Özel Dosya

MURAT ÖZER: ´KAZANMAK´ İÇİN DEĞİL ´OLMAK´ İÇİN ÇABALIYORUZ

03 Temmuz 2018 Salı 17:34

30 Ekim 2009’dan, 6-12 Ekim 2017 tarihli 380’inci sayısına kadar online olarak yayımlanan Arka Pencere, Aralık 2017’de basılı yayına geçti. Konu edilen tarihten itibaren ele ele gezen, deneyimli ve uzman kadrosu ile göz dolduran Arka Pencere dergisi Genel Yayın Yönetmeni Murat Özer ile bir araya geldik.

Türkiye dergiciliğini ve bu mefhum özelinde sinema dergiciliğini, editör-yazar ilişkisini ve matbu yayınların tedavülden kalkıp online olduğu şu günlerde, tersi bir durumun ortaya çıktığını, ve bu çıkışın hepimizi sevindirdiği Arka Pencere’nin matbu üretimini masaya yatırdık.

İlk olarak, şunu sorayım: Kültür ve sanat üzerine herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Arka Pencere Mecmua’ya yeni bir yazarın katılması, genellikle bir ‘takip’ işlemi sonrasında gerçekleşiyor. Derginin online serüveni boyunca kadromuza birçok yazar katılmasına rağmen, bununla yetinmeyip yeni yazarları da Arka Pencere Mecmua’da görmek istiyoruz. Ancak bu, “Bir yazı kaleme aldım, yayımlar mısınız?” diye başvuranlardan ziyade, gözlemlerimiz sonucunda kadrajımıza takılan isimlerle gerçekleşiyor. Anlayacağınız, alabildiğine geniş yazar kadromuzu çeşitlendirirken belli bir süzgeçten geçiriyoruz. Her yazarın aynı yetkinlikle yazmasını beklemiyoruz kuşkusuz, ama ‘fikir’ konusunda yetkin olmalarını bekliyoruz!

Bir eleştiri ya da kritik yazısında sizin için bağlayıcı olan temel felsefeyi nasıl nitelersiniz?

Bu sorunun birden fazla cevabı olmasına rağmen, temel felsefenin ilk sorudaki gibi ‘fikir’ olduğunu söylemem gerek. Kalem yetkinliği ya da yazı kurgusu becerisi zamanla kazanılabilecek meziyetler, ama fikirden yoksunsan burada kazanabileceklerin seni ancak belli bir yere kadar getirir. Tabii ki fikir de tek başına bir şey ifade etmiyor, onu okurla buluşturmak için ekstra bir ‘yazarlık’ çabası gerekiyor. Bu çaba, bahsettiğim meziyetlerle desteklenirken, kendi dilini oluşturmak için de yol gösterebilir sana. Fikrin dile katkısı yadsınamaz, ama o fikrin nerelerden süzülüp geldiği de önemli. Okumak veya gözlemlemek de en az film izlemek kadar belirleyici bu noktada ve bunları eleştiriye nasıl malzeme yaptığın.

‘BİR İDEALİN PEŞİNDEN KOŞMAK PARADAN ÇOK DAHA ÖNEMLİ’

Dergicilikte editör-yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Bizim gibi uzun yıllardır bu işi yapanlar için, editör-yazar ilişkisi biraz da ‘arkadaşlık’ ilişkisine dönüşüyor. Bunca yıl biriktirdiklerin içinde tabii ki ‘yazar arkadaşlar’ da oluyor, hatta çoğunluğu onlar oluşturuyor. Sonuçta da, fikrine/kalemine güvendiğin isimlerle yola devam etmek kaçınılmazlaşıyor. Yeni yazarlar da bu resimden farklı değil aslında. Onlar da kısa sürede ‘ortak payda’ konusunda aşama kaydedip ‘arkadaş’ rolüne kavuşuyorlar. Eski ya da yeni yazar olsun, her ikisine de yaklaşımımız pek farklı değil aslında. Zorunlu kısaltmalar ve düzeltiler dışında onların yazılarına müdahale etmemek, Arka Pencere Mecmua’nın genel düsturu. Zenginliği törpüleyip tek tip yazıya yönelmek gibi bir yaklaşımımız olmadı hiçbir zaman, bundan sonra da olmayacak!

