TEK 'KAPI'LI BİR HANDA, GİDİYORUM GÜNDÜZ GECE...
Kapanmayan yaralarını yanında taşıyarak Mardin’den Berlin’e göçmüş bir Süryani ailesi... Minik torunlarının yaş gününde Türkiye’den gelen bir telefon, onları tekrar kökleriyle ve acılarıyla buluşturur. Yakup ve Şemsa, yanlarına yârenlik etsin diye aldıkları torunları Nardin’le birlikte Mardin’e giderler. Mesele şudur: Bir kör kuyuda bulunan kemiklerin, yıllar önce kaybolan oğulları Mikhael’e ait olup olmadığı araştırılacaktır. Bu vesileyle Yakup köydeki evine de uğrar. Bakımsız, virane olmuş yapının kapısının yerinde olmadığı görür. İşinin ehli bir ahşap ustası olan Yakup, kayıp kapının peşine düşer. Çok geçmeden yolları yörenin kaçakçısı Remzi’yle kesişir. Yaşlı adam, yanında torunu Nardin; Remzi’yle birlikte iz sürmeye başlar...
Nihat Durak imzalı ‘Kapı’, aslında bir metaforun peşinde koşan bir öyküye sahip. Yakup’un aradığı kapı, hem köklerine hem de birlikte yaptığı oğlu Mikhael’in anısına bir saygı duruşu... Film de bir anlamda Anadolu’nun soluklu medeniyetleri içinde kaybolup gitmiş, göçe zorlanmış, çeşitli vesilelerle oturdukları yerleri yurtları terk etmek durumunda kalmış insanların öyküsü.
Öykü çok iyi...
Yakup’un sanatını, birikimini, terini kattığı, kendi el işçiliğiyle yarattığı eser, ait olduğu yerden, mekândan, bağlamından koparılmış, bir ‘süs’ nesnesine, bir sergi öğesine, gösterişçilerin elinde kapital bir unsura dönüştürülmüştür. Emeğin sahibi de eserinin peşine düşerek onu tekrar doğup büyüdüğü, birlikte var olduğu yapıya kavuşturmak, buluşturmak için çabalıyor. Yakup sadece oğlundan geriye kalanları değil, birlikte yarattıkları en nadide eseri de arıyor.
‘Kapı’nın öyküsü son derece sağlam lakin bu öykünün işlenişinde özellikle ilk 20-25 dakika film aksıyor. Yakup’un, kaçakçı Remzi’yle birlikte Kayseri’ye doğru yola çıktıkları andan itibaren de taşlar yerine oturuyor, hikâyenin dertleri seyirciye geçmeye başlıyor. Aslında genel olarak çok daha etkili ve vurucu bir filme dönüşebilirmiş ‘Kapı’ ama sanıyorum Durak’ın kimi refleksleri ya da tercihleri (belki de ‘dizi yönetmenliği’ alışkanlıkları) böylesi bir anlatıma zemin hazırlamış. Ama sonuç itibariyle ‘Kapı’ derdini tasasını seyircisine aktarmış.
Oyunculuklara gelince: Kadir İnanır, karakterinin hislerini yüzünde ve ruhunda yaşayan Yakup’u inandırıcı kılmış. Mimikleri ve beden diliyle, evlat acısının dinmeyen yarasını seyirciye hissettirerek yansıtıyor. Keza Vahide Gördüm de benzer şekilde acılı anneyi perdeye taşıyor ve kuyu başındaki sahnede de yürekleri sızlatıyor. Bence kadronun en etkileyici performansı Timur Acar’dan gelmiş. Tam da kısa yoldan köşeyi dönen, eskiyi sadece bir meta olarak gören, pragmatist, üçkâğıtçı, işini bilir Remzi’de oldukça etkileyici... Genç oyuncu Aybüke Pusat da kuşak reflekslerini yansıtan karakterinde gayet iyiydi.
Sonuçta meselesi, gezindiği coğrafyanın toplumsal ve bireysel acılarını perdeye taşıyan tavrıyla ilgiyi hak eden bir çalışma olmuş ‘Kapı’. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/13.04.2019)