BİR ARAYIŞIN YOLCULUĞU
Yüzyılların armağanı, eşi benzeri olmayan dokunuşların diyarı, iki kıtanın buluşma noktası, Boğaz’ı ve nice semtiyle kendine özgü onca güzelliğin kesişimi... İstanbul’u çok çeşitli övgüler eşliğinde tanımlamak mümkün elbette. Öte yandan barındırdığı o devasa kalabalık, o devasa insan topluluğu dün de bugün de kimileri için kendilerini terk eden sevdiklerinin yutulduğu, kaybolduğu, gizlendiği bir merkez konumunda oldu hep. Bu açıdan bazıları kayıp çocuklarını, bazıları kayıp aşklarını, bazıları kayıp yakınlarını aramak için ona doğru yolculuğa çıktı ve onların öykülerinin yansımalarını beyazperdede bulduk, izledik. Taze bir örnek olması bakımından Zeki Demirkubuz’un son filmi ‘Hayat’ta ana karakterlerden Rıza kendisini bırakıp giden nişanlısı Hicran’ı yedi tepeli şehrin girift koridorlarında arıyordu mesela.
Bu hafta vizyona giren Levan Akin’in yeni filmi ‘Geçiş’te (Crossing) de benzer şekilde yine koca kentin dolambaçlı yapısı içinde bir arama hikâyesine tanıklık ediyoruz. Bu kez hikâyenin iz sürücüleri Gürcistan’dan kalkıp geliyorlar... Emekli tarih öğretmeni Lia, kayıp yeğeni Tekla’yı bulma umuduyla Batum’dan yola çıkıp İstanbul’a uzanıyor. Yanında abisinin kanatları altında huzur bulmayan ve bir anlamda kendine gelecek arama düşüncesiyle sonu belirsiz bir maceraya atılan Achi var. Bu genç insan, yaşlı kadına az biraz Türkçe ve İngilizce bildiğini, daha önceden tanıdığı yeğeninin kendisine İstanbul’da kaldığı adresi yolladığını söylüyor. İkili koca kentte samanlıkta iğne arar misali işe koyuluyorlar. Tekla’nın trans kimliği onları şehrin farklı bölgelerine ve farklı kimliklere sahip bireylerine, onların yaşadığı hayatların sularına çekiyor. Öte yandan bu süreçte yolları, avukat olarak LGBTQ+ toplulukları için çalışan trans aktivist Evrim’le kesişiyor...
Cinsiyetçi, ötekileştirici
Gürcistan’da eşcinsel olarak yaşamanın zorluklarını anlattığı bir önceki filmi ‘Ve Sonra Dans Ettik’le (And Then We Danced/ 2019) daha yakından tanıdığımız Levan Akin, İsveç doğumlu ve Gürcü kökenli bir yönetmen. Keza akrabaları dolayısıyla Türkiye’yle de bir bağı var. Son iki filminden (önceki iki çalışmasını izlemedim) yola çıkarak söylüyorum; LGBTQ+ bireylerin yaşadıkları yörelerde (ki Gürcistan ve Türkiye oluyor bu yerler) karşılaştıkları zorlukları, onları görmezden gelen, yok sayan ve hatta ortadan kaldırmaya yönelik iklimi, gündelik hayata sızan baskıların yansımalarını anlatmaya çalışıyor. ‘Geçiş’in girişinde hem Gürcücenin hem de Türkçenin cinsiyet ayrımı gözetmeyen diller olduğu konusunda bir bilgi notu var. Ama sonrasında anlatılan hikâye bize gösteriyor ki bu iki cinsiyet gözetmeyen dile sahip kültürün insanları, pratikte bu durumu hayata yansıtmamışlar ve alabildiğine ‘cinsiyetçi’, ‘ötekileştirici’ davranmışlar...
Levan Akin, Batum’da başlayıp İstanbul’a uzanan bu yolculuk öyküsünde ana karakteri Lia’nın kendine yolculuğunu da anlatmaya çalışmış elbette. Ama filmin uğradığı noktalar sadece bu temalar değil; Gürcistan toplumunun ötekileştirme çabaları, İstanbul’da merkezin dışına sürüklenmiş, bir tür getto mantığında yaşayan trans toplulukları, onların seks işçisi olarak hayatlarını sürdürmek zorunda kalışları, devletin kimi memurlarının (doktor, polis vs.) onlara bakışları, sokak çocukları vs. de filmin güzergâhlarından bazıları.
Bir de kameranın gezindiği ve yakaladığı İstanbul enstantaneleri var; vapurlar, arka sokaklar, eğlence mekânları ve en önemlisi her köşe başında karşımıza çıkan kediler... Lakin sorun şu ki Akin’in kaleme aldığı senaryoda kimi olay akışları inandırıcılıktan uzak ve özellikle yan karakterler fazla yüzeysel. Bir kere ele alınan İstanbul bir yanıyla demode, sanki 70’lerin göçü anlatan yerli filmlerinin bakış açısını ‘Geçiş’ görüntüleri, sesleri ve arka planda kullandığı müziklerin çoğu itibariyle yeniden üretiyor.
Eleştirmenler çok beğenmiş
Bu yıl ilk kez Berlin Film Festivali’nde ‘Panorama’ bölümünde seyirci önüne çıkan filme ilişkin yabancı eleştirmenlerin yazılarına baktım (gördüğüm kadarıyla çok beğenilmiş), mesela birinde şöyle bir ibare vardı: “Yönetmen yine Batılı izleyicilerin hakkında çok az şey bildiği bir kültürden etkileyici bir LGBTQ hikâyesi sunuyor.” Bence Akin’in yapıtına ilişkin mesele tam da burada düğümleniyor. Öykünün derdinde bir problem yok. Ama perdeye yansıması kendi içinde inandırıcılıklar taşımıyor (mesela Achi’nin sokakta rastladığı bir grubun peşine takılarak partilemesi ya da açık havada meyhane ortamında tesadüfen karşılaştıkları Gürcü vatandaş vs.) ve asıl olarak fonda kullandığı İstanbul’u o klişe deyişiyle kartpostal tadında ve turistik bir bakış açısıyla sunuyor.
Öfkeli, sert, teselli bulmak adına da sık sık yanında taşıdığı Gürcü içkisi ‘çaça’ya sığınan ve aslında kız kardeşine verdiği söz kadar kendi pişmanlığını da belirtmek için yeğenini arayan Lia’yı Mzia Arabuli’nin, Z Kuşağı temsilcisi genç Achi’yi Lucas Kankava’nın, aktivist trans avukat Evrim’i de Deniz Dumanlı’nın canlandırdığı ‘Geçiş’, Batı’dan bakıldığında başka, buradan bakıldığında başka okunacak bir film olmuş. Buradan bakan biri olarak bana zayıf ve etkileyici olmaktan uzak geldi. Bu arada filmin en iyi yanı kullandığı şarkılardı... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/01.06.2024)