THEODORAKİS: BARIŞ YOLCULARININ EN BÜYÜĞÜ
‘80’li yılların sonu, hayatımda büyük değişikliklerin yaşandığı dönem. Üniversiteyi kazanmamla başlayan süreç beni bugün bulunduğum yere getirdi. Yazılarımda hep anlatıyorum, müzik ve kitaplar olmasaydı belki de baştan çıkmayacak, memleketin bir noktasında mühendislik yapıyor olacaktım. “İyi ki…” diye başlayan bütün cümlelerin başında yukarıda saydığım baştan çıkma hâli var.
Müziğin hiç susmadığı, büyük bir kütüphanesi olan bir evde büyüdüm. Belki de en büyük şansım bu. Müziksiz günüm geçmedi, hayatım boyunca kitaplar hep yanımda oldu. Romancılar, hikâyeciler ve şairler bir yana kimi müzisyenleri de önce kitaplarda tanıdım. Üç gün önce aramızdan ayrılan Mikis Theodorakis bunlardan biri.
HALK İÇİN SANAT
1988 yılının Eylül ayında, Ankara’ya geldiğim günlerde, Dost Kitabevi’nin rafında gördüğüm ve aldığım ilk kitaplardan biri, AFA Yayıncılık tarafından basılan Mikis Theodorakis kitabı ‘Sanatsal İnancım’. Bu küçük pembe kitapta, o güne dek üzerine düşünmediğim meselelerle ve kendime sormadığım sorularla karşılaşmış, afallamıştım. Theodorakis’i o yıllarda çok dinlediğim Zülfü Livaneli’nin bir albüm kapağında gördüğüm için tanıyordum ama müziğini (o albümü de henüz dinlemediğim için) bilmiyordum. Kitapta beni cezbeden, arka kapaktaki cümleler oldu -ki sorular, sorgulamalar onunla başladı: “Konservatuvar mezunu olup bir diploma aldığım için besteci değilim. Bir unvan sayesinde müzisyen olup maaşımı almaya, gönül rahatlığıyla belki de kimsenin ilgisini çekecek eserler bestelemeye hakkım yok. Yo, hayır! Bestecinin, ozanın ve yazarın, gerçek söz sahibi olan halkla her an karşı karşıya gelebilmesi gerekir. Eser, onun için yaratılır, salt onun için! Halk beğenmezse sanatçı boyunun ölçüsünü alır...”
Bu cümleler, Livaneli şarkılarındaki kimi durumları da açıklıyordu. Nasıl bir araya geldiklerini hızla kavramış, ‘Güneş Topla Benim İçin’i alarak dinlemeye başlamıştım. İki yıl gecikmeyle hayatıma giren albüm, hâlâ vazgeçemediklerim arasında.
1987 yılında Lizi Behmoaras tarafından Türkçeye çevrilen kitap (adı üstünde) Theodorakis’in sanatı üzerine. 1975 yılında onunla yapılmış söyleşiyi takiben 1970 yılında Oropos toplama kampında yazdığı notları okuyucuya aktarıyor. Önsözünü, François Mitterand yazmış. Mitterand, en başta Theodorakis’in uzun boyu ve coşkusundan söz ediyor. Onunla karşılaşanlar ya da sahnede izleyenler bilir, sahiden dev gibi bir adamdı. Müziği de öyle.
TÜRKİYE'YE GELDİĞİ İÇİN 'VATAN HAİNİ' İLAN EDİLDİ
Theodorakis, bütün dünyayı etkilemiş müzisyenlerden. Külliyatı sağlam: Popüler şarkılar bir yana senfoniler, konçertolar, oratoryolar, oda müziği ve bale eserleri yazdı, film ve oyunlara müzik yaptı. Yunanistan’da direniş denince akla gelen ilk isimlerden. Türkçeye çevrilmiş bir başka kitabı, 1974 yılında Payel Yayınevi tarafından basılan ‘Direnme Günlüğü’. Kitabın çevirmeni Ahmet Angın, önsözde, Theodorakis’ten “yurdumuzda çok az tanınan ya da aydın çevrelerce yalnız şarkıcı ve besteci olarak bilinen bir sanatçı” olarak söz ediyor. Bunu kendinden doğru söylüyor ve sanatçıyı kitabı çevirirken tanıdığını vurguluyor. Bir cümlesi, Theodorakis için yapılabilecek en iyi tariflerden: “Gerçekten duyan ve duyduğunu müziğe dönüştüren eksiksiz bir besteci.” Angın, önsözünü şu cümlelerle bitiriyor: “Temenni ederiz ki, dünyanın tüm cuntaları devrilip giderken arta kalan birkaç heveslinin iştahı kursağını tıkasın ve dünya halkları gerçek özgürlüklerine bir an önce kavuşsunlar.” Bunları, kendimizi özgür hissetmediğimiz bir ülkede okumak can sıkıyor ama bu noktada, müziğin iyileştirici gücü aklımıza geliyor, ona sığınıyoruz.
