01 EKİM 2010
Yedi filmlik haftanın notlarımız arasında yer almayan üç yapımı da yerli. Komedi ´´Harbi Define´´, Özlem Akovalıgil´in yönettiği dram ´´Kako Si? ve adına basın gösterimi düzenlenmeyen üç boyutlu korku örneği ´´Cehennem´´… Diğer dört filmin yorumları sizleri bekliyor. Herkese iyi seyirler!
İYİ YÜREK
Kuzey Avrupa sinemasının önemli adlarından biri Dagur Kári. İzlandalı sinemacı 2003 tarihli ilk uzun metrajı ´´Noi Albinoi / Buzdan Hayaller´´ ile sinefilleri mest etmiş, 2005 yapımı ikinci filmi ´´Dark Horse / Tutunamayanlar´´ ile birçoğunun başucu yönetmenleri arasına girmişti. Bu kez Amerika´ya geçiş yapmış Kári. Kuzeyin mesafeli duruşunu, hüzünlü ve gerçeküstü bir mizahla buluşturduğu öykülerini, Amerikan bağımsız sinemasının matematiğiyle sarmalamış. Ortaya çıkan iş, son derece etkileyici bir ´işte hayat öyküsü´. Dostluk, acı, yok olmuş insanlık, yalnızlık, aşk, dayanışma, fedakârlık, sonuna kadar sevgi… Yönetmen, yazar, müzisyen, kurgucu, sanat yönetmeni İzlandalı´nın, bu çok yönlü sanatçının duyarlılığı, filminin hemen her karesine sinmiş. Aslında kapkara bir öykü ´´The Good Heart / İyi Yürek´´. Ara sıra, ateş böceği parıltısı gibi çakıp sönen umut ışıltılarını, koyu bir umutsuzluğun içine serpiştiren yönetmen, son tahlilde insandan, iyilikten ve sevgiden yana ümidin kesilmemesi gerektiğini hatırlatıyor. Aksi, lanet, kalbi tekleyerek çalışan, yalnız ve huysuz ihtiyar ile sokaklarda yaşayan, parasız pulsuz, iyi kalpli ama normal seleksiyona uyup, yok olmayı deneyen genç adamın dostlukları anlatılan. Aralarına katılan ürkmüş, yalnız ve güzel genç kız, ikisinin de kalbini etkiliyor bir şekilde. Dışarıdaki hayatın acımasız hoyratlığı, katı kurallarla işleyen ve sadece müdavimlerini ağırlayan bir barın içinde savuşturulmaya çalıştırılıyor. Nereye kadar? Brian Cox´un oyunculuk müessesesine meydan okuyan müthiş performansı, Paul Dano´nun ´ben de varım´ iddiasıyla birleşip, Isild Le Basco´nun şefkate aç serçe ürkeği bakışlarıyla tamamlanıyor. Kári´nin, İngilizce çektiği üçüncü uzun metrajı zihinlerde yer ediyor ama yeni kıtaya uyum sorunu, yönetmenin diğer iki filmindeki hakikiliğin biraz gerisinde bırakıyor perdedekini. Kári´nin hüzünle at başı ilerleyen mizahı, bu kez başka bir kıtaya alışmaya çalışan yabancı gibi çekingen. Fakat yaşadığımız yerin yok edici zalimliği, sevgi ve dostluğun tedavi ediciliği ve iyi bir kalbin insanı yeniden yaşatacağı gibi ´sahici´ gerçekler ustaca anlatılmış, sağlam kareler olarak duruyor karşımızda.
