01 NİSAN 2022
Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Aşı olarak, sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında.
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde 2020 Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım 2020 günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının önce yılsonuna, ardından belirsiz bir tarihe dek kapalı olacağı açıklandı. Ve tarih 2 Temmuz 2021’i gösterdiğinde salonlar yine izleyicileri ağırlamaya başlıyor; perdeler, umuyoruz bir daha kapanmamak üzere açılıyordu!
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, 2020 Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyordum. İki yıla yakın zaman geçti. 5 Mart 2021’den itibarense, sinema salonları perdelerini açana dek, her yeni hafta, o tarihe ait eski ‘sinemadan çıkmış insan / vizyonda bu hafta köşeleri’ sizlerle buluşacağını söylemiştik ve buluşturduk da! ‘Tarihte bu haftaya’ baktık!
Sinemalar açılmadan önce her hafta, naçizane iyi filmler ve diziler önerdik sizlere! ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ önerdi. Klasik film önerilerine devam edeceğiz! 2022 hepimize önce sağlık getirsin. Gerisi hikâye! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Kurda kuşa yem olmayın bir de!
ÖNCE TAVSİYELER…
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Der Himmel über Berlin / Berlin Üzerinde Gökyüzü
(Yönetmen: Wim Wenders / 1987)
Solaris
(Yönetmen: Andrei Tarkovsky / 1972)
A Clockwork Orange / Otomatik Portakal
(Yönetmen: Stanley Kubrick / 1971)
Alien / Yaratık
(Yönetmen: Ridley Scott / 1979)
High Noon / Kahraman Şerif
(Yönetmen: Fred Zinnemann / 1952)
Vizyonda bu hafta (1 Nisan 2022)
İkisi yabancı, yedisi yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni filme ev sahipliği yapıyor Nisan ayının ilk vizyon haftası!
Marvel evreninin yan karakterlerinden Dr. Michael Morbius ile tanışacağınız ‘Morbius’, Meksika’dan çıkagelen yürek sökücü dram ‘Noche de fuego / Yangın Gecesi’, Emre Kayiş’in yazıp yönettiği ödüllü yerli yapım ‘Anadolu Leoparı’ ve Ezel Akay imzalı fantastik tatlar içeren komedi ‘Osman Sekiz’ notlarımız arasında!
MORBIUS
-Aydınlıkla karanlık arasında!-
Marvel evreninin karakterlerinden bir diğeri Morbius! Karşımıza ilk olarak 1971 yılında Amazing Spider-Man’in 101. Sayısında çıkmıştır. Doğumundan itibaren muzdarip olduğu ölümcül kan hastalığına deva bulmaya çalışırken insanüstü-yarı vampir bir varlığa dönüşen bilim insanı Dr. Michael Morbius, insanların kanını içerek, onların enerjilerini emerek sürdürür yaşamını.
Marvel Comics ekibinden Roy Thomas ve Gil Kane tarafından yaratılan anti-kahraman, Matt Sazama ve Burk Sharpless ikilisi tarafından uyarlanmış beyazperdeye. Dramatik unsurlar içeren fantastik maceranın yönetmenliğini İsveçli Daniel Espinoza üstleniyor. ‘Dr. Michael Morbius’ karakterine hayat veren isimse Jared Leto! Leto’yu, son dönemdeki en iyi, daha doğrusu kendisine en çok yakışan performanslarından birinde izliyoruz. Matt Smith, Jared Harris, Adria Arjona ve Tyrese Gibson filmin öne çıkan diğer önemli karakterlerini canlandırıyorlar. Filmin misafir, hatta ‘sürpriz’ oyuncusu ise Michael Keaton!
Nadir görülen bir kan hastalığından ötürü bütün hayatı ölümle yaşam arasındaki inçe çizgide geçmiş son derece zeki bilim insanı Dr. Morbius aynı kaderi paylaşan başkalarını kurtarmaya kararlıdır. Umudu doğada, kanla beslenen yarasalarda bulan doktor, tıp etiğine aykırı deneyler sonrası içindeki karanlığı da serbest bırakmış olur! Dr. Morbius’un yüreğindeki iyilik, kötülüğe üstün mü gelecektir yoksa bu zoraki kahraman, karanlık dürtülere teslim mi olacaktır? Bu arada çocukluk arkadaşı ve onun en büyük destekçisi olan Milo’da, yeni bulunan karanlık formülle ilgilenmektedir!
