Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

01 MART 2013

28 Şubat 2013 Perşembe 20:56
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni haftanın beraberinde getirdiği film sayısı yedi! Her zevke, beğeniye sesleniyor 1 Mart vizyonu. Yerli yapım fantastik aile macerası “Hititya: Madalyonun Sırrı”, “Alacakaranlık / Twilight” serilerine nazire yapan “Muhteşem Yaratıklar / Beautiful Creatures”, Hocalı katliamını öyküleyen Azerbaycan filmi “Hoca” ve 2001 yapımı Pixar animasyonu “Sevimli Canavarlar / Monsters, Inc.”ın üç boyutlu yenilenmiş hali; haftanın notlarımız arasında yer almayan diğer filmleri. Üç Oscarlı emek yoğum müzikal dram “Sefiller / Les Miserables”, aksiyon, suç filmi kırması “Suç Çetesi / Gangster Squad” ve hemen her yaşın yüreğine seslenen “Timothy Green’in Sıradışı Yaşamı / The Odd Life of Timothy Green”’in eleştirileri sizleri bekliyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanı, sevgi ile kucaklamayı ihmal etmeyin lütfen! Sokaklar; tıka basa diğerleriyle doluyken… Herkese iyi seyirler.

SEFİLLER
Victor Hugo’nun, sözün içi dolu anlamıyla ‘ölümsüz’ klasiği, “Sefiller”, beyazperdede bu denli ‘görkemli’ durmamıştı hiç. Fransız Devrimi’nin ardından ortaya çıkan romantizm akımının ana eserlerindendir “Sefiller”. Hugo, 1862’de yayımladığı bu başyapıtında, dönemin ruhuna sinmiş ‘toplum için sanat / engagament’ anlayışını, romantizmle yoğurmuştur. Sadece akıl ve katı oluşların değil, insani duyguların da önemini haykırmıştır Victor Hugo. Hepimiz Jean Valjean’ızdır, Javert’izdir, Fantine’izdir, Thénardier’izdir duruma göre… Bir suçluyken, bir azize dönüşmek; ideal insan olmak için koşul-şartlar gereklidir. 2010 tarihli “Zoraki Kral / The King’s Speech” ile ‘En İyi Yönetmen Oscar’ını kazanan Tom Hooper yönetmiş “Sefiller”i. İngiliz sinemacının sekiz dalda Oscar için yarışan müzikal dramı, geçtiğimiz hafta dağıtılan Oscar’lardan üçünün sahibi olmayı başardı. Anne Hathaway’le ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’, ‘En İyi Ses Miksajı’ ile ‘En İyi Makyaj ve Saç’. Başka türlü bir uyarlama var karşımızda bu kez. Bu başka türlülük; diyalog yerine; karakterlerin şarkılarla dertlerini ifade etmelerinden kaynaklı. Başka türlü bir müzikal; romantik dram. Eserin, ana vatanı Fransa’da sergilenen aynı adlı sahne müzikalinden uyarlanmış perdeye. Müzikalin yaratıcıları Alain Boublil ile Claude-Michel Schönberg’e, adaptasyonda; William Nicholson ve Herbert Kretzmer eşlik etmişler. Dönemin Fransa’sına getirilen eleştiriler, evrensel değerlerle buluşuyor ve insanlığa bir ayna tutuluyor genel anlamda. Oyuncu performansları üst düzey yapımın. Delice bir iş aslında. Meramını, şarkılarla anlatan roman karakterleri. Jean Valjean rolünde, Hugh Jackman’i izliyoruz. Kısa ama Oscar’la ödüllendirilen rolüyle Anne Hayhaway, Russell Crowe, Sacha Baron Cohen, Amanda Seyfried, Helena Bonham Carter ve Eddie Redmayne, filmin öne çıkan isimleri. Beyazperdeye renk katan müzikal, ister istemez; tarih, insanlık ve özellikle ‘disiplinlerarası sanat’ üzerine düşündürüyor. Bir takım soru işaretleri ayrıyeten. Bu kadar çok şarkı ve bu tip bir müzikal, böyle bir seçim yani; olanca estetiğine karşın, eserin ve meselelerin yüzeyde kalmasına, içinin ‘hafif’ boşalmasına mı neden oluyor? On yedi yıllık, uzun bir zamanda yazılan eser, popüler bir estetiğe mi yenilmiş. Bütün bunlar, insanca sorular olarak yığılıyor zihinde ister istemez. Çünkü karşılığı, ‘geniş manalar’ ve ‘bütün bir ömrü içeren duygu yüklü bir emek’ olan başucu klasiği; üzerine konuştuğumuz! Öte yandan, perdedeki yapım tasarımı, tahmin edileceği üzere; yüksek sanat içeriyor. Bazı filmler vardır; çok beğenmezsiniz, bayılmazsınız yani; ama sarf edilen emeğe saygı ve hayranlık duyarsınız. Bu tip filmlerden biri işte “Sefiller”. (4 / 5)

