Konuk Yazar

ZİHNİN OYUNLARI

19 Eylül 2021 Pazar 10:35
ZİHNİN OYUNLARI

Ferah, geniş, zevkli bir elden çıktığı belli bir daire ve burada yaşayan bir kadınla yaşlı babası... Anthony, son bakıcısıyla her zaman olduğu gibi bir problem yaşamıştır. Yenisiyle yola devam etmek mi yoksa başka bir seçenek mi? Anne, sevdiği insanla Paris’e taşınacak, Londra’da kalan babası da bu durumda huzurevinin yolunu tutacaktır... Derken Anthony salona girdiğinde orada oturmakta olan bir adamı görürüz. The Guardian okuyan, mesafeli bir tip... Kızının kocasıdır bu adam ve karşımıza çıkan kadın bu kez farklı bir surettedir... Çok geçmeden seyirci olarak bir girdabın içinde olduğumuzu anlarız... Karşımızdaki film bize oyun oynamaktadır. Ya da bize oynanan oyun aslında Anthony’ye mi oynanmaktadır, bilemeyiz...

Fransız Florian Zeller daha önce sahnelediği kendi oyununu sinemaya uyarlamış ve huzurlarımıza ilk uzun metrajı ‘Baba’yla (The Father) teşrif etmiş. Bu son derece güçlü tekste sahip çalışma, beyazperdeye yansıma aşamasında Zeller’ın yanı sıra ünlü İngiliz senarist Christopher Hampton’ın dokunuşlarıyla da bezenmiş ve ortaya metni ve rejisi mükemmele yakın çizgilerde gezinen bir film çıkmış.

Kuşkusuz bu yapımı asıl olarak ete kemiğe büründüren vasfı, karakterleri adeta yaşayarak oynayan oyuncu kadrosu... Kadrodaki iki Olivia; Colman ve Williams elbette çok iyiler (özellikle de Colman). Ama asıl şahika, yaşayan efsane ‘Sir’ Anthony Hopkins’ten geliyor. Galli oyuncu, hafızası gidip gelen, demans problemlerinin ağır basmasıyla birlikte koca bir boşlukta dolaşırken tutunacak bir dal arayan yaşlı adamda harikalar yaratıyor. Hoş, Hopkins’ten böylesi bir performans tabii ki şaşırtıcı bir şey değil ama yine de kendisinden beklediğimiz çizgisine farklı tatlar, farklı incelikler, farklı derinlikler katıyor... Ki bu olağanüstü çaba ve etkileyici gösteri, Akademi tarafından da ödüllendirildi ve Hopkins bu yılki Oscar’larda En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde ‘mutlu son’a ulaştı. Kişisel olarak benim gönlüm bu kategoride ‘Ma Rainey’s Black Bottom’daki performansıyla Chadwick Boseman’dan yanaydı. Hem iyi oynuyordu hem de vefat etmiş birine ödül vermek, özel bir ‘veda sonatı’ gibi olacaktı. Ama Akademi böyle düşünmedi, Hopkins’i seçti. Tabii ki ‘büyük usta’nın heykeli hak edecek bir performans sunduğunu söylemeliyim.

‘Baba’ya dönersek; Zeller’ın yapıtı ilk elde ‘yaşlılık’ üzerine bir çalışma gibi görünse de aslında derdi ‘demans’ı anlatmak. Sinema elbette bu patikadan daha önce geçti ama bu hikâyenin özgünlüğü, yaşananları, gidip gelen zihni, bulanan dimağı, hafızanın (ya da aklın) kişiye dayattığı ‘oyun’ları karakterin cephesinden sunması. Biz seyirciyi bu girift denklemin bir parçası haline getirme yolunda gösterdiği sinematik güç de, filmin bir başka erdemi...

Mesela Haneke’nin ‘Aşk’ı (Amour), demans bataklığında kaybolan eşinin ardından geride kalan bir adamın hem yaşlılıkla hem de yitip giden parçasının yokluğuyla başa çık(a)ma(ma) çabasını anlatıyordu. ‘Baba’ ise çizginin öte tarafından bakıyor meseleye ve bataklığın içinden manzaralar sunuyor seyircisine...

Sonuç olarak Anthony Hopkins’in eskilerin deyimiyle ‘görmelere seza’ bir gösteriye soyunduğu, coşkuyla, özel bir enerjiyle oynadığı ve En İyi Uyarlama Senaryo dalında da Oscar alan bu çizgiüstü yapıtı kaçırmayın derim. Salondan sadece etkileyici bir film izleyerek ayrılmayacaksınız, hayatın ne yazık ki size ya da yakınlarınıza da sunma ihtimali olduğu bir gerçeğin katmanlarında gezineceksiniz. ‘Baba’ uzun süre zihinlerde yer edecek ve büyük olasılıkla da çıkmayacak bir çalışma...

Meraklısına: Filmin uyarlandığı tiyatro oyununun Broadway’de sergilenen versiyonunda Hopkins’in canlandırdığı karaktere Frank Langella hayat vermiş.  UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/18/09/2021)

 

 

 

 

 



Diğer Yazılar