Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

02 ARALIK 2022

01 Aralık 2022 Perşembe 11:53
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Dünya genelinde altı milyondan fazla, ülkemizde yüz binin üzerinde can kaybına yol açan Koronavirüs (COVID-19) belasından, aşılarımızı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak, maskelerimizi kapalı alanlarda ve toplu taşıma araçlarında çıkartmamaya çalışarak korunmaya devam ediyoruz. Umuyoruz çok yakında bu beladan kurtulacağız tamamen!
Tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde sinema salonları yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler umduğumuz o ki, bir daha kapanmamak üzere açılıyordu! Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdim sizlere! 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaştım. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ni sizlerle buluşturdum. Sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film önerdiğim ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bölüm ve geçmiş vizyon haftalarını anımsadığımız ‘Tarihte Bu Hafta’ adlı bölümler devam edecek!
Önce sağlık; gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!


ÖNCE TAVSİYELER…

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

My Beautiful Laundrette / Benim Güzel Çamaşırhanem
(Yönetmen: Stephen Frears / 1985)

Stand By Me / Benimle Kal
(Yönetmen: Rob Reiner / 1986)

Maurice
(Yönetmen: James Ivory / 1987)

The Unbearable Lightness of Being / Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
(Yönetmen: Philip Kaufman / 1988)

My Own Private Idaho / Benim Güzel Idaho’m
(Yönetmen: Gus Van Sant / 1991)

 

Vizyonda bu hafta (2 Aralık 2022)
Üçü yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni filme ev sahipliği yapıyor Aralık ayının ilk vizyon haftası!
Penelope Cruz ve Antonio Banderas’ı buluşturan eleştirel dram ‘Official Competition / Resmi Yarışma’, Elizabeth Banks ve Sigourney Waver’ın başrolleri üstlendikleri tarihi ve politik öykü ‘Call Jane / Acil Durumda Jane’i Ara’ ve aksiyona korku ve mizah öğeleri ekleyen ‘Violent Night / Vahşi Gece’ notlarımız arasında!


RESMİ YARIŞMA
-Mide bulandıran hakikat!-

Son derece varlıklı bir iş adamı, sekseninci yaş gününde halkın kendini nasıl gördüğünü ve sosyal prestijini sorgularken, sosyal sorumluluk adına bir ‘film yapmaya’ karar verir. En iyi yönetmeni, en iyi oyuncuları, en iyi teknik ekibi bulup, ödüller alacak iyi bir film çekecek ve adını yapımcı olarak tarihe bırakacaktır! Heyheyli, farklı isteklerle kadrosunu zorlayan fakat bol ödüllü iyi bir yönetmen olarak bilinen auteur isim Lola Cuevas’e teslim edilir yapım! Lola, filminde birbirine düşman iki kardeşi canlandıracak birbirine tamamen zıt iki çok iyi aktörü, bir Hollywood yıldızı olan Félix Rivero ve tiyatro kökenli, eğitimci duayen aktör Iván Torres’i oyuncu kadrosuna katarak provalara başlar. Egoları yeteneklerinden de büyük olan aktörler ve Lola’nın çığırından çıkan yöntemleri, bambaşka bir yüzleşmeye ve gerçeğe götürür yapım sürecini! 
Arjantinli sinemacıları Mariano Cohn ve Gastón Duprat’ın birlikte yazıp yönettikleri İspanya-Arjantin ortak yapımı kara komedi, Venedik’te Altın Aslan için yarışmıştı. Penélope Cruz, Antonia Banderas ve Arjantinli usta aktör Oscar Martinez’i bir araya getiren yapım, yaldızlı sinema dünyasının perde arkasını son derece acımasız bir dille alaya alıp, can acıtan gerçekçiliğiyle yerinde tespitler yapmayı başarıyor! 
Vahşi kapitalist dünyada sanat ve ürün ikilemi, yaratım sürecindeki zorluklar, yaratıcı egoları, sonuç ve hakikatin aldatıcı dürüstlüğü, ödenmiş ve ödenen bedeller, yalanlar, aldanışlar, filmler, festivallerin içyüzü ve ikiyüzlü karakterleriyle sözde sanat dünyası… Kimi anlar acıyla gülümsediğimiz, bazı noktalarında kahkahalar attığımız karanlık hiciv, zekice, dürüst ve doğru! (3,5 / 5)