Her şeyi yerli yerinde, kararında bir Marvel filmi duruyor perdede! İlkel güdüler, doğa, benlik, karanlık taraf, iyilik, kötülük, hırs, güç zehirlenmesi, bilim etiği derken sürükleyici bir maceraya ve ünlü Marvel karakterlerinin ‘yancısı’ olarak tanıdığımız yeni bir yüze yakınlık duyuyoruz! Duygusal ve dramatik tarafı oldukça sağlam kurulmuş ana karakterin ve çevresinin. Bu da filmin elini güçlendirip, benzerlerinden bir adım öne çıkmasını kolaylaştırıyor. Biçimi, çekim teknikleri, kamera kullanımı da gayet yenilikçi ve göz alıcı ‘Morbius’un! (3,5 / 5)
YANGIN GECESİ
-Vicdansız, adaletsiz, vahşi çağın kanıtı!-
Meksika’nın ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Oscar aday adayı olan sarsıcı dram, yasa dışı uyuşturucu kartellerinin egemenliğinde, vahşi gerçeklerin hüküm sürdüğü, yoğun olarak haşhaş ve mısır yetişen Meksika’nın dağ köylerinden birinde geçiyor. Yürek söken öykü, görüntü yönetmenliğinden gelen, ödüllü kısa metraj ve dokümanterleriyle tanınan Tatiana Huezo’nun ilk uzun metraj kurmacası!
Cannes’de yarıştığı belirli bir bakış bölümünden kazandığı ‘özel ödül’ dahil toplamda on altı ödül eden duygu yüklü sert dram, uyuşturucu baronlarına yem olmamak için korkuyla yaşayan gencecik üç kızın hikâyesi öte yandan. Korku içinde yaşayan babasız evlerin, erkeklerin iş aramak için gidip bir daha asla dönmediği, gencecik oğlan çocuklarının çalıştığı taş ocaklarının firavun dönemlerini andıran acımasız koşullarının, kadersiz annelerin kızlarını kanun tanımayan kartelden korumak için saçlarını kesip dişlerini boyayarak çirkinleştirmeye çalıştığı bir köyden insanlık dışı manzaralar! İdealist ve korkusuz birkaç öğretmenin gözetmeye ve öğretmeye çalıştığı farklı yaşlardaki çocukların doluştuğu sınıfın umut yüklü hali, ‘dışarıdaki’ değişmesi neredeyse imkânsız gerçeklerin kurbanı olmaya hazır bekliyor! Devletin, ordunun bile müdahale etmekten çekindiği uyuşturucu baronlarının saldığı ve uyguladığı dehşet, bir belgesel görünümünde fakat kurmacanın olanca hâkimiyetiyle yansımış perdeye.
Çoğu amatör birbirinden iyi gencecik oyuncuların performansı parmak ısırtıyor! Görüntü yönetimi dahil hemen her dalıyla çok titiz ve bilinçli çalışılmış güçlü bir dram perdede duran. Coğrafyanın kaderiniz olduğunu haykıran ve yüreğin ortasına çıkışsızlık/çaresizlik kayasından kopmuş kocaman bir taş oturtan, yılın en iyi filmlerinden biri orijinal adıyla ‘Noche de fuego’. Kayıtsız kalmayın! (4,5 / 5)
ANADOLU LEOPARI
-Nesli tükenmiş değerler üzerine-
‘Anadolu Leoparı’, yirmi iki yıldır Ankara Atatürk Orman Çiftliği hayvanat bahçesi müdürlüğü yapan, yeni Türkiye ile oldukça mesafeli, yalnız bir adamın öyküsü. Ülkedeki yeni oluşlar, kahramanımız Fikret beyi epey hırpalamış vaziyette. Araplara satılıyor ömrünü adadığı bahçesi. Bir eğlence parkı olacak… Soyu tükenmenin eşiğinde olan yaşlı ve hasta bir Anadolu Leoparı ve Fikret beyin durumları paralel!