Pek çok matbu yayının dağıtımdan çekildiği şu günlerde, okuyucunuzla olan iletişime bu şekilde devam etmek istemenizi sağlayan temel motivasyonunuz neydi?

Birçok şeyde olduğu gibi matbaa da geç geldiği için bu topraklara, olabildiğince geç tedavülden kalksın istiyoruz! Şaka bir yana, ‘kağıt kokusu’nu seviyoruz hepimiz. Sekiz yıl boyunca online sürdürdüğümüz Arka Pencere macerasını matbu aşamaya dönüştürürken temel motivasyonumuz buydu. Evet, herkesin yaptığının tersini yapmayı denediğimizi biliyoruz, ama ‘sinemasever okur’dan umudumuzu kesmedik hiçbir zaman. Bir şekilde bu dergiyi yaşatacaklarına dair inancımızı koruyoruz. Sekizinci sayımızı (Temmuz 2018) hazırlıyoruz şu sıralar. Çok mu satıyoruz, hayır. Para kazanıyor muyuz, hayır. Ama bir idealin peşinde koşmanın paradan çok daha önemli olduğunu bilecek kadar da deneyimliyiz bu konuda. Okurlara her sayıda birçok önemli kalemin fikirlerini aktarabilmek önemli bizim için. Tam bağımsız bir dergi olmanın zorluklarıyla mücadele etmeyi bıraktığımız aşamada, bilin ki gerçekten dayanabileceğimiz son noktaya gelmiş, deneyeceğimiz her şeyi denemişiz demektir!

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında dergiciliğe etkisi sizce nedir?

Bağımsız bir dergi olmanın dezavantajlarından biri de kendini tanıtabilecek, sunabilecek mecraların kısıtlı olması kuşkusuz. Günün Türkiye’sinin geldiği nokta düşünüldüğünde bunun çok daha zor bir iş olduğunu da kabul edersiniz. Sosyal medya, Arka Pencere Mecmua’nın tanıtımını yapabileceği tek mecra. Burada elimizden geldiğince sesimizi duyurmaya, henüz bizi tanımayan okurlara ulaşmaya çalışıyoruz. Şimdilik sadece 380 sayılık online maceramızın okunabileceği internet sitemizi de yenilemeyi planlıyoruz. Oradan da okura yeni keyif malzemeleri sunma hedefimiz var, yalnızca dergi içeriğiyle sınırlı kalmayan. Öte yandan, birkaç aydır Turkcell Dergilik uygulamasıyla da okura ulaşıyoruz. Orası da destekleyici bir ayak olarak kendini gösteriyor. Anlayacağınız, Arka Pencere Mecmua adını duyurabileceğimiz her mecrayı kullanmaya gayret ediyoruz.


.

‘KENDİ ŞARKILARINI SÖYLEMENİN VAKTİ GELDİ’

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin -olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Nicelik her zaman önemlidir, bunu yadsımak mümkün değil. Tabii ki nitelikle aynı çizgide giderse bu durum, ideale ulaşmış oluruz. Şimdilik böyle bir ‘ideal’ söz konusu değil, ancak ‘ayıklama’ yeteneğiniz varsa harika işlerle de buluşabiliyorsunuz. Bir de şöyle bir durum var: En popüler olduğu kadar, üzerine bir şeyler yazabileceğiniz en ‘müsait’ sanat dalı sinema. Kimseyi küçümsemek için söylemiyorum, ama bir kitap ya da tiyatro oyunu (resim, heykel demiyorum bile) hakkında yazmaktan çok daha kolay sinema hakkında yazmak. Ama bazen şu unutuluyor, ki beni en çok üzen de bu oluyor: Bir sinema filmi hakkında yazmak için yalnızca ‘sinema’ çerçevesi içinde kalmak yeterli değil. Neredeyse her disiplin hakkında -belli oranda da olsa- bilgi sahibi olmanız gerekiyor. Yoksa yazdığınız “Beğendim, beğenmedim” ötesinde bir anlam ifade etmiyor. Bilmiyorum, yeni kuşaklar belki de bunu istiyor, sosyal medyanın ‘hap bilgi’ dayatmasıyla birlikte. “Beğendim, beğenmedim”in altını sağlam bir biçimde doldurup doldurmadığınızla ilgilenmiyorlar belki de. Umarım böyle değildir…

Yazın dünyasının özellikle Gezi eylemleri ile beraber insanların politikleşmesi sonrası, talep görmesinin dergiciliğe olan etkisi nedir sizce? Bu durum üretiminizi nasıl etkiledi?

