MICHAEL JORDAN'LA SON DANS
Son dönemde, dijital platformlarda, sporu konu edinen seriler ilgi görüyor. Bu ilgi sinemada vizyona giren spor filmlerine pek yansımıyor. Yine de, sporseverlerin bir kısmının sürekli yakındığı “spor temalı kültür sanat eserlerine memleket sınırları içinde ilgi gösterilmiyor” düşüncesinde bir kırılma yaşandı diyebiliriz.
Geçen yıl Netflix’te yayınlanan Boby Robson: Bir Menajerden Fazlası ve Sunderland Tii Lie Die belgeselleri sessiz sedasız ilerledi ve epey konuşuldu. Netflix bunun ardından peş peşe spor temalı belgesel serilerini Türkiye’deki kullanıcılarının beğenisine açtı. Pandeminin Türkiye’de etkisini göstermesiyle birlikte eve kapandığımız ilk günlerde de modern futbolun doğuşunu anlatan The English Game isimli dizi gösterime girdi ve o yoğun gündemde bile kendisine yer bulabildi.
Hemen ardından, uzun süredir beklenen, ESPN ile Netflix ortaklığında yapılan, Michael Jordan’ın basketbol kariyerini merkeze alan, The Last Dance isimli belgesel serisi Nisan ayında yayınlanmaya başladı. Bizde de büyük ilgiyle karşılanan seri haftada iki bölüm şeklinde ekranlara geliyor. Netflix’in yakın zamanda geçtiği “top 10” yayınlama özelliği sayesinde de The Last Dance’in ne kadar “reyting” aldığını görebiliyoruz.
Belgesel ilk iki bölümün yayınlanmasıyla birlikte bu “top 10” listesinde üst sıralarda yer almaya başladı ve sekizinci bölüm itibariyle de yerini koruyor.
Seri henüz bitmedi, ancak üzerine bir şeyler konuşabileceğimiz kadar izlenim oluşturdu.
Yeni bölümler yayınlandıkça The Last Dance ile ilgili her hafta birçok yazı ve görüş dolaşıyor internet ortamında. Bunlardan yola çıkarak üç maddede bazı noktalara değinmek istedim.
İlki, serideki dokümantasyonun zenginliği. NBA organizasyonunun iyi işleyen yapısını tüm sporseverler bilir. Güçlü bir oyuncu sendikası ve iyi çalışan toplu sözleşme sistemi var. Sistem tamamen oyuncular üzerine kurulu ve kârlılığı devam ettirmek esas yaklaşım. Böylelikle oyunun içindeki tüm olaylar birer ticari ürün haline gelebiliyor.
Bu yaklaşım, içselleştirilmiş bir olgu. O nedenle görüntü arşivi konusunda oldukça titizler. The Last Dance bunun iyi yansımalarından biri. Jordan’ın kariyerinin başlangıcından bitişine kadar veya filmde yer alan diğer önemli isimlerin çeşitli dönemlerdeki arşiv niteliği taşıyan görüntülerine baktığımızda birçok detayı görme şansımız oluyor. Bu da belgeselin hem niteliğini güçlendiriyor, hem de anlatımını. Jordan maç sırasındaki bir tartışmayı veya soyunma odasındaki bir konuşmayı anlattığında belge niteliği taşıyan görüntüyle eşleme şansına sahip olabiliyorsunuz. The Last Dance bu açıdan kusursuz denebilecek kadar güçlü bir seri.
İkinci madde ise serinin kurgusundaki işleyiş ile ilgili. Belgesel dizilerde veya biyografik anlatımlarda ağırlıklı olarak lineer bir kurgu tercih edilir. En azından dijital platformlar hayatımıza girmeden önce belgesel dili böyleydi. Dijital platformlarla birlikte bu anlatım tarzında değişim oldu. The Last Dance bunun iyi örneklerinden biri.
Serinin odak noktası MJ’nin kariyeri gibi görünse de, beraberinde, o dönem basketbol dünyasında yaşanan hemen her alana temas ediliyor. Bunu yaparken de anlatımda dağınıklık oluşmuyor. Bu, belgeseller için kurgunun ne kadar önemli olduğunun bir göstergesi.
Üçüncü ve son madde de, tabii ki, olumsuz eleştiriler. The Last Dance NBA’deki ve ABD’deki ırkçılık meselesine değinmemeyi tercih etmiş görünüyor. Hatta bu konuda ıskalanan, görmezden gelinen birkaç husus izlerken rahatsız edebiliyor. MJ bu konuda eleştirileceğinden emin ki buna birkaç yerde yanıt verircesine cümleler sarf ediyor.
Olumsuz eleştirilerden nasibini alan bir husus da altyazılar. Türkçe altyazılarda ilginç bir şekilde problemler var. Basketbol terminolojisine yabancı bir altyazı yapılmış. Bu çaptaki projede böyle bir şey tercih edilmiş olmasının nedeni merak konusu.
Son olarak da Michael Jordan’ın serinin tamamını izleyip onay verdiği ve bunun üzerine serinin yayınlandığı konusunda birkaç eleştiri yazısı çıktı. Türkiye’de de eleştiren isimler vardı bu konuyu.
Ancak biyografik belgesellerde, kişi yaşasa da, yaşamasa da hukuk müdahaleye izin veriyor. Örneğin o kişiden veya varislerinden izin almadan belgesel yapmanız Türkiye’de mümkün değil. Bu konu MJ olunca daha da titiz davranılmış olabilir. Buna rağmen, Türkiye’de herhangi seviyede yer almış bir sporcunun hayat hikâyesini anlatırken bile giremeyeceğiniz birçok konuya The Last Dance değinmiş ve muhatabı olan tarafları konuşturabilmiş. “Final cut” onayı konusunu Türkiye’den bakıp eleştirirsek biraz haksızlık etmiş oluruz. GÖKÇE KAAN DEMİRKIRAN