SUÇ ÇETESİ
Orijinal adıyla “Gansgter Squad”, çakma bir “Dokunulmazlar / The Untouchables” olsa da, ilginç biçimde sıkılmadan izleniyor. 1987 tarihli filmin, iskelet anlamında, öykü, karakterler ve atmosfer olarak neredeyse ikizi olarak niteleyebileceğimiz, aksiyon katkılı suç dramını, 2009 tarihli kaliteli korku-komedi “Zombieland” ile tanıdığımız Ruben Fleischer yönetmiş. Paul Liberman’ın aynı adlı kitabını senaryolaştıran isimse, Will Beall. İkinci Dünya Savaşı sonrası, 1949’da, ‘melekler şehri’ olarak nitelenen Los Angeles’dayız. Şehri, kanunsuzluğun başkenti yapmak isteyen acımasız gangster Mickey Cohen’i, suç haritasından silmek için bir savaş başlatılır. İdealist Çavuş John O’Hara liderliğinde kurulan ekipte birbirinden cesur ve kirlenmemiş bir avuç polis memuru yer almaktadır. Usta aktör Sean Penn’i ‘azılı gangster Cohen’ rolünde izleyeceğimiz filmde diğer önemli rolleri, Josh Brolin, Ryan Gosling, Giovani Ribisi, Anthony Mackie, Robert Patrick ve Michael Peña paylaşıyorlar. Usta aktör Nick Nolte ve filmin zorlama ‘femme fatale’i Emma Stone, zengin kadronun diğer isimleri. Josh Brolin, Ryan Gosling ve Giovani Ribisi, filmin yükünü sırtlamışlar. Sean Penn, ilk defa bu kadar özelliksiz perdede. Keseden yiyor. Emma Stone ise, canlandırdığı karaktere kendisi de inanmamış gibi. Grafik bir şiddetle örülmüş sahneler, iyi çekilmiş. İki Oscar adaylığı olan ve 2005 tarihli “Bir Geyşanın Anıları / Memoirs of a Geisha” ile ‘En İyi Görüntü Yönetmenliği’ Oscar’ını kazanan Dion Beebe’nin kamerası filmin artılarından. 1997 tarihli “Los Angeles Sırları / L.A. Confidential” esintisi de geliyor perdeden ama nerede o film… Çağrıştırdığı baba tür filmlerinin kalitesinden çok uzak da olsa, temposu, karikatürü anımsatan abartılı karakterleri ve yaratılmaya çalışılan çizgi roman atmosferi ile izletiyor kendini film bütün eksilerine rağmen, baştan sona. Ciddiye alınacak bir durum yok ortada ama yapımın, ‘keyifli seyirlik klişesinin’ hakkını verdiğini söylemek de yanlış olmaz. (2,5 / 5)

TIMOTHY GREEN’İN SIRADIŞI YAŞAMI
Gayet iyi film, Disney’in fantastik dramı. Sevgi, farklılık, iyileşmek, kendin olmak ve mucizeler üzerine; kendi küçük, yüreği büyük bir masal! Filmi izlerken, Grimm Kardeşler’in ünlü masallarından, ‘Jack ve Fasulye Sırığı’ndan esinlendiğini düşündüm yaratıcıların. Eve dönüp, araştırdığımda, Andersen’in ‘Parmak Kız’ adlı masalından esin aldığını anladım öykünün. Aslında bir parça, ‘Jack ve Fasulye Sırığı’ da vardı işin içinde. Ahmet Zappa adlı aktörün yazdığı öyküyü, Peter Hedges uyarlayıp yönetmiş. İyi bir yönetmen Hedges. Duyarlı bir şahıs. İlk filmi 2003 tarihli “Annemler Yemeğe Geliyor / Pieces of April” ve 2007 tarihli “Şamar Oğlanı / Dan in Real Life” ı izlemiştim. İyi filmlerdi ikisi de. Hedges, aynı zamanda 1993 yapımı şık ve güçlü Lasse Hallström filmi “What’s Eating Gilbert Grape”in uyarlandığı romanın yazarı ve senaristi. Orijinal adıyla “The Odd Life of Timothy Green”, çocukları olmayan ve çocuk sahibi olmayı çok arzulayan bir çiftin dileğiyle başlıyor. Dileklerini yazıp, içine koydukları kutuyu, evlerinin bahçesine; toprağa gömüyorlar ve yağmurun kuvvetli yağıp dindiği gecenin yarısında, bir çocuk buluyorlar karşılarında; Timothy Green’i… Doğanın mucizelerinden biri olarak değer katıyor dokunduğu her şeye Timothy. Ayaklarındaki yapraklar, yaşanan her önemli anda bir bir azalırken, sevginin, farklılığın, kendini sevmenin, kabullenmenin, iyi olmanın ne denli önemli meseleler olduğunu anlıyor beklenmeyen misafirin çevresindekiler. Gencecik iki çok iyi oyuncuyla tanışıyoruz; CJ Adams ve Odeya Rush. Bu genç yeteneklere, iki yıldız isim; Jennifer Garner ile Joel Edgerton eşlik etmişler. Ustaları da var kadronun; Dianne Wiest, David Morse, M. Emmet Walsh, İranlı aktris Shohreh Aghdashloo ve James Rebhorn. Filmin ‘ne olduğu’ ve sınırları gayet belli. Walt Disney yapımı film, özellikle küçük izleyicilere sesleniyor. Filmi beğenmeyebilirsiniz; bu gayet normal! Bakış açısına göre, son derece naif, tutucu, didaktik ve hamasi de bulabilirsiniz; olabilir. Ancak, ‘sıkılmak’, içinizdeki sinema sevgisinin, hatta sevebilme yeteneğinizin yoğunluğuyla ilgili. Baktığınızı görmek gerekiyor. Sinemada görmek için koşul şart olan, altyapı, birikim, estetik zevk ve bilgiden önce koşulsuz sevgi gerekli. Sevgisiz olunca çok fena! Sevgi, her şeyin abc’si belki de. Timothy Green’in varlık sebebinin de öyle! (3,5 / 5)
MURAT ERŞAHİN




Diğer Yazılar