerin ruh altı üzerindeki etkisine odaklanan duygusal yapım, Berlin’in büyük ödülü ‘Altın Aslan’a da aday olmuştu. Aşk, tutku, ten, arkadaşlık, aile, yalanlar, sorumluluk, mecburiyet, fedakârlık, ebeveyn olmak ve adına ‘ilişki’ denen kişiler arasındaki sancılı, tuhaf süreç! ‘Tutarsızlık’ içeren ilişkilerin çözülmesi zor kodları, aşkın bozduğu dengeler ve her iki taraf, hatta üçüncü şahıslar için yeni bir hayat oluşturma ve kendini yalnız duyma, yeniden birey olma koşulları! Clara Denis’in ‘iyi filmleri’ arasında olmasa da, kendini izlettiren ve kişiye özel sorular sorduran ‘çetrefilli’ bir dram perdede duran. (3 / 5)
ÖRÜMCEK-ADAM: EVE DÖNÜŞ YOK (İlk vizyon tarihi: 17 Aralık 2021)
-Çoklu evren macerası-
Yeni filmde farklı evrenlerden ‘Spider-Man’ / ‘Örümcek-Adam’ tarihinin üç ismi bir arada! Öncelikle biraz bilgi… Karakterin ‘asıl çocuk’ olarak kendi öz maceralarını yaşadığı sekizinci filmi duruyor perdede. Peter Parker’ın gizli kimliği olan ‘Örümcek Adam’, Marvel Comics’e bağlı Stan Lee ve Steve Ditko tarafından yaratılmış kurgusal bir kahraman. İlk defa Marvel Comics’in ‘Amazing Fantasy’ isimli çizgi romanının 15. sayısında 1962 yazında ortaya çıkmış. O günden bu yana, Superman ve Batman ile birlikte dünyanın en popüler süper kahramanları arasında yer alıyor. Örümcek Adam karakteri çizgi roman ve dizilerde, çizgi filmlerde ve 70’li yıllarda TV filmi olarak, ardından da büyük bütçeli Hollywood filmlerinde buluştu hayranlarıyla. 1977 tarihli TV dizisi ‘The Amazing Spider-Man’da sevilen karakteri Nicholas Hammond canlandırdı. Beyazperdede ise Sam Raimi üçlemesi olarak bilinen 2002, 2004 ve 2007 tarihli filmlerde Tobey Maguire, 2012 ve 2014’te Marc Webb’in yönettiği iki filmde Andrew Garfield, 2017, 2019 ve şimdi nihayet 2021’de yönetmen koltuğunda Jon Watts’ın oturduğu üç serüvende genç İngiliz aktör Tom Holland yer aldı Spider-Man rollerinde…
Gelelim yeni maceraya… Örümcek Adam’ın kimliği açığa çıkmıştır ve süper kahraman olmanın riskleri hayatı iyice zorlaştırmıştır Peter Parker için. ‘Doktor Strange’den yardım isteyen Peter, gerçek anlamda örümcek-adam kimliğinin ne olduğunu keşfetmek üzere kendi miti üzerinden müthiş bir serüven yaşar.
Jon Watts’ın yönettiği Marvel evreninin sevilen kahramanının yeni macerası, Stan Lee ve Steve Ditko’nun yarattıkları orijinal Marvel evreninin ruhuyla buluşturuyor izleyiciyi. Çok eğlenceli, sürprizli, evrenin derin takipçilerini mutlu edecek göndermelere sahip, tempolu, heyecanlı ve oldukça duygusal bir film olmuş ‘Spider-Man: No Way Home’. Fakat evrenin ve karakterin aşırı fanatiği değilseniz, hepsi bu… Elli iki yaşındaki bir sinema yazarı için –daha doğrusu şahsım adına- ötesi pek yok meselenin. Eğlendik mi eğlendik, gençlere güzel ve doğru şeyler söyledi mi film, söyledi. Heyecan var mı, var; Duygulandık mı, ziyadesiyle. Eee.. Yeter de artar bile bütün bunlar, Marvel dünyasına mesafeli bir izleyici için. Marvel’ciler içinse hakiki bir şölen duruyor perdede.
