ZEKİ DEMİRKUBUZ'LA 27 YILLIK SÖYLEŞİ: 'ÖDÜLLERİ KAFAMDA ÖNEMSİZLEŞTİRDİM'
'ÖDÜLLERİ KAFAMDA ÖNEMSİZLEŞTİRDİM'
Antalya ve Adana festivallerinden bol ödülle dönen Masumiyet, on gündür salonlarda sinemaseverlerin karşısına çıkıp alt kültürden insanların öyküsünü, abartısız, gerçekçi bir dille anlatıyor. Film dolu salonlara oynarken medya Masumiyet'i ve yönetmeni Zeki Demirkubuz'u yerli sinemaya yeni umut olarak değerlendiriyor. İlk filmi C-Blok'la üç yıl önce İstanbul Altın Lale'de ödülü reddeden ve basının büyük bölümünce yaramaz çocuk diye tanımlanan Demirkubuz, bugün sinemanın, medyanın baş tacı. Bu ilginç ikilemi, son gelişmeleri ve Masumiyet'le ilgili bir takım teknik konuları konuştuk Demirkubuz'la:
- Farklı rakamlar yer aldı basında. Kaça mal oldu Masumiyet?
Son vizyon harcamalarıyla 90 bin dolara ulaştı maliyet. Venedik Film Festivali için yaptığım dört bin dolarlık promosyon da buna dahil.
AZINLIĞA FİLM YAPIYORUM
- Mucizelere meraklı basın, kısıtlı bütçeye dikkat çekerek başarının önemli bölümünü böyle yansıttı. Büyük para olsaydı neler değişirdi Masumiyet'te?
Yoksul sinema diye bir şeye inanıyorum ben; dolayısıyla bol paranın olması fazla katkıda bulunmazdı. Çünkü baştan beri sinemaya para sorununun dışında yak-aşıyorum. Elime bol para geçseydi, geri kalanı bir sonraki projeye saklardım ya da kısa filmlere aktarırdım.
- Bir de geniş kitleden 'Güzel ama uzun' diye genel bir tepki geldi. Saloncuların 'kes' diye talebi oldu mu?
Öykünün çok vurucu bölümünden sonra gelen konuşmasız son bölümünü kısaltmam için yoğun talep oldu; hatta filmi patlatacağını iddia edip kesme şartıyla ortaklık teklif edenler de çıktı. Sinemacılarla da, 110 dakikalık uzunluk nedeniyle seans problemi doğdu; yani yüz kişiden 80'i o bölümü uzun buldu, ama normal sinema anlayışının dışında kalan, kendime yakın hissettiğim 20 kişi çok önemli. Anlayış olarak azınlık için film yapıyorum. O sahnelerle problemim yok.
- Masumiyet'te sizce ne vurdu seyirciyi?
Klasik anlamda iyi, kötü olmayışının, samimiyetin etkisi geçti seyirciye. İnsanların birbirlerinin katili olduğu kadar başkaları için hep veren, vaz geçen, feda eden tarafları çarptı. Kapitalizmin almaya kodladığı bir dönemde simgesel açıdan çok önemli bu anlattıklarımız.
- Bazı sahneler insanları hayli etkiledi ve konuşulmaya başlandı. Örneğin Güven Kıraç'ın hapisten çıkmak istemediği, özgürlük-bağımlılık ikileminin yansıtıldığı sahneyle yola koyulmak filmi daha baştan farklı kulvara sokuyordu. Nasıl doğdu bu sahne?
Hapisten çıkmaya can atılır, böyle kodlanmıştır; ama bunun tersini düşündüğünüzde başka bir şeyin başlamakta olduğunu görüyorsunuz. Bu ipucundan sonra gerçeğin böyle olabileceğini tartıyorsunuz. Ben bu sahnede deneyimimden yola çıktım. Modernizmi bütün biçimleriyle özümsemiş insan olsam bile klasik anlamda bir Doğulu kadar bağlı insanım. İlk sahnenin yazılışında hapiste geçirdiğim günlerin etkisi vardı. Polis şubesinde her isi okunuşunda ilk refleksimiz Selimiye'ye sevkti. Selimiye gözümüzde cennetti. Ama gü gelip ismim okunduğunda tuhaf bir acı duymuştum.
- Oyunculara gelelim; seçimde neler öne çıktı; tiyatro kökenli olmalarının özel bir nedeni var mıydı?
Gerçeklik duygusu uyandırsın diye üç anti-kahraman istiyordum. Güven Kıraç'ı seçmemin nedeni şişmanlığı; hapisten çıkmış adam ille de çökmüş olmamalıydı. Haluk'u daha rasyonel düşünerek tercih ettim. Salon adamı formatında değerlendirilmesine karşın çok iyi iş çıkaracağını hissediyordum.