KAVŞAK
Reklam yönetmeni ve müzisyen olarak tanıdığımız Selim Demirdelen, ilk uzun metrajıyla karşımızda. Aslında ´bir buçuk´uncu diyebiliriz. Demirdelen, 2004´te, beş yönetmenli ´´Anlat İstanbul´´ filminin bölümlerinden birini yönetmişti. ´´Eşkiya´´da Yavuz Turgul´un yönetmen yardımcılığın da üstlenen Demirdelen, TV dizisi ´Bıçak Sırtı´nda ısınma turlarını tamamladıktan sonra iyi bir başlangıçla merhaba diyor beyazperde yolculuğuna. Adana Altın Koza´da yarışan ve Levent Semerci ile paylaştığı ´En İyi Yönetmen´ dahil dört ödülle beğeni toplayan ´´Kavşak´´, Amerikan bağımsızlarının atmosferine sarmalamaya çalıştığı oldukça hüzünlü öyküsünü, olabildiğince insancıl ve bağırmadan işlemiş. Katmanlı öykülerin ustası Alejandro González Iñárritu´ya öykünen Selim Demirdelen, yaşarken başımıza gelebilecek felaketleri, kırılma noktalarını, kaybedişleri ve yeni başlangıçları, iddiasız, sakin, ölçülü yansıtmayı başarmış perdeye. Eksikler ve yerine oturmayan kimi parçalar, büyük resmi tamamen zedelemiyorlar. Demirdelen için, Türkiye´nin ´Gabriele Muccino´su olma yolunda denilebilir. Antalya´da da Altın Portakal için yarışacak yapımda başrolü üstlenen Güven Kıraç, belki de en iyi performansını sergilerken, ´en iyi kadın oyuncu´ ödülünü ´´Kıskanmak´´ın Nergis Öztürk´üyle paylaşan Sezgin Akbaşoğulları, adını bundan böyle çok sık duyacağımızı kanıtlıyor. Yaşanan büyük travma, kader, umutsuzluk, yalnızlık, tesadüfler fakat aniden bir yerde beliren umut. Zorlu hayat karşısında insanın insana muhtaçlığı…
YEDEK POLİSLER
Amerikan esprileriyle oldukça ´içerden´ doldurulmuş yapım, kaba mizahıyla gülümsetse de aniden unutulmaya aday filmlerin üst sıralarında yer alıyor. Tamamen patlamış mısır endüstrisine omuz veren öykü, Will Ferrell gibi çok yetenekli bir komedyenin ve bu tür yapımlarda görmeye pek alışmadığımız Mark Wahlberg´in ustalığıyla ilerliyor. Samuel L. Jackson ile Dwayne Johnson, komedi-aksiyonun konuk isimleri. Özlediğimiz Michael Keaton ve ´beklenmeyen seksi eş´ rolünde karşımıza çıkan Eva Mendes ise filmin ´bonus´ları. İçlerindeki kahramanı gün ışığına çıkartmayı bekleyen iki masa başı dedektifi, popüler meslektaşlarının boşluklarını doldurmak için sokaklara çıktığında aksiyon içeren kaba bir mizahı da başlatırlar. İki başrol oyuncusunun, izleyiciden daha çok eğlendiğini düşündüren yapım, sadece anlık ´gag´ların momentumuna bırakıyor kendini.
BAYKUŞ KRALLIĞI EFSANESİ
Öncelikle belirtilmesi gereken önemli bir nokta var. O da, bu emek yoğun üç boyutlu animasyonun ülkemizde sadece dublajlı olarak izleyiciye sunulması. Gayet iddialı bir film ´´Baykuş Krallığı Efsanesi´´. Yönetmen koltuğunda ´´300´´ ve ´´Watchmen´´ gibi önemli filmlerin yönetmeni Zack Snyder oturuyor. Çizgiyi beyazperdeye başarıyla aktaran yönetmene emanet edilen projenin orijinal seslendirmesini yapan isimlere dikkat: Helen Mirren, Geoffrey Rush, Jim Sturgess, Hugo Weaving, Anthony LaPaglia, David Wenham, Sam Neill ve Abbie Cornish. Okuma yazma bilmeyen küçükler için dublaj tabii ki gerekli ama izlediğimiz film, on üç yaşın altındaki izleyiciye zaten hitap etmiyor. Orijinal seslendirmenin enfes nüanslarına sırt çevirip, Türkçe seslendirmenin yavan ve özelliğini yitiren yeni haline teslim olmak filmden çok şey götürmüş. Sinefillere, filmin gerçek izleyicisine yapılan bu ayıp, fark edilip bir daha tekrarlanmamalı… Gelelim filme. Kahramanımız genç baykuş Soren. Babasının efsanevi Ga´hoole muhafızları masallarıyla büyüttüğü Soren, efsanenin gerçekliğini keşfedeceği aksiyon dolu bir maceraya atılmak zorunda kalıyor. Ari ırk olduklarını savunan kötü kalpli baykuşlara karşı, mitsel bir savaşçı ordusu olan kanatlı muhafızların yanında sürükleyici bir serüven yaşayan kahramanımız, dinlediği masalları gerçek kılarak, baykuş krallığını kurtarmak adına gözü pek bir kahramana dönüşüyor. ´Faşizme karşı omuz omuza´ diyen film, politik öyküsüyle dikkat çekiyor. 1944 doğumlu Amerikalı yazar Kathryn Lasky´nin 2003-2008 arasında yayımlanmış 15 kitaplık ´Guardians of Ga´Hoole´ serisinin ilk üç kitabından perdeye uyarlanan yapım, içerdiği fazlaca sertlik, karanlık yan ve vahşi içerikle on üç yaşın altındaki izleyici için ürkütücü olabilir.
MURAT ERŞAHİN