Emre Kayiş’in yazıp yönettiği dramın başrolünde usta aktör Uğur Polat’ı izliyoruz. İpek Türktan Kaynak, Tansu Biçer, Hatice Aslan ve Ege Aydan, sıkı oyuncu kadrosunun diğer önemli isimlerini oluşturuyorlar. Kayiş’in ilk uzun metraj kurmacasının en güçlü yanı olduğunu düşündüğüm görüntü yönetmenliğinde, Nick Cooke’un kamerası artı değer katıyor yapıma. 46. Toronto Film Festivali’nde prestijli FIPRESCI ödülünü kazanan film, ülkemizde ise 32. Ankara Film Festivali’nden En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Görüntü Yönetmeni dahil olmak üzere dört büyük ödülle döndü. Ayrıca 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden ‘en iyi ilk filme’ verilen ‘Behlül Dal’ ve ‘En İyi Sanat Yönetmeni’ ödülleriyle ayrılmayı başardı.
Uruguay şaheseri 2004 tarihli Pablo Stoll ve Juan Pablo Rebella filmi ‘Whisky’nin loşta kalmış varoluş hali var Emre Kayiş’in ilk uzun metrajında. Fikret karakterinin vazgeçmişliği ve sıkılmışlığının altı biraz daha doldurulsaymış keşke. Bir de savcı karakterinin ‘Narkissos tiradının’ gerekliliği ikilemi! Gerçekle, arzulanan hakikat arasındaki uçurum! Hayatın içinde olmak veya dayatılan gerçeklere sırtını dönmek! Eyvallah denilmeyecek değişimlere direnmek, ıskalamak hayatı, vazgeçmek ve sessizce, asilce yok olup gitmek; bir Anadolu Leoparı gibi… Kimisine ‘nedense’ demode gelen ‘meseleli’ yapımın, başarılı atmosferi, renk paleti, sinema duygusu ve elem dolu isyanıyla akılda kalıcı bir film olduğunu söylemek gerek kanımca. (3,5 / 5)
OSMAN SEKİZ
-Rakam neden?-
Osman, beş fantastik canavar ile beraber eski bir köşkte yaşayan kendi halinde bir adamdır!
Agorafobi ve panik bozukluk hastalığı sebebiyle şehrin uzağındaki eski bir konakta yaşayan kahramanımız, evinden çıkmamakta ve insanlarla ilişki kurmak istememektedir. Günün birinde birlikte yaşadığı ve evi hoyrat kullandıklarını düşündüğü ev arkadaşı canavarları terk edip, tek başına sürdüreceği daha huzurlu bir yaşam için taşınmaya karar verir. Verdiği ilan neticesinde hayatına giren Nazlı ve Emlakçı Turan, Osman’ı hiç düşünmediği bir hareketliliğe sürükler!
Ezel Akay’ın yönettiği, senaryosunu Kemal Uçar’ın kaleme aldığı fantastik komedinin başrolünü Tim Seyfi üstleniyor. Begüm Birgören ve senarist Kemal Uçar filmin diğer önemli rollerinde karşımıza çıkıyorlar. Görüntü yönetmenliğini usta isim Hayk Kirakosyan’ın üstlendiği filmin belki de en güçlü yanı yapım tasarımı. Yapım tasarımında imzası olan isimse, 70’li yıllarda Gırgır ve Fırt dergilerinde parlayan karikatürist-çizer İlban Ertem. Yapım tasarımı ve temiz görüntü yönetimi filmin güçlü silahları olarak öne çıksa da zayıf öykü ve meselesizlik filmi törpülüyor. Filmin başında takıntılı, hastalık hastası, asosyal olarak nitelenen kahramanımızın bu özelliklerinden büyük bölümü öteleniyor nedense ve tepetaklak bir öykü gidişatı yaşanıyor. İyi aktör Tim Seyfi’nin çabası, Begüm Birgören’in özverili performansı kurtaramıyor durumu!
İçine kara durumlar sinmiş fantastik komedinin ve uçuk yapım tasarımının uluslararası ve çok özel isimleri Jean-Pierre Jeunet ve Marc Caro ikilisi olmayınca kamera arkasında, ortaya çıkan iş, bir kolaj çalışma ve güme gitmiş yetersiz bir çaba oluyor adeta. Dominique Abel, Fiona Gordon ve Bruno Romy’den oluşan üçlü ekibin filmleri sonra… Türün birçok benzer örneğinden esinler taşıyan fakat ‘tamam da nedir bütün bunlar’ dedirten bir film çıkıyor karşımıza. Öyküde yer alan ve yerel dokuya uymakta zorlanan oluşlar bir hayli sırıtıyor! Bir de nedir bu rakam tutkusu Ezel Akay sinemasında son dönemde karşımıza çıkan? Dokuz Kere Leyla, Osman Sekiz… Oysa ne iyi gidiyordu Akay, o eski ‘Neredesin Firuze’ ve ‘Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü’ günlerinde… Keşke geri dönse! (2 / 5)
Haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…
‘No:26 Ölüm Çığlığı’, Batuhan Çelik’in yazıp yönettiği bir korku örneği. Dedelerinden kalma yazlıkta olan kız kardeşine ulaşamayınca onun yanına gitmeye karar veren Selin ile sevgilisi Barış’ın başlarından geçen ürkütücü olaylar! Hande Öğüt ve Barış Baktaş başrolleri paylaşıyorlar.