Derya da yıllarca yeterince değerlendirilmemişti; bunun sıkıntısını yaşadığını biliyordum. Genelde, sinemayla kurduğum iddia önemliydi, olmayacak insanlarla bir şey yapmak heyecanlandırıyordu. Ancak tiyatrocu seçeyim diye bir saplantım olmadı. Birkaç oyuncuyu dışarıda bırakarak tiyatro oyuncularını handikaplı buluyorum. Eğitimli-eğitimsiz ayrımı yapmaları, oyunculuğun kompetanı gibi, bilen adam gibi davranmaları itiyor beni.
- Dışarıya yansıdığı kadarıyla film ekip ruhuyla çekilmiş, herkes fedakârlık yapmış. Peki, gerçekten böyle güllük gülistanlık mıydı set?
Ekonomik olarak bir atımlık barutu çok iyi değerlendirmem gerekiyordu. Ayrımcı yönüm yüzünden her şeye teker teker müdahale etmek zorunda kalıyordum. Anlaşma konusunda çok zorlandım; bunları hissettirmeden yaşamaya çalıştım ama, derler ya, 'Bir Allah bir de ben bilirim'. Film yapmanın tanımı olanaklarla ilgili; bunların dışında hareket edince otomatikman sorun doğuyor insanlarla... Önce oyuncularla gerilim yaşadık, ama Haluk ve Derya'yla hemen aştık bunu; ama bazı oyuncularla o bağı kuramadık. Söylenenle yapılanın farklı olduğunu gördüm. Normaldi aslında; herkesten aynı duyarlılığı bekleyemezdim.
Üç yılda Yeşilçam'da neler değişti de Zeki Demirkubuz festivallere katıldı ve ödül kabul etti?
Üç yıl önce ödülü reddederken hayatı boyunca ödül reddedeceğim diye bir inancım yoktu. O günün koşullarıyla öyle bir karar almıştım. Herkesin festivaller, Türk sineması üzerine konuştuğu, ama açıklamaya cesaret edemediği şeyleri söyledim. En önemlisi, almak kadar doğal olan almama hakkımı kullanmıştım. Sonra C-Blok'un yönetmeninden çok, ödül reddeden adam diye damgalanmak rahatsız etti. Üç yıl sonra Masumiyet'le festivallere başvurmak, samimi söylüyorum, bir önemsizleştirmeydi. Hareketim yanlış anlaşılabilirdi.
Filmin egemenlik alanımdan çıkıp piyasa denen egemenlik alanına geçmesini unutup yalnız seyirciye ulaşmayı hedeflerken ne kadar çaresizlik yaşadığımı, teoriyle pratiğin tarihsel örtüşmeyişini gördüm. Madem iradem dışında kurulmuş bu hayatı yıkıp yeniden yapacak gücüm yoktu o zaman bu bağı önemsememeye başladım. Karar vermek kolay olmadı; sözümden dönmenin yöntemlerini mi kılıflandırmaya çalışıyorum ya da aklanmaya mi çalışıyorum diye son derece karmaşık bir süreç yaşadım, ama doğru yaşadım diye düşünüyorum tüm bunları.
- Yeşilçam o hareketten sonra intikam almaya kalktı mı?
Yeşilçam'ın intikam alacak gücü yok zaten, ama şaşırtıcı bir şey söyleyeceğim; her şeye rağmen bazı yapımcı ve yönetmenlerin iyi olana ne kadar saygılı olduğunu gördüm. Hayatımdaki en şaşırtıcı davranış budur. Serüvenimin bu insanlar tarafından daha iyi anlaşıldığını anladım.
-Siz gelişmeleri, iradeniz dışında hareketler olarak nitelerken medyada sizi bir mitleştirme operasyonu sürüyor; yaşamınızla ilgili tam sayfa söyleşiler yayımlanıyor; film yere göğe koyulmuyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunları?
Filmin değerlendirmesi, diğer yeni filmlerle yerli sinemaya yaptığı katkı üzerine abartılı yorum, sadece bir milli takım esprisinde Türkiye'ye ne getireceği, adımızı ne kadar duyurduğuyla ilgili. Ülkenin inandırıcı olmayan genel olgularını bildiğim için açıkçası ilgilenmiyorum bunlarla. Küçük bütçeyle eli ayağı düzgün film yaptık, kendime haksızlık yapmak istemem, ama Pasolini'nin kendi ülkesiyle ilgili deyimi gibi bu Türkiye'nin çöl olmasıyla da bağlantılı; yani ülke o kadar yoklarla dolu, o kadar kıpırtısız ki en küçük kıpırtı mucize etkisi yapıyor. İşte, kekeme sinemanın olduğu Türkiye'de mitleştirme eğilimi bu yokluğun içinden bir pırıltı çıkınca başlıyor.
CUMHUR CANBAZOĞLU
5 KASIM 1997/ CUMHURİYET KÜLTÜR SAYFASI