Tobey Maguire, Andrew Garfield ve nihayet Tom Holland, üç evrenin ‘Örümcek-Adam’ı olarak el ele, omuz omuza, tarihi düşmanlarıyla mücadele ediyorlar. ‘Doktor Strange’in devasa katkılarını unutmamak gerek tabii. Yeni nesil Örümcek-Adam’ımız Tom Holland, sevdiceği ‘MJ’ rolünde Zendaya, yakın arkadaşı Ned Leeds’i canlandıran Jacob Batalon ve ‘Doktor Strange’miz yaman aktör Benedict Cumberbatch, kadronun ‘asıl’ yıldızları. Kıdemli örümcek adamlar Tobey Maguire ve Andrew Garfield, müthiş nüanslar katmışlar öyküye… Ve efsane düşmanlar olarak karşımıza çıkan Max Dillon, Norman Osborn, Dr. Otto Octavius ve Sandman karakterlerine hayat veren Jamie Foxx, Willem Dafoe, Alfred Molina ve Thomas Haden Church… Fedakar anne ‘May Parker’ rolünde Marisa Tomei ve kötücül muhabir ‘Jonah Jameson’ rolünde J.K. Simmons’u atlamayalım zira!
Neredeyse kusursuza ulaşmış teknik altyapıyla Marvel evreninin efsane kahramanına özel bir saygı duruşu niteliği de taşıyan bilimkurgu aksiyon, iki buçuk saatlik süresini asla hissettirmeden yağ gibi akıp gidiyor… Son tahlilde öykünün şahsen beni etkileyen en önemli tarafı, duygusunun perdeden koltuğa kolaylıkla geçtiği gerçeğiydi! Türün aslında hemen her süper kahramanın hikâyesinde öncelikli olan fakat fazla hissettirilmeyen/görünmeyen ‘duygu’ durumu bu kez çok önde! ‘Keyifliydi’ diyerek not düşerek zihnime; çoklu evrenlerden kendi mütevazı evrenime dönüp, salon çıkışı Beşiktaş minibüsünde buldum kendimi. Kalabalık karmaşada şoföre para uzatmak, üst düzey, kıdemli bir süper kahramanın bile zorlukla kıvıracağı bir işti! (3,5 / 5)
DAVET
-Her davete icabet edilmez!-
Genç ve özgür bir kadın olan Evie, sahip olduğunu hiç bilmediği bir kuzeni olduğunu keşfeder. Varlığını yeni öğrendiği ailesi tarafından İngiliz kırsalında gerçekleşecek gösterişli bir düğüne davet edilen Evie, burada yakışıklı aristokrat ev sahibi ile yakınlaşır, ancak ailenin geçmişindeki gizemli sır ve kötücül niyet ortaya çıktıkça cömert davet, kanlı bir hayatta kalma mücadelesine dönüşür.
Jessica M. Thompson’un yönettiği korku-gerilimin başrolünü Nathaniel Emmanuel üstleniyor. Thomas Doherty, Stephanie Corneliussen, Alana Boden, Hugh Skinner ve usta aktör Sean Pertwee; oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimlerini oluşturuyorlar. Çekimleri Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de gerçekleştirilen yapım, türün klasik jargonuna uygun gidişatıyla benzerlerini pek çok kez izlediğimiz bir gotik korku örneği oluyor beyazperdede. Salınımı yetersiz kurgusu, stüdyonun yaş sınırını gözeterek elini korkak alıştıran kan/dehşet oranı ve vasat senaryosuyla ‘ortalama’ bir korku örneği olarak yerini alıyor zihinlerde. Kadın gücü ve dayanışmasının altını çizmesi, öykünün belki de en güzel yanı. (2,5 / 5)
Haftanın notlarımız arasında yer almayan diğer yenilerine bakacak olursak…
İspanyol yapımı animasyon ‘Tad the Lost Explorer and the Emerald Tablet / Hazine Avcısının Maceraları ve Zümrüt Tablet’, Enrique Gato imzalı. Tadeo’nun en büyük rüyası, arkeolog meslektaşları tarafından kabul görmektir ama kazaya eğimli doğası buna engel olur. Nadir bulunan bir lahiti yanlışlıkla tahrip edince bir sihir gerçekleşir ve aksiyon yüklü bir macera başlar!