 

ACİL DURUMDA JANE’İ ARA
-Dünya değişirken-

1968 yılında Chicago’dayız. ABD’de bütün dünyada olduğu gibi değişim rüzgârları esmekte. Karmaşa ve değişim, sokaklardan, evlere, üniversitelerden, şirketlere, yemek masalarından oturma odalarına dek kendini belli ederken, sıradan küçük insan, farklı tercihlerin, eşitliğin, özgürlüğün, hakların ve adaletin üzerine daha çok konuşur olmuşlar. İkinci hamileliğinin sağlığını tehdit ettiği teşhisi konulan sabık ev kadını, ideal eş ve anne Joy, tamamı erkeklerden oluşan sağlık kurulundan, hamileliğini sonlandırma izni alamıyor. Kürtajın yasak olduğu ülkede, problem yaşayan her kadın gibi çaresiz ve yapayalnız! Jane’i Ara adındaki gizli bir grup imdadına yetişiyor Joy’un. Kısa zamanda hayatını kurtaran bu ekibin çok önemi bir parçası haline gelen Joy, ‘diğerleri’ için kolları sıvıyor!
Todd Haynes’in 2015 tarihli enfes filmi ‘Carol’un senaristi olarak bildiğimiz Phyllis Nagy’nin yönetmen koltuğunda oturduğu dram, ABD Yüksek Mahkemesi’nin hakkında karar aldığı 1973’e kadar etkinlik gösteren Jane Kolektifi’nin gerçek öyküsünden esinlenmiş. Dünya galasını, bağımsız filmlerin kalesi olan Sundance Film Festivali’nde gerçekleştiren feminist damarı güçlü yapım, ana yarışmasında yer aldığı Berlin Film Festivali’nde ‘Altın Ayı’ için yarışmıştı. Başrolde Elizabeth Banks’in yer aldığı filmde, usta aktris Sigourney Weaver’in yanı sıra, Chris Messina, Kate Mara, Cory Michael Smith, Wunmi Mosaku ve Grace Edwards da, öne çıkan rolleri üstleniyorlar. 
Cumhuriyetçi adaylar yerine demokratlara da oy vermeye başlayan ABD’li ev kadınlarının çoğaldığı ‘derin’ Nixon günlerinde, değişimin dev bir kazan kaynattığı kıpır kıpır ortamda, dayanışma, hak ve özgürlükler üzerine kalın başlıklar atan öykü, kadın hakları ve kazanılan bilinç üzerine ‘hakiki’ öyküsünü, ‘Let The Sunshine In’le noktalıyor. Enfes Soundtrack ayrıca, Nancy Sinatra, Lee Hazlewood, Lou Reed ve Velvet Underground tınılarıyla yüklü! Ana akım anlatının gövdesinden ayrılmayıp, düz bir çizgide ilerleyen, buna karşılık vaat ettiklerinin ardında sağlam duran, iyi çekilmiş, iyi oynanmış film, mutlu ve umutlu yolcu ediyor izleyicisini salondan! (3 / 5)

 