Theodorakis, sadece ülkesinin özgürlüğü için savaşmadı, dünya halklarının bağımsızlık mücadelesine de destek verdi. Hikâyesini anlattığı, Türkçeye çevrilen kitaplarından biri, 1990 yılında Can Yayınları tarafından basılan ‘Yapayalnız Kalacaksın Gecenin Ortasında’. ‘Yaşamım ve Müziğim’ alt başlığını taşıyan kitap, anılarının ilk cildi ve 1925-1944 yılları arasında yaşadıklarını anlatıyor. Theodorakis, Ahmet Cemal’in çevirdiği kitabın Türkçe baskısına özel bir önsöz yazmış, bir İstanbul seyahati sırasında tanıştığı Erdal Öz’ün önerisiyle bu basımı yaptıklarını söylemiş. Kitabın yayını, önsözü geç teslim ettiği için biraz gecikmiş. Bunun sebebi, Theodorakis’i Türkiye’ye geldiği için “vatan haini” ilan edenler.
Tam da ‘Güneş Topla Benim İçin’i yaptığı dönemde ve biraz da bu albüm bahane edilerek ona yakıştırılmış bu. Livaneli, anılarında, Theodorakis’in o dönemde küskün olduğundan söz ediyor ve sanatçının ülkesini terk etme aşamasına geldiğini anlatıyor: “Ömrü boyunca totaliter yönetimlerle problemi olmuştu. Dünyada birçok sanatçının başına geldiği gibi bir baskı rejimine karşı mücadele etmek için bazı politik gruplarla işbirliği yapmış, daha sonra o grup içindeki baskı eğilimlerini görünce orayı da terk etmişti. Nazilere karşı dövüşürken komünistlerle birlik olmak güzeldi. Ne var ki dünyadaki komünist uygulamalar da, Yunan Komünist Partisi de içine sinmiyordu. Bu yüzden partiyle karşılıklı bir aşk ve nefret ilişkisi içindeydi. Sanatçı yapısı hiçbir yerdeki haksızlığı kabul edemiyor ve sık sık isyan ediyordu.” Livaneli’ye göre Theodorakis ya da anılarında andığı gibi söylersem arkadaşı Mikis, “sanatçı vicdanının ve doğru bildiğini söyleme geleneğinin sona ermediğini gösteren ender insanlardan”. Sanatçının 1996 yılında yayımlanan ‘Yangın Yeri’ albümündeki şarkısı ‘Kimiz Biz’, dostuna adıyla seslendiği şarkılardan: “Dostum Mikis / Söyle bana, kimiz biz?”
LİVANELİ-THEODORAKİS DOSTLUĞU
Livaneli - Theodorakis işbirliği ‘80’li yılların başına uzanıyor. Birlikte yaptıkları ‘Güneş Topla Benim İçin’ başlıklı albümün çıkış tarihi, 1986. “Dostlukların Abdi İpekçi’sine” ithafıyla dinleyicisine ulaşan albüm, Türkiye-Yunanistan arasındaki dostluk girişimleri arasında en büyük adımlardan biri -ki yanına, öncesinde Maria Faranduri ile yaptığı çalışmaları koymak gerek. Livaneli, Faranduri ve Theodorakis, 1988 yılında Efes Antik Tiyatro’da yan yana geldi, verdikleri konser tarihe yazıldı. Üstelik ilk buluşma değildi bu. Theodorakis, son konserlerinden birini Livaneli ile verdi, sonrasında sahneyi bıraktı.
Theodorakis’i 1991 yılının Mayıs ayında Ankara’da Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın tarafından düzenlenen Hipodrom konserinde dinlemiştim. Öncesinde, Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından sergilenen ‘Zorba' adlı baleyi izlemiş, temsil sonrasında onu coşkulu alkışlarla karşılayan seyirciyi zarifçe selamlamıştı.
Sanatçının Türkiye günleri ve Livaneli’yle yaptığı çalışmaları anlatmaya kalksam uzar, onlar ayrı bir yazının konusu olsun. Sözlerimi, yukarıda andığım son kitabın önsözünde kurduğu cümlelerle bitireyim çünkü bir anlamda vasiyeti bu: “Bizim sıcak, tatlı güneşimiz, tüm Ege’yi ve Türkiye’nin kıyılarını, Boğaz’ı, Girit’i ısıtır, aydınlatır. Ve bu güneş, yüzyıllar boyu, dünyaya aynı gözle bakan, iki benzer yürek yaratmıştır. Aramızdaki buzlar eridiğinde, çocuklarımızla torunlarımız, Türk çocuklarıyla Elen çocukları el ele vererek Ege ve Küçük Asya kıyılarında sevgiyle, barışla sürdürecekler yaşamlarını. Ancak o zaman tamamlanmış olacak çalışmalarımız. Ve o zaman ruhlarımız, erinçle, Samanyolundaki yolculuklarına mutlu olarak çıkabilecekler.”
Theodorakis’in yokluğu, barış yolunda büyük eksiklik. Bayrağı bıraktığı yerden devralmak şart. MURAT MERİÇ (gazeteduvar.com.tr/05.09.2021)