Onur Bilgin’in yönettiği yerli gerilim örneği ‘Sanrı’da başlıca rolleri Neşe Erkal ve Halit Şahin üstleniyorlar. Yasemin maddi sıkıntılar yaşamakta ve iş aramaktadır. Şehrin dışında yaşayan bir ailenin, dokuz yaşındaki kız çocuklarına yatılı bakıcı olarak iş bulur. Bir süre sonra evde meydana gelen bazı garip doğaüstü olaylara şahit olmaya başlayan kadın, yaşadıklarına anlam vermeye çalışırken, geceleri gördüğü kâbuslar, günlerini daha da korkutucu hale getirir.
Yönetmenliğini Bilal Kalyoncu’nun üstlendiği, senaryosunu Koray Yeltekin’in kaleme aldığı komedi türündeki ‘Yalancı Şahit’, Algı Eke, İnan Ulaş Torun, Onur Sermik, Ruhsar Gültekin ve Deniz Oral’dan oluşan oyuncu kadrosuna sahip!
Haftanın bir diğer yerli komedisi olan ‘8-0’ın afişinde, ‘Maç bitti hala gol yiyoruz!’ ibaresi yer alıyor. Arif Güzel’in yazıp yönettiği mizahi öyküde başlıca rolleri, Arif Sevimli, Mustafa Yavuz, Aydoğan Temel, Mustafa Ak ve Zeki Yılmaz üstleniyorlar.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
Altı yıl önceye, 2016 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.
Vizyonda bu hafta (2 Eylül 2016)
Sonbaharın ilk haftasının beraberinde getirdiği yeni film sayısı yedi. Bunlardan dördü yerli yapım. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.
KAN BAĞI
John Carpenter’ın ikinci uzun metrajı olan 1976 tarihli aksiyonu ‘Assault on Precinct 13 / Baskın’ın 2005 yılında yeni versiyonunu yöneten Fransız sinemacı Jean-François Richet imzalı ‘Blood Father / Kan Bağı’, oldukça tanıdık bir öykü öncelikle. Pierre Morel’in popüler bir seriye dönüşen Liam Neeson’lu aksiyonu ‘Taken / 96 Saat’ in Mel Gibson’lu şekli perdede duran yapım. Bu kez, fedakar baba rolünde Mel Gibson var. ‘Baba’ figürüne ve emekli, olgun aksiyon yıldızı rollerine yeni bir nefes katmaya çalışmış yapım, Gibson’un karizmasından iyi faydalanıyor. Yirmili yaşlarının henüz başlarındaki Erin Moriarty ile baba-kız rolüne bürünen Gibson’a, yetenekli Meksikalı yıldız Diego Luna ile birlikte iki usta oyuncu William H. Macy ve Michael Parks eşlik ediyorlar. Vietnam gazisi ve eski bir suçlu olan John Link, on yedi yaşındaki kızından uzun süredir haber alamamaktadır. Pek de temiz olmayan geçmişini geride bırakmış olan yalnız adam, bir karavan parkında dövme yaparak yaşamını sürdürürken, kızından gelen ‘imdat’ telefonuyla, kendini uzun süredir veda ettiği, tanıdık ortamlarda bulacaktır. Biricik kızını, beladan korumak için elinden gelenin fazlasını yapmaya soyunan fedakâr baba rolüne yeni bir ‘hava’ katmayı başarmış Mel Gibson. Fakat olanca tanıdık oluşları ve hikâyesiyle, seyre değer olmanın üzerine çıkamıyor endüstriyel bir duygusal yanı da olan gerilimli aksiyon. Peter Craig’in aynı adlı romanından uyarlanan yapım, oyuncu kadrosunun yanı sıra, Robert Gantz’ın temiz kamerasıyla da ilgiyle izletiyor kendini. (2,5 / 5)
Dört yerli yapım, komedi türündeki ‘Tutmayın Beni’, popüler Hollywood korku serilerini tiye alan ‘Korku Komedi: Bana Normal Aktiviteler’, örneklerine sıklıkla rastladığımız korku denemesi ‘Siccin 3: Cürmü Aşk’ ve bir dram ‘Masal’ ile birlikte, Nemo’ya arkadaş gelen Pixar animasyonu ‘Finding Dory / Kayıp Balık Dori’ ve başrollerini Alicia Vikander ile Michael Fassbender’ın üstlendikleri romantik dram ‘The Light Between Oceans / Hayat Işığım’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese!
MURAT ERŞAHİN