VAHŞİ GECE
-Ho ho ho!-

Çok varlıklı Lightstone ailesi, görkemli malikânede Noel akşamı bir araya gelirler. Koruma ordusunu ve hizmetlileri aşan bir grup paralı asker ise kasadaki yüklü miktardaki paraya ulaşmak adına, Noel’i berbat etmeye niyetlidir. Aile üyelerini ve Noel’i kurtarmak ise yeni bir aksiyon kahramanına, gerçek Noel Baba’ya düşer!
Korku-komedi öğeleri içeren tür filmleriyle tanınan Norveçli Tommy Wirkola imzası taşıyan filmde, Noel Baba olarak bilinen Santa Claus karakterini, yetenekli aktör David Harbour canlandırmış. John Leguizamo, Alex Hassell, Alexis Louder, Edi Patterson, Brendan Fletcher, Cam Gigandet, Mike Dopud, küçük oyuncu Leah Brady ve usta aktris Beverly D’Angelo, oyuncu kadrosunun geri kalan kısmını oluşturuyorlar. 
Sert bir şiddet gösterisini, mizahi öğelerle harmanlayıp, fantastik sosla perdeye yaşıyan yapım, ‘Die Hard / Zor Ölüm’, ‘Home Alone / Evde Tek Başına’ ve ‘Bad Santa / Yeni Yıl Soygunu’ gibi popüler Noel filmlerinin karması! Aksiyonu yüksek dozda ayarlanmış suç öyküsü, Noel’e ve Noel Baba’ya inanmanın bir şekilde hayat kurtardığının altını çizerken, bizi de Hollywood’un değişen Noel planları konusunda da düşündürüyor! Muhafazakârlıktan prim vermeden Noel döneminde ‘şiddet’e methiyeler düzen yapım, nerede o eski Noel filmleri dedirtiyor! Frank Capra klasiği ‘It’s A Wonderful Life / Şahane Hayat’ mesela. Noel ve yeni yıl mucizelerini, Noel babanın kafa ezen baltasında aramak çağın gerçeği artık! 
Bir şekilde kendini izleten fakat en ufak bir buluş, zekâ ve parlak an yaratmadan sıradan bir şiddet gösterisine bürünen yapım, sevimli de değil! Noel babanın güzelim ren geyiklerine ve kızağına rağmen! (2 / 5)

Haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
Aksiyon ve korkuyu birleştiren Güney Kore yapımı ‘Decibel’, In-ho Hwang imzası taşıyor. Gizemli bir, bir stadyuma belirli yoğunlukta sesin yükselmesiyle patlayan bir bomba yerleştirdiğini açıklar. Eski kıdemli Yüzbaşı Do-yeong, ailesini ve diğer masum insanların canını kurtarmak için artık zamana karşı müthiş bir mücadele verecektir!
Kanada-Çin ortak yapımı animasyon ‘Panda vs. Aliens / Panda ve Sevimli Canavarlar’, özellikle yaşı küçük izleyiciye sesleniyor. Kahramanımız pandanın uzaylılara karşı verdiği mücadeleyi, Sean Patrick O’Reilly yazıp yönetmiş.
Haftanın Türkiye-İran-Rusya ortak yapımı bir diğer animasyonu ‘Dolphin Boy / Yunus Çocuk’ adını taşıyor. Andrey Goglev ve Mohammad Kheyrandish’in birlikte yönettikleri yapım, bir kaza sonucu denize düşen bir bebeğin balıklar tarafından büyütülmesini ve bir balık olmadığını fark ettikten sonra maceraya atılıp, annesini aramasını konu alıyor.
Milletvekili Serkan Bayram’ın hikâyesinden esinlenerek engelli bir bireyin mücadelesini anlatan dram ‘Buğday Tanesi’, Doğan Ümit Karaca imzalı. Kutsi, Yeliz Akkaya, Deniz Arna, Yusuf Aytekin başlıca rolleri üstlenmişler.
Murat Şeker’in yönettiği ve popüler bir seriye dönüşen avantür komedi ‘Çakallarla Dans’ın altıncı macerasını Murat Şeker ve Ali Tanrıverdi birlikte yazmışlar. ‘Çakallarla Dans 6’da eski dostlar yine bizlerle. Şevket Çoruh, İlker Ayrık, Timur Acar, Murat Akkoyunlu, Didem Balçın, Hakan Bilgin, Ceyhun Yılmaz ve Ebru Cündübeyoğlu, oyuncu kadrosundalar.
Tehlikeli büyü kitabının yol açtığı dehşet! Uğur Karakuzu’nun yönettiği ‘Necronomicon Kara Büyüsü’ adlı korku filminde başlıca rolleri, Mehmet Deniz Karakuzu, Belinay Açıkbaş ve Zöhre Alsan üstlenmişler.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!

 

 

TARİHTE BU HAFTA
On bir ve altı yıl öncesine, 2011 ve 2016 yıllarına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.

