HA VİRÜS HA ZOMBİ!
Zombi filmlerini pek tercih etmesem de – nedeni basitçe, hem birilerini yiyerek var olmalarının yamyamlığın dehşetini hissettirmesi, hem de türe dair yeni bir şeyler söyleyecek yapımların azlığı- “Zoo”ya kayıtsız kalamadım. Korona pandemisine dair çelişkili bilgilerin havada uçuştuğu ve artık yaşam tarzımızın fena halde allak bullak olduğu bugünlerde “Zoo”, evde geçen hikayesiyle, öncelikle içinde olduğumuz distopik durumla inanılmaz derecede örtüşüyor.
Londra’da hızla yayılan bir virüs yüzünden hükümet, insanları evde kalmaya çağırıyor. Bu yepyeni virüse dair, kahramanlarımızdan John’un (Ed Speleers) ağzından dökülen “Muhtemelen aşıyı satmak için virüsü yarattılar” cümlesine biz de şahit olduk, oluyoruz! John ve eşi Karen’ın (Zoë Tapper) ilişkisi ise kopma noktasında. Karantinayı birlikte geçirmek özellikle Karen için kabus gibi; üstelik yiyecek stoklamadıkları için apartmandaki komşularının evlerine girmek zorunda bile kalacaklar. Kapılarına gelebilecek saldırganlara karşı savunma yöntemleri geliştirecek, fit kalmak için egzersiz yapacaklar. Bebeğini kaybettiği için derin bir depresyon yaşayan ve bunu kendince yöntemlerle aşmaya çalışan Karen’ın uyuşturucu zulası da tezgahın altından çıkıp bu kez karantina günlerini aşmaları için eğlenceye (!) dönüşecek.
Henüz evlerine dalıp yağmaladıkları çiftin kendilerinden yardım istemek için kapılarına gelmesi ise hikayenin seyrini değiştiren ve gerilim katan bir öğe. Ya onlara zarar verirlerse? Ya virüsü kaptılarsa? Ya yiyecekler için savaşmak zorunda kalırlarsa? Üstelik salonun bir köşesinde, Karen’ın o evden dayanamayıp el koyduğu pahalı elbise ortadayken? Kara mizaha bu sekansta daha bir sarılan yönetmen ve senarist Antonio Tublen, Karen ve John’ın macerasında yeni soru ve sorunlar ortaya çıkarmayı, filmin nabzının hızlanmasını ve izleyenin ilgisini dağıtmamayı başarıyor.
Bu yeni salgını ilk başta radyodan, televizyondan ve zombi saldırısına dair dehşetli sahneleri üst kattaki dairelerinden izleyerek durumun ciddiliğine varan Karen ve John’ın hikayesi, senaryo ilerledikçe bir zombi salgınında sağ kalmaya çalışma mücadelesinden daha farklı bir yöne evriliyor.
“Zoo” aslında kırık bir aşk hikayesi anlatıyor bile diyebiliriz. Zaman zaman odağı kaysa, gerilimden kara komediye ve sonuçta bir aşk öyküsüne sıçrasa da, tek mekanda derdini anlatma konusundaki engelleri de rahatça aşıyor. Üstelik, yaşadığımız salgını iki yıl önceden, bir evde kapalı kalmanın yaşatacaklarını, ‘hayatın eve gerçekten sığıp sığmadığını’, zombi metaforu üzerinden çarpıcı biçimde ‘müjdeliyor!’…