YARIM ASIRLIK SİHİRLİ MÜZİK YOLCULUĞU
Yetmişli-Seksenli yıllarda bizde de önemli bir dinleyici kitlesi tarafından izlenmiş Alan Parsons bugünlerde yeniden gündemde. Plakları, kasetleri milyonlar satarken bile perdenin arkasında kalmayı yeğleyen, şovlara çıkmayan,konserlerde yüzünü göstermeyi seven Alan Parsons, ‘şaşırtıcı şekilde’ çağa ayak uydurup son birkaç aydır yeni albümü The Secret’in tanıtımıyla yakından meşgul oluyor. Geçen ay sonu İstanbul’da da konser veren Parsons gerçekten ilginç bir kişilik…
Altı yaşındayken Noel’de armağan edilen sihirbazlık setinden sonra sihir işine kafa yoran, orta çaplı gösteriler yapan, 71 yaşına geldiğinde de konuyla ilgili The Secret albümünü yayınlayan Alan Parsons’ın müzik yolculuğu da tam bir sihirli öykü.
52 yılı deviren bu kariyerde film müziklerine ayrılmış bölüm de var tabii ki. Alan Parsons’ın sinema serüveni iki kolda yürüyor. Birincisi, az sayıdaki kısa ve uzun metraja yazdığı yapıtlar ile Richard Donner’in çektiği 1985 tarihli Lady Hawke’ınsoundtracki için ürettikleri. Andrew Powell tarafından bu filme yazılan ham müzikleri elden geçirerek, Parsons tadını katarak, ses mühendisliğindeki maharetini konuşturarak oluşturduğu soundtrack albümünü konunun meraklıları bilir. İşte, Alan Parsons rüzgarlarınınyeniden esmesiyle, bu albüm teknik olarak her şeyiyle gözden geçirilerek,kapağı değiştirilerekyeniden piyasaya sürüldü. Özellikle koleksiyonerlere duyurulur.
Parsons’ın filmlerle bağlantılı bir başka özelliği de, bizde Moğollar grubunun yaşadıklarına benzer bir hikayesi olması. Kendi albümleri için yazdıkları yaklaşık yarım asırdır sürekli şekilde filmlerde, TV dizilerinde, animasyonlarda kullanılıyor.
Örnekler çok; sevilen dizilerden Kanun Namına, The Sopranos, Mindhunter, Simpson Ailesi, filmlerden Köstebek (1997-Mike Nevell), Dalgın Profesör (1997-Les Mayfield), Köfte Yağmuru (2009-Phil Lord, Christopher Miller) gibi…
Ünlü kompozitörle sihir arasındaki bağlantıdan söz ettik ya, aslında bugüne kadar yaşadıkları da pek normal işler gibi gözükmüyor. Akademik müziği eğitimi almayan Parsons, sektöre plak paketlemekle adım atıyor. Sonra şirketin stüdyo kayıt bölümüne alıyorlar. Orada yetişiyor ve Pink Floyd’un Atomic Heart Mother albümü için yaptığı miksajla dikkat çekiyor. Bir süre sonra da ünlü Abbey Road stüdyolarında ses mühendisliği görevine yükseliyor.
Beatles’ın kayıtlarında (LetIt Be) kendini gösteriyor ve devamında Paul McCartney’nin grubu Wings’in Red Rose Speedway, Pink Floyd’un Dark Side of The Moon uzunçalarlarıyla piyasaya kendini kabul ettiriyor.
1975’te ise Edgar Allan Poe’nun öykülerini müziklemeyi denediği ilk albümü Tales Of MysteryAndImmagination’ı çıkarıyor ve yapacağı her albümde değişik bir temayı işlemeye karar veriyor…
İkinci uzunçaları I Robot ise, Isaac Asimov’un bilimkurgu yapıtlarının müziğe yansıması şeklinde değerlendiriliyor ve albüm birçok ülkede liste başı oluyor.
Albümleri, Alan Parsons Project ya da ‘project’ yerine ‘Band’ imzasıyla yayınlanmaya başlıyor. Bu imza, bir grubu yansıtmak yerine Parsons’ın düşüncelerini simgeliyor.
Alan Parsons Project’e altın plak yağıyor. Üçüncü albümü Pyramid’le ve dördüncü albümü Eve ile senfonik rock denilebilecek kulvarda liderliğini ilan ediyor.
Uzun bir aranın ardından 1982’de EyeInThe Sky’la listelere dönüyor ve albüme adını veren şarkı milyonlar satıyor, elektronik müziğin de yolda yürürken ıslıkla çalınabileceğini gösteriyor.
Bu zafer, bestelerinin bir bölümünü yazmış dostu EricWoolfson’la işbirliğini sağlamlaştırıyor ve ikiliden çıkan Ammonia Avenue, Vulture Culture, Streotomy, Gaudi gibi yapıtlar büyük ilgi görüyor.
1992’de EricWoolfson, solo çalışmalar yapmak üzere ayrıldıktan sonra albümler Alan Parsons adıyla yayınlanıyor.
O tarihten sonra pek parlak çalışmalar ortaya koyamıyor Alan Parsons. Toplama albümleriyle, çeşitli prodüksiyonlara süpervizörlük ile prodüktörlük yaparak, birkaç filme müzik yazarak devam ediyor yürüyüşüne.