Faik Ahmet Akıncı’nın yönettiği dram ‘Ya Ben Ölürsem’, yeni doğan çocuklarına otizm teşhisi konulması sonrası bir ailenin yaşadıklarını yansıtıyor perdeye. Usta isimler Reha Özcan ve Müft Can Saçıntı oyuncu kadrosunda yer alıyorlar!
Senaryosunu Berk Aygül’ün yazdığı ve yönetmen koltuğunda oturduğu korku türündeki ‘İblis: Karanlığın Sahibi’, büyük bir çabayla ulaştığı definenin cinler tarafından sahipli olması sonucunda çıkmaza giren adamın kendisini ve ailesini bu durumdan kurtarmak için verdiği mücadeleyi izliyoruz.
Bir gece eş zamanlı olarak evlerine gizemli bir kutunun bırakılmasıyla bu olayın ardındaki sır perdesini aralamaya çalışan Fatih ve Muhammed’in hikâyesini anlatan korku-gerilim yüklü macera ‘Kehanet Ayasofya’, Fatih Hasanoğlu imzası taşıyor.
Mehmet Elçi’nin yönettiği aksiyon ‘Halil’in başlıca rollerini Fethi Çağan Mertsöz, Yılmaz Yöndem, Serdar Noyan, Fahri Doymaz, Şükran Çağman üstleniyorlar.
Arkın Aktaç’ın yönettiği yerli animasyon ‘Doru Macera Ormanı’, özellikle küçük yaştaki izleyiciye sesleniyor. Doru ve diğer sürü üyelerinin, bir hayvan sirkinin eline düşen Alaca’yı kurtarma çabalarını izliyoruz.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!
TARİHTE BU HAFTA
On bir yıl önceye, 2011 yılına gidiyor; tarihte bu haftayı anımsıyoruz.
Vizyonda bu hafta (1 Nisan 2011)
Bu hafta vizyona merhaba diyen film sayısı altı. ‘Meş / Yürüyüş’, ‘Hop Dedik: Deli Dumrul’ ve ünlü ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ masalından uyarlanan fantastik korku ‘Kız ve Kurt’ haftanın izleme şansı bulamadığım üç filmi. Diğer üç yapım ise notlarımız arasında. İyi seyirler!
ATLIKARINCA
İlksen Başarır’ın ikinci uzun metrajı ‘Atlıkarınca’ iddialı bir sosyal sorumluluk projesi sanki. Kanayan yara ‘ensest’, aile içi ‘cinsel taciz’ öyküsü, sinema büyüsünden uzak, başarılı bir canlandırma olarak ele alınabilir. Yapımın, ülkemizde bu can acıtan çok önemli meseleye ilk kez değinmiş olması ve dillendirilmesi güç bir tabuya dokunması açısından cesaret yüklü bir iş olduğu kesin. Fakat bir sinema filminden başka şeyler bekliyor insan; üstelik bir sinema yazarıysanız. Uluslararası pek çok başarılı örneğini izlediğimiz film, keşke sosyal sorumluluk projesinden daha fazlasını ifade etseydi. ‘Atlıkarınca’nın, Başarır’ın ilk filmi, ‘Başka Dilde Aşk’tan daha iyi olacağını bekliyordum. Yönetmen maalesef bu kez başaramamış. Bir de şu, ‘ülkemizde ilk kez yapıldı’, ‘ülkemiz ölçeğine göre’ tespitleri... Tamam güzel de, konuştuğumuz şey, sinema. Türkiye ölçeği, Uruguay ölçeği, Meksika ölçeği, İngiliz ölçeği, Hollywood ölçeği, Honduras ölçeği diye ölçeklerden söz edilebilir mi? Kaldı ki Türkiye sinemasının, uluslararası arenada adını duyuran işlerle anılan bir sinema olarak gösterilmeye başlandığı ve genç sinemacıların yürekli işlerle umut saçtığı şu günlerde…
ARI KOVANINA ÇOMAK SOKAN KIZ