Vizyonda bu hafta (2 Aralık 2011)
Notlarımız arasında bulunmayan iki filmde yerli yapımlar. Korku-gerilim ‘Musallat 2’ ve ‘Mavi Pansiyon’. Martin Scorsese imzalı üç boyutlu dramatik serüven ‘Hugo’, sinema sanatına bir saygı duruşu niteliğinde. Kaçırılmaması gereken yapım, şimdiden bir klasik olarak anılabilir kanımca. ‘Dondurmam Gaymak’ın ardından ikinci uzun metrajına imza atan Yüksel Aksu, ‘Entelköy Efeköy’e Karşı’da gerçekten güldürüyor. İyi yazılmış, iyi çekilmiş, komik, aynı zamanda eleştirel, önemli bir toplumsal güldürü var karşımızda yani. ‘Hediye Operasyonu’, Noel babadan ve yeni yılın getireceklerinden umudunu kesmemiş olanlar için başarılı bir animasyon. Üstelik o da üç boyutlu. Nicolas Cage’i başrole taşıyan ‘İntikamın Bedeli’ ise haftanın tek aksiyonu. Herkese iyi seyirler! İçinizde yaşayan ‘sinemadan çıkmış insan’a iyi davranın lütfen!

 

HUGO
Martin Scorsese… Büyük bir sinemacı. Yüreği ‘sinema’ diye atıyor ve bütün sinir sistemi, film şeritlerinden oluşuyor ustanın. 1930’lu yılların Paris’indeyiz. Tren garında yaşayan Hugo Cabret adlı 12 yaşındaki kahramanımızın eşliğinde yedinci sanata bir saygı duruşunda bulunuyoruz. Müthiş bir ruhla çekmiş Scorsese filmini. Gerçekten çok kişisel bir iş belli ki. Hugo Cabret, aslında Scorsese’nin ta kendisi. Bütün karakterler biraz o. Brian Selznick’in çok özel eseri ‘The Invention of Hugo Cabret’ adlı çizgisi bol çocuk kitabından uyarlanan eseri perdeye uyarlayan isimse, ‘Göklerin Hakimi / The Aviator’ ve ‘Gladyatör’ ile iki kez Oscar adayı olmuş senarist John Logan. Saat tamircisi babasını bir yangında kaybeden talihsiz Hugo’nun yolu, özellikle polis memurundan gizlenerek kaldığı tren istasyonunda bir oyuncakçı dükkanı işleten bay George ile kesişir. Hugo’nun amacı, babasından ona yadigar kalan tek şey olan ‘otomaton’u tamir etmektir. Tamirat için gerekli çizim ve çözümlerin yer aldığı defteri, oyuncakçıya kaptıran Hugo, ilk bakışta bu aksi ve acımasız görünen yaşlı adamın, geçmişin usta sinemacısı Georges Méliès olduğunu öğrenir. Birinci Dünya Savaşı’nın ‘insanı’ ve duyguları yok eden zalim gerçekliğinde sinemadan uzaklaşan dahi sinemacının vaftiz kızı Isabelle ise, gizem dolu macerada Hugo’ya yoldaş olacaktır. Profesyonel bir sihirbazken hareketli resimlerin büyüsüne kapılan ve sinema tarihine adını yazdıran Fransız sinemacı Georges Méliès (1861-1938) duruyor orta yerinde filmin. Ona ve onun özelinde bütün bir sinema tarihine saygı duruşunda bulunan Scorsese, hüzünle örmüş pelikülün her anını. D.W. Griffith’in ‘her şeyi ona borçluyum’ dediği, Chaplin’in, ‘ışığın simyacısı’ olarak nitelediği, beyazperdeye ‘story board’ kavramını getiren, özel efektlerin babası ve mucidi Méliès’in sinema aşkı, aynı küçük Hugo’nun, sinema yazarı-araştırmacısı karakterin ve Scorsese’ninki gibi. İçten ve gerçek. 1902 tarihli “Aya Yolculuk” dahil 552 tane muhteşem kısa filme imza atan Méliès’i perdede usta aktör Ben Kingsley canlandırmış. Yaşları küçük ama yetenekleri senelerin oyuncularına taş çıkartan 1997 doğumlu Asa Butterfield ve Chloë Grace Moretz’e birçok ünlü isim eşlik ediyor. Kısacık bir rolde Jude Law, muzip komedyen Sacha Baron Cohen, Ray Winston, Emily Mortimer, kıdemli aktör Christopher Lee ve Richard Griffiths, şimdiden klasik olarak kabul edebileceğimiz bu üç boyutlu görkemli yapıma adlarını yazdırmışlar. Büyüsünü kaybeden dünya, onu büyülemek için uğraşan hayal dünyaları sınırsız kahraman sanatçılar… Dünyanın hüzünle yoğrulmuş nasırlaşmış yüreği, küçük yaşta büyüyen çocuk kalpleri, yaratıcılığın hayati tarafı ve gündelik yaşantılarımızı, sokağın boğucu tekdüzeliğinden, gezegenin vahşi, kötücül gündeminden uzak tutmaya yarayan, bizi yarattığı hayal dünyalarda sarıp sarmalayan sinemanın, yani yedinci sanatın gücü. Yaşasın Martin Scorsese, yaşasın Hugo, yaşasın Georges Méliès ve arkadaşları, yaşasın kalbi sinema için atan herkes! 

