KÖTÜLÜĞÜN YEREL TARİHİNDEN
Anadolu’da küçük bir dağ kasabasında büyümüş, daha sonra gurbet ellerde hayatını sürdürmeye çalışan bir müzisyen: İshak... Yedi yıldır uzak düştüğü yurduna annesinin rahatsızlığı nedeniyle geri döner. Lakin bu dönüşle birlikte yedi yıl önce gözleri önünde gerçekleşen bir vakanın failleriyle de hesaplaşmak zorunda kalır. Kendisini bir türlü uyutmayan, içinde büyüyen, vicdanında kapanmaz yaralar açan bir cinayetin tanığıdır o ve ne insanlığı ne ruhu ve bedeni bu ödeşmeyi yapmadıkça rahata erecektir...
Türkiye prömiyerini geçen ekim ayında Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapan Özcan Alper’in ‘Karanlık Gece’si bu haftadan itibaren vizyona çıkıyor. Film, tıpkı Antalya’da birlikte yarıştığı Emin Alper’in ‘Kurak Günler’i gibi Anadolu’nun bir köşesinde yaşanan linç olayı üzerinden söz konusu coğrafyanın sosyolojik reflekslerinden bir memleket tablosuna ulaşıyor. Ki bu tablo ne yazık ki çok çok uzun bir zamandır aynı ruh ve mantığı üreten, kendinden olmayanı anında ötekileştiren, hoşgörüsüzlük bayrağını hiçbir zaman elden bırakmayan, eğitimliye olan nefretini kusan, acımasız, yok edici, hesap vermeyen, suçunu, günahını örtbas eden çizgilerden oluşuyor.
İki Alper’in filmlerinin (öykü, karakterler, dertler, hatta ‘obruk’ metaforları itibariyle) benzerlikleri festival esnasında Antalya’da bol bol konuşuldu ama gelinen noktada söylenmesi gereken bence şu: Bu toprakların sosyolojik refleksleri, uzun bir geçmişten bu yana saldıkları köklerle kendileri üzerine fikir yürütmeye kalkanları aynı dehlizlere, aynı koridorlara, aynı iklimlere sürüklüyor, dolayısıyla yaşananlara ilişkin derde, tasaya sahipseniz baktığınızda gördüğünüz resim ve bu resmi yorumlama biçimlerinizin benzer çizgilerde dolaşması son derece
doğal...
Özcan Alper sinemamızın zamanımızdaki yansımaları içinde kendince ülkenin tarihsel-siyasal gidişatına dair kaygılar taşıyan ve bu türden endişelerini perdeye yansıtmayı temel rota belleyen yönetmenlerimizden biri. İlk adımı olan ‘Sonbahar’ bence bir başyapıttı ve bu tür etkileyici hamlelerle sinemaya başlayan yönetmenler, yerli ya da yabancı (mesela David Fincher) olsun, kendilerini sonraki çalışmalarında o ilk çıtanın gölgesinde konumlandırmak zorunda kalıyorlar. Özcan Alper de bu sorunları yaşamış bir yaratıcı ve sanki bitmeyen bir ‘karakış’ı anlatan ‘Karanlık Gece’ de ‘Sonbahar’ sonrası basamaklarındaki en güçlü nokta.
Film, ana karakteri İshak’ın durmaksızın kanayan yarası odağında ülkenin sosyolojik tarifine soyunuyor. Linç kültürü, erkeklik halleri, aramızda gezinen ve hiçbir şey yokmuş gibi hayatlarına devam eden suçlular, onları her daim koruyan ve ‘Oyna, devam’ diyen bir hayatın (sistemin) akışı, “Biz bu topraklarda binlerce yıldır varız” diyen hoyrat düşünce biçimi, şehirliye, dışarıdan gelene, kendine benzemeyene pençelerini gösteren içekapanık taşra kültürü... Filmin özelinde de kıskançlıkla birlikte artan öfke sonucu genç ve idealist orman mühendisi Ali’yi yok eden ‘Anadolu irfanı’... Bütün bu temalara hakkını vererek uğruyor ‘Karanlık Gece’.
Bir de bu suçun ‘faili meçhul’e dönüşmesiyle geride kalan yakınlarında yarattığı tahribat ve gideni geri getiremeyecek o katlanması mümkün olmayan süreç. Alper’in filmi Ali’nin babası Ferhat kimliğinde de ‘Cumartesi Anneleri’ gerçeğine vurgu yapıyor, onların evlatlarını arama yolunda gösterdikleri çabaya ve acıya dikkat çekiyor.
‘Western havası’na da sahip
Sazı ve motosikletine attığı köpeği Palyaço’yla (ki o da linç kültüründen nasibini alacaktır) Ali’nin izini, yedi yıllık bir süredir yaşadığı hesaplaşmayla birlikte süren İshak’ta Berkay Ateş muhteşem oynuyor. Keza içi dışı bir, duygularını hemen yansıtan, hukuku herkese eşit uygulama derdinde olan, bir yandan da doğada nesli tükenen ‘Karakulak’ın peşindeki mühendis Ali’de Cem Yiğit Üzümoğlu çok iyi. Kasabayı saran karanlıkta yolunu bulmaya çalışan ama sonuçta geleneksel yapının içinde eriyen Sultan’da Pınar Deniz ve oğlunu dere tepe yıllardır arayan ve umudunu hiç yitirmeyen acılı babada Taner Birsel (öykünün gözyaşlarımı esir aldığı kısımları onun karakterinin perdede belirdiği anlardı); hepsi çizgi üstüydü.
Keza Alper’in Murat Uyurkulak’la birlikte yazdığı senaryo da bu öyküyü ete kemiğe büründürüyor, karakterinin vicdanındaki yaraların bizlerin vicdanında da yankı bulmasına zemin hazırlıyordu. Yunus Roy İmer’in koyu renklere boğulmuş ve kasveti görsel açıdan da destekleyen kadrajlarının ve usta işi görüntü yönetmenliğinin de hakkını verelim.
‘Karanlık Gece’ siyasi polisiye bir tat taşıdığı kadar, tıpkı ‘Kurak Günler’ gibi ‘western havası’na da sahip bir yapım. Orman Müdürlüğü’ndeki şefi Osman’ın, Ali’ye ilişkin suçlama karşısında “Sarışın terörist mi olur” saptaması da filmin trajikomik yanları açısından zirveydi. Şu saptamayla bitireyim: ‘Kurak Günler’ her şeye rağmen umut vaat ediyordu. ‘Karanlık Gece’yse adı gibi bizi saran ve bir türlü içinden çıkamadığımız bir karanlığın tarifine soyunuyor... Sinemamızın son dönemdeki yüz akı çabalarından biri olan bu filmi kesinlikle kaçırmayın derim... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/29.04.2023)