SPALL YİNE TUVALİN BAŞINDA
Resim sanatına merakınız varsa, Timothy Spall’un Cannes Film Festivali’nde altı yıl önce kendisine en iyi erkek oyuncu dalında ödül kazandıran “Mr Turner”ın ardından bir kez daha Britanya ressamlarından, bu kez Laurence Stephen Lowry’ye hayat verdiği ‘Mrs. Lowry & Son / Bayan Lowry ve Oğlu’nu tavsiye ederim. Spall, J.M.W Turner gibi iddialı bir manzara ressamını perdeye taşırken öncesinde iki yıl resim konusunda aldığı eğitimi boşa harcamıyor belli ki.
Martyn Hesford’ın kendi tiyatro oyunundan senaryolaştırdığı ‘Bayan Lowry ve Oğlu’, bir ressamın hayatından bir kesiti anlattığı halde adını neye borçlu peki? Filmin adı ‘Bay Lowry ve Annesi’ olsa bu kadar şaşırmazdık!
81 yaşında olmasına rağmen pırıltılı oyunculuğu devam eden Vanessa Redgrave’in çizdiği Elizabeth Lowry karakteri, sinema tarihinde karşımıza çıkan nevrotik anne karakterlerinin son ve en etkileyici örneklerinden. Şahsen, filmi izlerken son yarım saate girişte Lowry eve gelip de annesine seslenip cevap alamadığında aklımdan geçen ilk şey ‘Öldü galiba… Ölmeli çünkü!’ oldu. Evlerinin tavan arasında, akşam annesi uyuduktan sonra resimlerini yapan, hayatını katiplikle kira toplamakla kazanıp babasından kalan borçları ödemeye çalışmakla geçiren Lowry ve annesinin ilişkisi gerçekten de iç burkucu. Hayatını yatağında geçiren, sağlık sorunlarını oğlunun kendisine kayıtsız şartsız bakması için kullanan son derece manipülatif Elizabeth, filmin bir noktasında aslında oğluna bakınca gözünü yummak istediğini, çocuk sahibi olmayı hiç arzulamadığını bile dile getiriyor. Gene de Lowry en çok bu sözlere değil de, yıllardır yaptığı resimleri hiç beğenmediğini öğrendiğinde kırılıyor ve hepsini yakma noktasına geliyor.
47 yaşında, hemen her gün aynı şeyleri yaparak yaşayan, ama yaşadığı endüstri kentinin fabrikalarını, işçilerini, sokaktaki sıradan insanlarını, gördüğü biçimde süssüz, son derece naif, sade biçimde ve renkte tuvaline yansıtan Lowry, bir türlü annesinin duygusal zorbalıklarına karşı koyamıyor. Onun hep yanında olacağını söylüyor.
Daha eve girdiği andan itibaren her şeye karışan, her konuda fikir beyan eden ve her şekilde dediğini yaptırıp günün küçük zaferleriyle tatmin olan Elizabeth’i, aslında sevmekten hiç vaz geçmiyor. Varsın iktidarı Elizabeth elinde tutsun… Lowry, resim yapmaktan vazgeçmiyor. Gördüklerini, izlediklerini, izlenimlerini yağlı boyanın mucizevi gücüyle tuvale aktarmaktan vazgeçmiyor. Olumsuz eleştiriler onu yıldırmıyor.
2000’lerde milyonlarca sterline satılan resimlerinin gücü işte bu sabırlı, azimli, yaptığını seven, şikayet etmeden annesine katlanan, ve en önemlisi yaptığı resimlerin arkasında durmayı başaran Lowry’nin benzersiz karakterinde saklı. Annesinin 1939’daki ölümünden sonra adını daha çok duyurup ödüller kazanan, ama bazılarını annesi hayatta olmadığı için reddeden Lowry’nin dünyasını anlatan “Bayan Lowry ve Oğlu”, iki müthiş oyuncunun performansıyla iz bırakan bir filme dönüşüyor.
EBRU ÇELİKTUĞ