 

ENTELKÖY EFEKÖY’E KARŞI
Yüksel Aksu, ‘Dondurmam Gaymak’ın ardından ikinci uzun metrajında bir adım ileri taşımış sinemasını. Mesele, öykü ve atmosfer yönetmenin hâkimiyetinde. Yine bu toprakların sıcaklığı, iyiliği, verimliliği üzerine sulu olmayan, doğal olarak gülümseten ‘organik bir komedi’ çekmiş Aksu. Köylünün uyanıklığı, şehirden kırsala kaçış; çalışma, emek ve sınıf bilinci gibi hayati kavramlarla sarmalanmış. Halkın genelinin ve entelektüel azınlığın bir araya gelmesi, ortak payda olan akıl ve sevgide birleşerek doğru ve iyi olanı gerçekleştirmesi üzerine ütopik bir komedi olarak da nitelenebilir bu kolektif çalışma. Devletin meseleye yaklaşımının ‘ütopik’ bir bakışta vücut bulması, filmin, umutlu ve iyimser tavrını pekiştiriyor. Hoşgörü kültürünün Anadolu topraklarında hep var olduğunu ve olacağını insandan yana umudunu kesmeyen bir tonda anlatmayı yeğlemiş Aksu. Çetrefilli, bir yanı karanlık, zorlu oluşlar içersinde yaratılan masalsı naiflik, gelecek adına da iyiden, doğrudan, güzelden ve insandan yana ümit barındırıyor. Ne karakterler onlar öyle… Muhtar, ‘Aşırı’, Bekçi… Yüreğe işleyen türküleri, muzipliği, samimiyeti, eğitici yanı, dürüstlüğü, özellikle yöre halkının doğal oyunculuğuyla gerçekten kasmadan güldüren sevimli mi sevimli bir film izlediğimiz. Son tahlilde, ‘eyvallah’ diyorum.

 

