ÖNCE KAKÜLLERİNİ, SONRA DÜNYAYI KALDIRIRDI...
Naim Suleimanov, Bulgaristan doğumlu bir Türk’tü. Ülkedeki spor kültürü ve geleneği içinde fark edildi, haltere yönelerek önce Enver Türkileri, sonra da Ivan Abaciev gibi hocaların ellerinde yoğrularak gerekli altyapıyı, bilgi ve görgüyü edindi. Çok geçmeden de dünya çapında bir yıldız oldu. Erken yaşlarda rekorların sahibiydi. Önünde hiçbir engel yoktu, ‘Dünyanın en iyisi’ olacağı açıktı.
Lakin ülkedeki yönetimin Türk azınlığa yönelik faşizan uygulamaları, Kırcaalili bu genç sporcunun da kapısını çaldı. Todor Jivkov’un asimilasyon politikaları, ona yeni bir isim biçmişti: Naum Shalamanov. Kırılan gururunu tamir edecek ve temsil ettiği topluluğun acılarına tercüman olacak bir seçeneğin peşine düştü. 1986’da Melbourne’de düzenlenen ‘Dünya Halter Şampiyonası’ ona aradığı fırsatı sağladı, büyükelçiliğe başvurarak Türkiye’ye iltica etti. Yönetmelikler gereği bir süre yarışamadı, Bulgaristan’ın onun Ay-Yıldızlı formayla mücadele etmesine üç yıllık itiraz hakkı vardı, devreye dönemin başbakanı Turgut Özal’ın pragmatizmi girdi, kendisi için örtülü ödenekten 1 milyon dolar (bir tür ‘yetiştirme parası’) ödendi ve Naim Süleymanoğlu adıyla hikâyesine kaldığı yerden devam etti. Haltere son noktayı koyduğunda portföyünde 3 Olimpiyat, 7 Dünya, 6 da Avrupa şampiyonluğu vardı. Kariyeri boyunca da 46 rekora imza atmıştı. Sonrasında spor yöneticiliği yaptı, politikayı denedi ama hiçbir liman onun için uzun süreli bir durak olamadı. Sağlık problemleri yaşadı ve iki yıl önce de, 50 yaşında aramızdan ayrıldı.
Kronolojik bir gezinti
Haftanın yenileri arasında yer alan ‘Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu’ adlı yapım, işte bu hikâyenin bir bölümünü perdeye taşıyor. Yönetmen olarak Özer Feyzioğlu imzasını taşıyan çalışma ana karakterinin çocukluğuna, yetişme dönemine, Jivkov’un Türkler üzerindeki baskı rejimine ve iltica hamlesine odaklanıyor. Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye ayak bastıktan sonraki yaşantısından, özel hayatından, yaşadığı zorluklardan filmde eser yok. Öte yandan anlattığı bölümlerde ise derinlemesine bir karakter analizinden de söz etmek zor. Barış Pirhasan’ın senaryosu belli bir tarih aralığında kronolojik bir gezintiye çıkmış gibi. Öykü daha çok dramatik unsurları öne çıkarmaya çalışmış. Bu durumu anlamak mümkün, çünkü ‘Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu’ bir ‘Dijital Sanatlar’ yapımı ve malum, bu şirkete ait filmler daha çok seyircinin gözyaşlarını teslim almaya odaklı. Öte yandan ‘Dijital Sanatlar’ın bir önceki adımı ‘Türk İşi Dondurma’ tarihi kendi kafasına göre alabildiğince çarpıtıyordu, Süleymanoğlu’nun hikâyesinde ise pek çarpıtma olduğu söylenemez (sadece iltica sahnesi bildiğim kadarıyla daha geniş sayılı bir grupça ve farklı bir şekilde yapılıyordu, filmde eylemi iki kişi gerçekleştiriyor, sonrasında da iki kişi daha operasyona dahil oluyor) lakin burada da şöyle bir durum söz konusu: Basın gösteriminde izlediğimiz kopyada sporcunun ölüm tarihine ve Seul Olimpiyatları’nın düzenlendiği aya dair maddi hatalar vardı, umarız vizyona giren kopyalarda bu durumun üstesinden gelinmiştir...
En zarif rekabet
Naim rolünde genç oyuncu Hayat Van Eck’ın başarılı bir performans (özellikle fiziksel benzerlik “Ancak bu kadar olur” düzeyinde) ortaya koyduğu filmde anne Hatice’de Selen Öztürk, iltica harekâtının başicracısı Remzi’de de Renan Bilek bence filmin en akılda kalıcı karakterlerine imza atıyor.
Sonuç olarak ‘Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu’, yer yer hamasi ama teknik açıdan temiz bir iş olmuş. Benim kuşağım için problem şu ki, tanık olduğum bir tarihi (o da bir kısmını) anlatıyor. “Ama bu film zaten genç nesiller için” denilebilir ve bu da kabul edilebilir bir gerekçe. Bana kalırsa bu hayatın, mesela Valireos Leonidis ayağı da fazlasıyla sinemasaldı. Süleymanoğlu’nun sporculuk kariyerindeki en önemli rekabet belki de Yunanlı meslektaşıylaydı. Ve hatırlanacağı gibi Leonidis, rakibi Süleymanoğlu’na, tabutunu öperek veda etmişti. Umarım olası bir farklı projede, belki de spor tarihinin bu en zarif rekabeti ve vedası da yer alır... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/23.11.2019)