'ANALAR ÇEKER YÜKÜ'
Biri genç, diğeri orta yaşlarına doğru yol alan iki bekâr kadın. Kazara hamile kalmışlardır ve Madrid’de doğum yapmak için gittikleri hastanenin bir odasında yolları kesişir... Janis biraz da yaşının getirdiği olgunlukla daha sakinken Ana korkmuş ve sarsılmış görünür. Bu durumda biri diğerine kol kanat gerer, cesaret aşılamaya çalışır. Sonuçta ikisi de anne olur. Lakin bir süre sonra olaylar karmaşık bir hal alacak, hastane oda ve koridorlarında gelişen dostluk bambaşka yönlerde filiz verecektir.
Kariyerinin en politik yapıtı
Pedro Almodóvar zamanımızın ‘melodram ustası’. Anlattıklarına Batı dünyasından bakanlar filmlerinde Douglas Sirk ya da Rainer Werner Fassbinder esintileri buldu; bu coğrafyadan bakanlarsa (mesela ben) Yeşilçam ruhu, tadı... 72 yaşındaki İspanyol usta incelikli anlatımıyla donattığı yapıtlarında görsel açıdan geometrik desenlere, kitsch (hiçbir estetik değere sahip olmayan) estetiğine yakın renklere rastladık. Öyküleri bazen fazlasıyla sarstı, bazen de çok derinleşmeyen ama her daim neşesi ve hüznü yerinde anlar sundu. Cinsel yönelimler, kadın-erkek sorunları, karşılıksız aşklar derken bireysel çıkışsızlıktan kurtulmak adına umuda yolculuk serüvenlerini perdeye taşıdı hep. Bu hikâyelerin arka planındaysa az ya da çok İspanya’nın siyasi tarihi vardı: Franco rejiminin yıllardır ezdiği bir halk ve diktatörün kararttığı hayatların günümüzdeki izleri yani...
Bir önceki uzun metrajı ‘Acı ve Zafer’de depresyondaki bir yönetmenin öyküsünü anlatırken kendi öyküsünden pasajlar da sunan
(bu filme ilişkin yazımın başlığı ‘Hayatım Hakkında Her Şey’di) Almodóvar, girişte konusunu özetlediğim ‘Paralel Anneler’de (Madres paralelas), bence en iyi işlerinden birine imza atmış. Bir kez daha filmografisindeki zirve noktalardan ‘Annem Hakkında Her Şey’ gibi annelik meselesine göz atarken belki de kariyerindeki en politik yapıtı çekmiş.
‘Paralel Anneler’in ana karakterlerinden Janis (ki ismini Janis Joplin’den almış) başarılı bir fotoğrafçıdır ve mesleğini icra ederken tanıştığı adli antropolog Arturo’yla yasak bir ilişki yaşamış, peşi sıra da bu evli adamdan hamile kalmıştır. Janis aynı zamanda İspanyol İç Savaşı’nda Falanjistler tarafından yok edilen büyükbabasının cesedinin gömüldüğü toplu mezarın ortaya çıkması için Arturo’dan yardım istemektedir...
Almodóvar öyküyü iki katmanda anlatırken kesişme hanesine Janis’i koyuyor. 40’larına yol alan bu kadın, doğumdan sonra hastanede tanıştığı Ana’yı hayatına daha fazla dahil ederken ortada büyük bir trajedi olduğunu fark ediyor. Bu trajedi Janis için çok önemli bir vicdan sınavı aynı zamanda...
İspanyol usta melodrama ne kadar hâkim olduğunu, eski Yeşilçam filmlerinde rastlayabileceğimiz ve fazlasıyla mantıkdışı gelecek gelişmeleri o denli inandırıcı kılarak gösteriyor... Zaten filmin etkileyiciliğini Almodóvar’ın yaşına rağmen kaybetmediği mahareti, akıcı anlatımı ve derinlikli çizilmiş karakterleri sağlıyor.
Sürekli oyuncusu Penélope Cruz, Janis’te her zamanki kalitesini ortaya koyarken Ana’da Milena Smit muhteşem bir performans sergiliyor. Ana’nın annesi Teresa’da Aitana Sánchez-Gijón da çok iyi. Almodóvar’ın kadrosunda sürekli yer alan Rossy de Palma da Janis’in patronu Elena’yı canlandırıyor.
‘Paralel Anneler’ bana göre Franco faşizminin vahşetini hatırlatırken bir yanıyla da ‘Plaza de Mayo Anneleri’yle birlikte ‘Cumartesi Anneleri’ne de selam gönderiyor. Öykü iki farklı kuşaktan kadının hayat karşısındaki sağlam duruşlarının yanı sıra zamanaşımına uğramamış ve hiçbir zaman da uğramaması gereken insanlık suçları etrafında geziniyor.
‘Paralel Anneler’ bu yıl şu ana kadar izlediğim en iyi film, kesinlikle kaçırmayın. Finaldeki geçmişe yönelik göndermeler içeren sahnenin de çok çarpıcı ve yürek sızlatan bir yanı olduğunu belirtmeliyim...
UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/19.03.2022)