HEDİYE OPERASYONU
Üç boyut modasına uyan animasyon, Noel baba’ya inanmanın önemini, yani son söyleneceği ilk başta söyleyelim, çevremizdeki herkesi mutlu kılmanın hayati yanını, tek çocuğun mutsuzluğunda, bütün bir dünyanın mutsuzluğunun gizli olduğunu, olabildiğince sıcak, içten ve sevimli şekilde anlatmayı başarmış. Sarah Smith imzalı animasyon, ‘Tavuklar Firarda / Chicken Run’ ve Oscar ödüllü ‘Wallece ve Gromit’ filmlerinin yaratıcısı İngiliz Aardman Animasyon şirketinin, Sony Pictures için hazırladığı bir yapım. Noel babanın onlarca hediyeyi bir gecede nasıl dağıttığının cevabını veren animasyon, Kuzey Kutbu’nun altına saklanmış ileri teknoloji ürünü operasyon merkezinin çalışmalarının yanı sıra, gerçek bir Noel baba’da bulunması gereken yüreği, azmi ve fedakârlığı öykülüyor. Dört nesil Noel babalar, Noel anne, onların sadık yardımcıları Elf’ler ve Ren Geyikleri… Iskartaya çıkmış yaşlı, yevmiyeli Noel baba, elf ve Ren Geyiği’nin yüreğinde yanan yeni yıl ve umut ateşi, içini ısıtıyor insanın. Filmin yetişkin izleyici için tek handikapı, ülkemizde Türkçe dublajlı olarak vizyona giriyor olması. Filmin orijinal seslendirme kadrosuna bakıldığında göze çarpan isimler bir hayli önemli çünkü. James McAvoy, Jim Broadbent, Imelda Staunton, Bill Nighy bu ünlü isimlerden sadece bir kaçı. Filmlerin orijinal dillerinde, küçük izleyiciler tarafından izlenmesi bir alışkanlık olarak yerleşse keşke. O vakit, perdeden koltuğa geçen etkileyicilik ve büyünün kat be kat arttığını fark edeceksiniz. 

 

İNTİKAMIN BEDELİ
1987 tarihli ‘Çıkış Yok / No Way Out’un kıvrak ve zeki yönetmeni olarak tanınan Roger Donaldson imzalı gerilimli aksiyon, başrole Nicholas Cage’i taşımış. Cage’i uzun zamandır iyi bir filmde izlemedik. Geleneğe dönüşmüş bu durumu sarsmıyor Cage. Film yine son derece sıradan seyrediyor. Eşi tecavüze uğrayan bir öğretmen, kendi kurallarını uygulayarak adaleti sağlama gayretindeki bir intikam örgütünün içinde bulur kendini. Öfke anında, intikamının alınmasını isteyen adam, kısa süre içinde bu kanun dışı oluşum tarafından bir cinayete zorlanır. Sıradan bir vatandaş olan öğretmen kahramanımızın, adalet arayışının tamamen adaletsizlikle buluştuğu bu vahşi örgütten kaçması kolay olmayacaktır. Guy Pearce, January Jones ve Xander Berkeley, filmin diğer isimleri. ‘Kanun dışı intikam / vigilante’ temalı filmlerin yeni örneği, zihinden hemen uçacak cinsten. Filmde sıklıkla tekrarlanan ve bayat bir sürprizi barındıran finalde de yer alan ‘Aç tavşan zıplar’ parolasını kullanan illegal intikam örgütüne söyleyecek çok şey var ama sadece bu işlere ‘karnımız tok’ diyoruz ve zıplamadan sakince ayaklarımızın üzerinde duruyoruz 

 

 

Vizyonda bu hafta (2 Aralık 2016)
Beşi yerli olmak üzere, toplam sekiz yeni filme merhaba diyor yeni vizyon. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.

MÜTTEFİK
Usta yönetmen Robert Zemeckis, tecrübeli İngiliz senarist Steven Knight imzalı romantik casusluk öyküsüne, yine incelikli, usta işi bir dokunuşla hayat vermiş. Brad Pitt ve Marion Cotillard ikilisinin nefes kesen performanslarıyla çağdaş bir ‘Cazablanca’ gibi açılıyor film. 1942’de, Kuzey Afrika’da, Fas’ın Kazablanka şehrinde ölümcül bir görevde tanışırlar Fransız direniş savaşçısı Marianne Beausejour ile Kanadalı İstihbarat subayı Max Vatan. Görev sırasında birbirlerine aşık olup, Londra’ya döndüklerinde evlenip çocuk sahibi olan iki ajanın ilişkileri, savaşın gerçekleriyle boğuşacaktır. Hitchcock stili bir ‘suspense’in, ‘Casablanca’ tarzı romantik bir savaş dramıyla buluştuğu yapım, şüphe duygusunu sürekli canlı tutarak, oldukça duygusal ve kırılgan bir aşk hikayesi yansıtıyor perdeye. Aksiyondan tutun, zarif romantizmin ayrıntılarına dek, hemen her şey başarılı. Bu başarıda, Zemeckis’in yarattığı atmosferin olduğu kadar iki başrol oyuncusunun, Pitt ve Cotillard’ın uyumlu kimyalarının da payı var tabii. İki yıldız arasındaki his durumu, oldukça sahici olarak geçiyor perdeden koltuğa. Jared Harris, Lizzy Kaplan, August Diehl ve Matthew Goode, kadronun öne çıkan diğer isimleri. Alan Silvestri’nin dokunaklı orijinal müziği ve Don Burgess’in neyi nasıl gösterdiğini bilen kamerası, Zemeckis’in destekçisi olmuş. Sanat yönetiminden, kostümlere, yapım tasarımı da gayet iyi filmin. Eski güzel günlerin, romantizm katkılı savaş dramlarını özleyenlerin yanı sıra, kuşku yüklü casus hikayelerini sevenler de bir hayli memnun ayrılacaklar salondan kuşkusuz. (3,5 / 5)

