GÜNDEMDEKİ BELGESEL: THE ENGLISH GAME
Hepimizin evde kaldığı bugünlerde dijital platformlardaki trafik epey arttı. Sosyal medyada, bir dayanışma örneği olarak, herkesin birbirine film, dizi önermesi ile birlikte, salgın dışındaki gündemimizin üst sıralarında diziler ve filmler yer aldı.
Gündemdeki yapımlardan bir tanesi de The English Game. Futbolun doğuşunu konu eden dizi özellikle futbol "muhabbetinin" en yoğun olduğu Twitter'da hatırı sayılır bir ilgiye de mahzar oldu.
Modern futbolun İngiltere'de başladığı genel bir kabuldür. Özellikle özerk bir futbol birliğinin oluşması, kuralların belirlenmesi ve kurumsallaşmasıyla ilgili İngiltere'nin, sanayi devriminin yaşandığı süreçte, bu konuda bir bayraktarlığının olması da şaşırtıcı değil zaten. Ancak The English Game özelinde ele alacağımız birkaç önemli detay var.
Öncelikle izlemeyenler için izlenim oluşturabilecek özet yapmakta fayda var. 1879 yılındaki federasyon kupası finali ile başlayan dizi temelde işçi takımlarıyla “centilmen” takımları arasındaki rekabeti konu alıyor. Bunun yanında profesyonel futbolun temellerinin atıldığını da dizinin üst metninde açıkça görüyoruz. Dizinin ana karakterleri tarihteki gerçek kişiler. Bunlardan biri, futbolun ilk yıldızı olarak kabul edilen Arthur Kinnaird. Diğeri de Fergus Suter. Ancak dizinin yayınlanmasından sonra karakterlerin hayat öyküleri ve olayların gelişme sürecinin gerçeğin çokça dışına çıktığına dair yazılar okuduk. Bu konuda sevgili dostumuz Ali Murat Hamarat ilk dikkat çeken isimlerden biriydi. Bununla ilgili sosyal medya hesabından detaylı bilgiler de paylaştı. Merak edenler bakabilir.
Bunların dışına çıkacak olursak;
Profesyonel futbolculuğun ilk örnekleri olarak Fergus Suter ve can arkadaşı Jimmy Love'un önce Patrick'ten Darwen'a, ardından da Blackburn'a transferleri olayların akışını belirliyor. Darwen FC ve Blackburn işçi takımı olarak anılsa da bir yandan da patronun takımı. Ancak temsiliyeti işçi takımı niteliğinde. Özellikle Blackburn Britanya'nın en iyi futbolcularını topluyor. İlk tesisleşme örneklerini de onlarda görüyoruz. Oyunun temaşa yönü de seride söz edilen önemli olgulardan. Ancak federasyon yönetim kurulunun tamamından oluşan ve patronların- “centilmenlerin” temsil ettiği Old Etonians oyunun bir “centilmenler” oyunu olduğunu, amatör olarak devam etmesi gerektiğini savunuyor. Arthur Kinnaird Old Etonians'ın takım kaptanı ve federasyonun da bir nev-i kanaat önderi. Aradaki çatışma aslında bir sınıf mücadelesine dayanıyor. 19. yüzyıl sanayi toplumunun oluştuğu ve işçi sınıfı için ağır çalışma şartlarının kolay değişmediği bir dönem. Dizide de altı çizilen hususlardan bir tanesi futbolun farklı sınıfları bir araya getiren bir olgu olduğu. Bir başka deyişle, sınıf çatışmasının farklı bir tezahürü. The English Game bunları temel alan bir senaryo ile temel kavramları anlaşılır bir şekilde ifade etmiş görünüyor. Çarpıcı noktalardan biri, “centilmenlerin” oluşturduğu takımın oyunun amatörce oynanması konusunda ısrarcı olması. Endüstri devriminin yaşandığı bir dönemde futbolun endüstriyel bir anlamının olamayacağını düşünmeleri ve ısrarcı olmaları gerçekten çarpıcı. Bir başka nokta da, kimilerimiz çelişki olarak da görebilir, işçi takımı olarak anılan takımların “işçi dostu” patronlarının olması.
Tüm bu karmaşa içinde su götürmez bir gerçek var ki oyunun kendisinin karşı konulamaz bir yükseliş. 1870'lerden itibaren etkisini hissettiren futbolun, önce Britanya adasına, ardından da tüm dünyaya yayılacağının izlerini The English Game'deki diyaloglarda görebiliyoruz.
Kostüm, dekor ve diyaloglar açısından söylenebilecek çok bir şey yok. Senaryonun akışı ve dizinin temposu da izlenebilirliği destekleyici şekilde oluşturulmuş. Özellikle müsabaka sahneleri futbolun ilk zamanlarında nasıl oynandığı konusuna özen gösterilerek çekilmiş.
Eksik diyebileceğimiz şeylerden bir tanesi, dizinin ana karakterlerinden Fergus Suter'in, seri boyunca karakterlerin repliklerinden duyduğumuz o çok iyi bir performansını bir türlü göremeyişimiz diyebiliriz.Birinci bölümdeki karşılaşmanın ikinci yarısındaki performansı dışında Suter'in sıradışı, öne çıktığı, modern futbol deyimiyle, fark yarattığı bir performansı ne hikmetse göremiyoruz. Buna karşılık sürekli olarak onun yeteneklerinden ve performansından söz ediliyor. Bunun yanı sıra, kaçırılmaması gereken bir nokta da seri boyunca kadın karakterlerin dönüştürücü gücünün vurgulanmış olması. Kadın hakları konusunda pek parlak bir geçmişi olmayan İngiltere'de kadınların böyle bir etkisinin olduğu vurgulanmak istenmiş gibi. Dizide aristokrat erkeklerin kibirli ve dürüst olmayan davranışları eşleri tarafından açıkça eleştiriliyor. Kibir içindeki “centilmenler” takımının tavırlarıyla, takımın kaptanı ve futbol yıldızı Kinnaird'in eşi başta olmak üzere, eşlerin erdem arayışının çatıştığını görebiliyoruz. Bu, eşiyle arasında büyük bir aşk bulunan Arthur Kinnaird'ın dönüşmesini sağlıyor ve Kinnaird futbolun demoktratikleşmesi konusunda da, işçi hakları konusunda da çevresiyle seri ilerledikçe ters düşüyor. Ancak sonuçta final maçı öncesinde kendisi de arada kalıyor. Bu oyun, onların tasavvur ettiği gibi amatör olarak, belli bir zümrenin oyunu olarak kalmalı mı? Yoksa, işçi takımlarının, profesyonel futbolcuların ve coğrafyanın tamamının iştirak ettiği bir oyun mu olmalı? Kinnaird saygı duyduğu Suter'in ve dostlarının ikna kabiliyetinin de katkısıyla saf değiştiriyor, dönüşümünü tamamlıyor.
Suter'in şu aforizması da dikkate değer: “ Futbolcular profesyonel olmazsa, fabrikada çalışarak nasıl idman yapacak? Patronlar onlar kadar çalışmak zorunda değil, daha iyi besleniyor, daha iyi dinleniyor. Buradaki yarışma eşit olmaz.”
Serinin satır arası denilecek bir noktasında şöyle bir detayı yakalamak da mümkün. Suter serinin ilk bölümde, oynanan oyunu eleştiriyor ve İskoçya'da oyun çok değişti, futbol artık bir alan oyunu diye arkadaşlarına uyarıda bulunuyor. Yani günümüze göz kırpıyor. Ancak serinin adı The English Game. GÖKÇE KAAN DEMİRKIRAN