Gezi Direnişi’yle birlikte biz de bir şeyler öğrendik, umudumuzu taze tutmanın anahtarını cebimize koyduk belki de. Gençlerin büyük katkısı var bu süreçte, ki ülkenin içinde bulunduğu ‘kültürsüzleştirme’ iklimini de yıkıp geçecek olan onlar. Bizler elimizden geleni yaparız, yılların üzerimize yüklediklerini paylaşırız, ama asıl işi onlar yapacak, yeniden ayağa kaldıracaklar yakılıp yıkılmış olanları. Politik olmanın ‘hamaset’le eşdeğer olmadığını bilmek, her nefeste politik bir duruş olduğunu idrak etmek, boyunduruktan kurtulmayı da getirecek kuşkusuz. İplere yaslanmış bir boksör gibi yumrukları savuşturmaya çalıştık şimdiye kadar, bundan sonrasında silkinip sağlam bir son yumruk indirmenin zamanı geldi. Şairin işaret ettiği gibi, sana dayatılan şarkıları dinlemekle geçmez bu ömür, kendi yazdığın şarkıları söylemenin vakti geldi de geçiyor.

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını matbu bir mecrada ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

Kendimden örnek vereyim. İlk yazımın yayımlandığı günkü heyecanımı tarif etmem mümkün değil. Hayatımın sonuna kadar unutmayacağım bir an o. Film eleştirmenliği serüvenimin bugünlere kadar geleceğini bilemezdim tabii o zaman, ama yazma isteğiyle yanıp tutuşan bir genç olarak yaşadığım mutluluğu siz düşünün! Yalnız şunu da eklemem gerek: Bugün bile “Oldum” diyemiyorum, her geçen gün yeni bir şeyler öğreniyor, kendimi geliştirebilmek için çabalıyorum. Evet, belli bir ‘özgüven’ aşılamış olabilir yazımın yayımlanması, ama devamının gelmesi için harcanan çaba çok daha değerli benim için. Başlangıç önemli, ama ‘gidiş yolu’ her şeyden önemli. Sonuç mu? Bence o pek önemli değil. ‘Olmak’ için harcadığın onca eforun yerini tutabilir mi herhangi bir sonuç? Bir futbol maçı değil bu; ‘kazanmak’ için değil ‘olmak’ için çabalıyoruz bu işte.

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Gelenek demeyelim biz ona isterseniz, şöyle ifade etmeye çalışayım: Arka Pencere Mecmua’nın her sayısında dört ara kapağımız var. Ve bunların her biri ustalara ithaf edilmiş durumda. Rekin Teksoy, Onat Kutlar, Nijat Özön ve Giovanni Scognamillo. Bizim kuşağımız için ‘yol gösterici’ kimliği taşıyan bu dört usta, sinema yazarlığının Türkiye’deki gelişiminde ilk elden söz sahibi olmuşlar. Onlardan öğrendiklerimizin üzerine bir tuğla koyup yolumuza devam edebilirsek ne mutlu bize! Öte yandan, derginin ‘popülerlik’ iddiasının altında yatansa 19 yıllık serüveni bir kalemde sona erdirilen Sinema Dergisi kuşkusuz. Bunun yurt dışındaki yansıması ise bir sinema dergiciliği efsanesi olan Empire. Tabii ki tümüyle popüler kulvarda koşan bir yayın olmamız zor. Dengeyi yakalamaya çalışıyoruz; hem sinemaseveri hem de sinefili tatmin etme çabamız var. Bu çabamız karşılık bulmasa da denemeye devam edeceğiz, gücümüzün yettiği yere kadar… 200 yıl sonra mı? 200 yıl sonra muhtemelen insanlığın çok daha büyük dertleri olacak ve belki de insanlık miadını dolduracak. O yüzden ‘hatırlanmak’ için değil ‘günde kalabilmek’ için çabalamak en doğrusu… SONER SERT (gazeteduvar.com.tr) ÖZGÜN HABERE GİDİN



Diğer Haberler