 

BABAMIN KANATLARI
Kıvanç Sezer’in yazıp yönettiği bir ilk film olan ‘Babamın Kanatları’, ilk gösterimini, Karlovy Vary Film Festivali’nde yaptıktan sonra, 23. Adana Film Festivali’nde Yılmaz Güney Ödülü ve prestijli SİYAD ödülü dahil olmak üzere toplam yedi, 53. Antalya Film Festivali’nde ise altı ödülün sahibi olmayı başarmıştı. Son dönemde sinemamızda, işçi ve emek sömürüsü üzerine çekilen en önemli filmler arasında yer alan yapım, Kanser hastası olduğunu öğrenen İbrahim ve yeğeni Yusuf’un hikayeleri üzerinden önlenebilir işçi ölümleri ve onların halen hazırdaki sosyal haklarına çarpıcı bir bakış atıyor. İstanbul’daki lüks apartman inşaatlarında çalışan İbrahim ve genç yeğeni Yusuf, zorlu ve güvensiz koşullarda mücadele vermektedirler. Kanser olduğunu ve önünde az bir zamanı kaldığını öğrenen İbrahim, başta küçük kızı olmak üzere ailesi için büyük endişe duyarken, Yusuf, hırsla yeni bir gelecek kazanmak için mücadele etmektedir. ‘İnsan hayatının değeri nedir’ sorusunu, can alıcı, yürek yakan gerçeklerle işleyen yapım, gerçekçi sosyo-ekonomik bir tablo çizerken, günümüz toplumsal dinamiklerine de değinmekten geri kalmıyor. Gerçek şantiyelerde çekilmiş filmde başrolü, ‘en iyi erkek oyuncu’ ödülünü, ulusal festivallerde şimdiye dek kimselere bırakmayan Menderes Samancılar üstlenmiş. Yine filmin ödüllü oyuncuları olan Musab Ekici ve Kübra Kip, usta aktöre başarıyla eşlik ediyorlar. İyi projelendirilmiş, başarıyla yazılıp çekilmiş yerli yapım, ilgiyi hak ediyor. Acıtan gerçekler, imkansızlıklar, vicdan, sınıf bilinci ve hakiki bir işçi filmi. (3 / 5)   

 