İsveçli yazar Stieg Larsson’un (1954-2004) çok satan Milenyum üçlemesinin ilk romanından uyarlanan ‘Ejderha Dövmeli Kız / The Girl with the Dragon Tattoo’, Danimarkalı yönetmen Niels Arden Oplev imzalıydı. İskandinav, özellikle polisiye edebiyatta oldukça sivrilen İsveç mührünün etkisini ve atmosferini, kendine has bir estetik yapıyla perdeye yansıtmaya çalışan film, polisiye tatlar anlamında çok yeni bir lezzet içermese de, toplumsal değişim ve bozulmaya yönelik değinmeleriyle izlenebilir olmayı başarıyordu. Zengin ve üstün zekâlı araştırmacı-bilgisayar kurdu, aynı zamanda bir intikam meleği olan Lisbeth Salander ve ona destek veren cesur gazeteci Mikael Blomkvist… İki kahramanımız, Milenyum üçlemesinin ikinci filmi “Ateşle Oynayan Kız”da bu kez, vahşice işlenmiş bir cinayet olayının içinde buluyorlardı kendilerini. Aslında üç cinayet vardı ortada ve hepsinin faili kahramanımız Lisbeth’ti… Popüler polisiye edebiyat üçlemesinin son halkası olan ‘Arı Kovanına Çomak Sokan Kız / The Girl Who Kicked the Hornet’s Nest’in de ikinci bölümün yönetmeni Daniel Alfredson’un imzası taşıdığını belirtelim. Son bölümde işin aksiyon tarafı oldukça törpülenmiş ve azaltılmış. Daha çok diyaloglar söz konusu. İzleyiciyi, finaldeki mahkeme hesaplaşmasına hazırlayan anlar, öykünün özünü oluşturuyor… ‘Lisbeth’i canlandıran Noomi Rapace’nin tanımı güç, tuhaf çekiciliği ve yarattığı anti kahraman modeli fikrimce üç filmin ortak itici gücü. Fransız polisiyesinin damakta bıraktığı tadın müptelası olmuş bir sinema yazarı olarak, kuzeyden esen bu popüler örneğe gösterilen ilgiyi bir türlü anlayamasam da, sevenlerine olan ‘mesafeli’ saygımdan ötürü rahatlıkla izlenebilir olduğunu söyleyebilirim. Sadece filmin, hızla içi boşalan bu erozyon çağında bile bana heyecan verecek en ufak bir detay içermediğini belirtmem gerek.
GÜNEŞİN KARANLIĞINDA
Ünlü polisiye yazarı Michael Connelly’nin aynı adlı romanından (Connelly, Clint Eastwood’un ‘Kanlı İş / Blood Work’ adlı filminin uyarlandığı kitabın da yazarıydı)
uyarlanan suç dramı, sabit bir ofis yerine gezicisini tercih eden, bu yüzden işlerini, şoförünün kullandığı Lincoln marka arabasının arka koltuğundan yürüten Avukat Mickey Haller ile tanıştırıyor bizi. Matthew McConaughey’nin canlandırdığı karakter, işini bilen, karizmatik bir ceza avukatı. Sokakları ve suçluları gayet iyi tanıyan, savcı eşinden ayrılmış avukatımız, suçlu ve suçsuz ayırt etmiyor, ama babasının sözü hep aklında; ‘müvekkilinin suçsuz olması kadar korkunç bir şey yoktur’… Genellikle adi, sıradan suçlarla ilgilenen Mickey Haller bir gün, Beverly Hills zengini genç bir adamın çağrısıyla karşılaşıyor. Cinayete teşebbüsle suçlanan genç adam suçsuz olduğunu söylemekte. Başlangıçta kolay para kazandıracak gibi gözüken basit dava, kısa süre içinde kahramanımızı acı dolu bir vicdan muhasebesine ve tehlike dolu bir serüvene sürüklüyor. Ryan Philippe, Maris Tomei, Josh Lucas, John Leguizamo ve usta aktör William H. Macy gibi önemli oyunculara sahip kadronun omuz verdiği dedektif öyküsü, sınıfsal değinileri, ahlak, adalet ve hukuk kavramına olan samimi yaklaşımı, sürükleyici temposuyla, vasatın üzerinde durmayı başarıyor.
MURAT ERŞAHİN