KARANLIKLAR ÜLKESİ: KAN SAVAŞLARI
Fantastik korku-gerilime, son hız aksiyon ekleyen seri, Len Wiseman, Kevin Grevioux ve Danny McBride tarafından yaratılmıştı. İlki 2003’te perdeye yansıyan ve Len Wiseman imzalı, serinin doğum belgesi niteliğinde olan yapımı, 2006, 2009 ve 2012’de üç film daha izledi. Dördüncü filmde, iki ezeli düşman ırk, vampirler ve Lycan’ların egemenliğine son vermiş insanoğlunun güçlü olduğu bir dönemde kalmıştık. Her iki türün de soylarının tükenme noktasına gelindiğinde; Kate Beckinsale’in canlandırdığı kahramanımız Selene; bu kez ‘ideal bir melez prototip olan kızını’ egemen sınıftan korumak için, müthiş bir mücadeleye giriyordu yine. Sonrası, bildik ‘Underworld’ durumlarıydı. Sırtını tamamen özel efektlere dayayan bir projeydi dördüncü halka. Çözünürlüğü HD’nin yaklaşık beş, altı misli olan yeni nesil RED Epic kameralarla çekilmiş yapım, teknolojiyi göz ardı edersek; öykü olarak sürükleyici değildi. Serinin beşinci filmi olan ‘Underworld: Blood Wars’, görüntü yönetiminden yönetmen koltuğuna terfi eden Anne Foerster’a emanet edilmiş. İlk uzun metraj yönetmenliğinde, popüler seriye kan naklinde bulunmuş Foerster. Öykü de yer alan sönük gidişat, yeni karakterler ve sağlanan güçlü atmosferle bir miktar parlatılmış. Aksiyon bir doz daha artırılmış ve ‘tanıdık’ seri, silkinerek, bu iş bitti derken, yeni bir ivme kazanmış. Kahramanımız Selene, kendi ırkı olan Vampirler ve Lycan’larca yok edilmek istenmekteyken, kıdemli vampir Thomas ve onun saf vampir kanı taşıyan oğlu David’in de yardımıyla çıkması olası büyük savaşta önemli bir rol oynamak için, geçmişinin de tam ortasında olduğu çetrefilli bir serüvene atılır. Kate Beckinsale’e, Theo James, seriye yeni eklemlenen başarılı isimler Lara Pulver, Tobias Menzies ve Alicia Vela-Bailey’in yanı sıra, usta aktör Charles Dance eşlik ediyorlar. Tecrübeli görüntü yönetmeni Karl Walter Lindenlaub’un etkili kamerası, yeni yönetmenin yarattığı atmosferi başarıyla beslemiş. Çek Cumhuriyeti’nde çekilen filmde görev alan teknik ekibin başarısı, yaratıcılarının yenilikçi dokunuşlarının da katkısıyla, vampirler ve kurt adamların savaşına, taze kan sağlamış. (3 / 5)    

 

KÜMES
Oyuncu kimliğiyle tanıdığımız Ufuk Bayraktar’ın yönetmenliği denediği ilk uzun metraj filmi, 52. Antalya Film Festivali Ulusal Yarışma bölümünde izleyicinin karşısına çıkmıştı ilkin. Antalya’da ulusal yarışmada ‘İzleyici Ödülü’nü elde eden dram, 1950’li yıllarda, dağ yamacına koyulmuş birkaç haneli bir köyde geçiyor. Dört çocuklu bir ailenin günlük sıradan, huzurlu yaşamları, annenin verem hastalığı sebebiyle sarsılır. Öleceğini düşünen anne, çocuklarına baksın diye, kocasının kısır bir kadınla evlenmesini istemektedir. Planını başarıyla gerçeğe dönüştüren kadın, altı ay sonra iyileşip, eve geri dönünce, iki kadına fazla gelmeye başlar küçük ev ve içindekiler. Yılmaz Güney sinemasına, kişilikli bir güzelleme olarak değerlendirilebilecek film, yokluk ve yoksunluk başta olmak üzere kırsalın acıtan gerçekleriyle yüklü. Başrollerini, Ufuk Bayraktar ile Hasibe Eren ve Selen Domaç’ın paylaştıkları ilk yönetmenlik denemesi için başarılı diyebiliriz. Film, ikinci kez vizyona giriyor. Filmin, katıldığı festivallerin ardından, ilk olarak 24 Haziran’da vizyona girdiğini yeniden anımsatalım. (2,5 / 5)

53. Antalya Film Festivali’nden, ‘en iyi film’ ödülüyle dönen Ümit Köreken imzalı ‘Mavi Bisiklet’, Ahmet Yenilmez’in yönettiği, senaryosunu yazdığı ve başrolü üstlendiği ‘Sevdam Gözlerinde Kaldı’ ve Kıvanç Baruönü’nün yönetip, başrolü Gupse Özay’ın üstlendiği komedi türündeki ‘Görümce’ adlı yerli yapımların yanı sıra, Rusya-ABD-Çin ortak yapımı animasyon ‘Quackers / Kahraman Ördek’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan filmleri. Tekrar iyi seyirler herkese. 

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar