Lanetli Kan (Stoker, 2013) o yıl festivalin, hatta sezonun merakla beklenen filmlerindendi. Zira Park Chan-wook´un İngilizce çektiği ilk filmdi. Senaristi Wentworth Miller, filmi ‘hem korku, hem de aile draması ve psikolojik gerilim’ olarak tanımlamıştı. Hatta, Alfred Hitchcock’un ‘Shadow of a Doubt’unu başlangıç noktası aldıklarını da eklemişti.
Senna'nın biyografisinde, sadece kendisinin değil, yanında ya da karşısında duranların hayatlarına da dahil oluyoruz. 'Zevkini iş haline getirmek, işini zevkle yapmak', Senna'nın hayatının özeti olabilir belki de.... Hırsın başarı getirdiğini, öte yandan fazlasının ve beraberindeki mükemmeliyetçiliğin bedellerini seyretmek, etkiliyor doğrusu.
‘One Child Nation (2019)’ belgeseli Çin’in ‘tek çocuk politikası’nı anlatır. Belki de çoğu anti-natalistin uzaktan hoş bakabileceği politikanın iç yüzünü... Haliyle sarsıcı, fena halde rahatsız edici... İşte Wang Xiaoshuai’ın geçtiğimiz yıl İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen filmi ‘My Long, My Son (Di Jiu Tian Chang) / Elveda Oğlum’ tam da bu söylemi ele alıyor, çarpıcı biçimde anlatıyor.
‘İnşallah (Inch’Allah) İsrail- Filistin’e odaklanan, meselesi olan filmlerden. Coğrafyasıyla zıtlık oluşturan ve bunu artı hanesine usulca iliştiren yönü ise savaşı göz önüne sermektense evrileceği noktayı doğal akışa bırakıp, sömürüden uzak durmasında büyük ölçüde. Kaçınılmaz yanıysa, bu akışın doğal da olsa ‘taraf’ıyla gelmesi tabii...
Tekinsiz Baltimore sokakları ve vahşice işlenen cinayetler… Cinayetlerin sahibi katil, bir yandan dedektif Fields’i (Luke Evans), tüm bu vahşetin yanında bakan göze bırakılan ipuçlarıyla, çok da hoşlanmadığı Poe’ya yaklaştırırken, öte yandan bir nevi ortağı olarak gördüğü Poe’nun dünyasına, özeline bakmaya zorluyor bizi.
Hushpuppy’yi izlerken, o kocaman gözlerindeki hüznü, vahşiliği, mücadeleyi, çaresizliği, hırçınlığı, ama en çok küçücük ellerinde yeşertmeye çalıştığı umudu görebilirsiniz. Altı yaşındaki Wallis’ı başrole koymak zaten başlı başına bir iş. Ancak, ortaya çıkan tablo gösteriyor ki, oyunculuk geçmişi olmayan topluluk, böylesi bir ilk film için riskli olduğu kadar doğru bir seçim.
90’ların başında, tam da Körfez Savaşı döneminde, Kuzey Irak’taki Kürt köyünde yaşayan iki kardeşin, sinemanın arka penceresinden ‘Süpermen’ filmini izlemeye çalışmalarıyla başlıyor görünürde her şey. Belki evleri, paraları hatta ana babaları yok ama kurtarıcıya, Süpermen’e ulaşmak için yaptıkları planları ve kendi küçük dünyalarında Amerika hayalleri var. Üstelik yola çıkmak için büyük emek harcayarak buldukları ve Michael Jackson adını verdikleri bir de eşekleri…
Kelime anlamının hakkını veren ‘Sığınak’, süresi uzun da olsa, paranoyak felaket filmi gerilim ve belirsizliğinin altını çize çize, tavizsiz ilerliyor ve çok etkileyici bir denge kuruyor. Felaket ögesini karakter(ler)inin üzerinden veren ve sadece motif olarak bırakan filmlere (Magnolia, A Serious Man gibi belki de) alışığız aslında. Ancak bu kez motif filmin ta kendisi… ‘Sığınak’, herkese göre değil… Ama hipnotize eden anlatımı, merak uyandıran etkileyici finali ve karakterini gittikçe derinleştiren Michael Shannon’ın müthiş performansı ilgiyi hak ediyor.
Günlerin Köpüğü’de (L’écume des jours) Boris Vian’ın düşlerle kurduğu dünya, Michel Gondry’nin serbestçe dolaşan yaklaşımıyla geliyor karşımıza… Bitkilerin, hayvanların, objelerin gerçek dünyayla örtüşmediği; balıkların musluklardan akıp sırdaş farenin evin içinde cirit attığı, odaların müziğe göre şekil değiştirip hareket halindeki yemeklerin bir türlü yenemediği masalsı bir evren bu...
Mutlulukla mutsuzluk arasındaki çizgiyi hiç acımadan çizmesine ve iki saati geçen süresine rağmen, Tom (Tom Broadbent) ve Gerri (Ruth Sheen) ikilisinin ortamına, o nefis diyaloglarına dalıp, koydukları mesafenin sınırlarına saygı gösterip, tıpkı ‘Sideways’de olduğu gibi şaraba ve doğaya doyuyoruz adeta.
Toskana’nın güzelliklerini, geleneklerini, sanatını kendine zemin yapan Aslı Gibidir, şehrin dokusunu, kokusunu, taş evlerini ve muhteşem dar sokaklarında salınan teatral aşkı öylesine güzel ele alıyor ki, izledikten sonra ortaya tek sonuç çıkıyor; ‘Onca yıl, bir güne başka nasıl sığabilirdi ki?’
Potter’ın küçük kadınları Ginger ve Rosa yönetmenin filmografisinde en iyisi değil belki, ama eski fotoğraflara bakmak gibi; etkileyici ve hüzünlü ‘Geçmişin çocukları, şimdinin ergenleri, geleceğin kadınları’nın dengesi bozuk, boylarından büyük hayallere, sınırsızlığa doğru gittikleri yol engelli, engebeli ama nefis müzik durakları dolu...
Bıkmadan ve yine öfkeye kapılmadan, sertleşmeden, dayanışma ruhunu, haksızlığı anlatmıştı. Filmin adını da ‘I, Daniel Blake / Ben, Daniel Blake’ koymuştu. Bir kez daha kahramanın ismini yazmıştı afişe; Carla’s Song, My Names Joe, Jimmy’s Hall, Looking For Eric gibi. Aklı fikri hep bireyi, kişiliği yok etmekte olan sisteme inat...
‘Karamel’, kendi kültürüyle evrensel problemleri harmanlayan ve bunlara yöresel çözümler üreten bir filmdi. ‘Peki Şimdi Nereye? (Et Maintenant, On Va Ou?)’, genel hatlarıyla çok da farklı değil aslında. Ancak daha keskin; mizahının yanında dokundurmayı es geçmeyen, dramı yoğun hissettiren… Nadine Labaki, hikayesinde yine kadınları merkeze çekiyor ve evrensel sorunları, din, dil, ırk farkını kendi uslubunda ortadan kaldırmayı istiyor.
Tenebaum Ailesi’nden yıllar sonra, Büyük Budapeşte Oteli’nden hemen önce çektiği ‘Moonrise Kingdom’la (2012), masalsı örgüyü, gediklisi Bill Murray’i saymazsak, birbirinden farklı ve popüler isimlere teslim ederken, hiç yabana atılmayacak tuhaflıkta karakterler bırakıyor sinema dünyasına.
Hala ilgi çeken fotoğrafları, hakkında çıkan kitaplarıyla adı her daim taze Marilyn Monroe, ölümünden yıllar sonra, Michelle Williams’ın adeta devleştiği ‘My Week with Marilyn’ filmiyle tekrar göz önündeydi. Böylesi efsane bir ismi canlandırmak kolay iş değil ve Williams, Oscar’ı ıskalasa da, kusursuz performansıyla Monreo’yu yeniden ete kemiğe büründürmüştü.
‘Arakçılar / Shoplifters (2018)’, Altın Palmiyeli bir film. Japon yönetmen Hirokazu Koreeda ‘Benim Babam, Benim Oğlum’da (Like Father Like Son, 2013) ya da ‘Kimse Farketmiyor’da (Nobody Knows, 2004) olduğu gibi, yaşadıklarının da etkisiyle belki, aile meselesine kafa yoruyor ve az çok benzer kulvarda, yine çok iyi bir hikaye anlatıyor.
Ukraynalı yönetmen Vadim Parelman’ın ilk filmi Sisler Evi. Aynı isimli çok satan uyarlaması. En iyi erkek oyuncu (Ben Kingsley), en iyi yardımcı kadın oyuncu (Shohreh Aghdashloo) ve film müziği (James Horner) olmak üzere üç dalda oscar adaylığı var. Kimlik ve kültür karmaşası yaşayan Albay Behrani rolünde Ben Kingsley -yine- çok iyi. Kırılgan, hayal kırıklıkları yaşayan, manevi değerleri güçlü ve duyarlı eş Nadi de iyi yazılmış bir karakter ve Shohreh Aghdashloo hakkını veriyor.
Renkleriyle, zamansızlığıyla, sıkışmışlığı sindirmek için sanki tiyatro dekorunun içindeymişcesine özgürce dolaşan anlatımıyla klasik aşk üçgeninin dışına taşıyor ‘Bu Dans Senin’. Sakin ritmine inat kıra döke hayatın içinden geçen hikayesile belki daha çok kadın izleyenini (cinsiyetçilik gibi oldu) yakalayacak olsa da, ilgiyi hak ediyor...
Tarihe yazılmış ünlü bir sanatçıyı sadece hastaneye kapatıldığı ve hiçbir şey yap(a)madığı günleriyle resmetmek riskli bir iş. Bana göre, iyi ki... Ama filmin sevmeyeni çok. Açıkça söylemek gerekirse, alıştığımız tarzda biyografilerden, öyle herkesin seveceği, herkese önerilecek filmlerden değil... Camille Claude ve tabii Juliette Binoche hayranlarına diyelim daha çok...
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyorum. Mart-Nisan-Mayıs-Haziran-Temmuz-Ağustos-Eylül, Ekim, Kasım, Aralık ve şimdi Ocak aylarında, köşemde yazdığım eski yazıları… Bu hafta, 2012 yılının Ocak ayındayız! O yılın Ocak ayında sinema ve vizyon gündeminde, ‘yeni’, ‘düzgün’ ve ‘iyi’ olan ne varsa yazıda yer alıyor… Vizyon madem halen filmsiz, evlerdeyiz; her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önermek isterim sizlere… ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ öneriyor!
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
Yeni yılda seyirci, salonlara dönecek mi? Malum, COVID-19 önlemleri kapsamında beyazperde de ‘mola’ verdi ve yapılan son resmi açıklamayla salonların 1 Mart’ta açılacağı duyuruldu. Buluşma vakti geldiğinde menüde neler var, vizyon tarihleri kesin olmasa da hangi filmler izleyicisini bekliyor? Öne çıkan yapımları paylaşalım dedik... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/02.01.2021)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Sinemalar kapalıyken, film izleme deneyimlerimiz evlerimizdeki ekranlardan devam ediyor. Geçen ay üst üste gelen online festivaller, bu ay hızını biraz azalttı ama İstanbul Film Festivali bizi filmsiz bırakmamaya kararlı. Ocak ayında, 15 filmlik bir seçki ile karşımıza çıktı. Bu kez Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri birer film olmak üzere haftada üç filmi gösterime açıyorlar. Filmlerin 5’er gün gösterimde kaldığını da hatırlatalım. Bu hafta, bazılarını önceden izlediğim, ilk iki haftanın filmlerine bir göz atalım. Önümüzdeki haftalarda, bir ya da iki bölüm daha yaparız.
2020 iyi geçmedi ama iyi şeyler oldu. Küçük bir kısmını, bana dokunanları bu yazıda andım. Bu yıl yayımlanan üç özel toplamadan söz edeyim çünkü 2020 yılında bir şeylerin hâlâ iyi gittiğini bize gösteren, 2021 ve sonrasına dair umutlarımızı yeşerten bir seri bu. Dayanışmanın en güzel örneklerinden biri çünkü bu yıl, bunun ne kadar önemli olduğunu anladık. MURAT MERİÇ (gazeteduvar.com.tr/27.12.2020)
TRT radyolarına ve Kültür Bakanlığı'na bağlı sanatçıların yanı sıra kurum dışında bulunan sanatçıların da katılımıyla birbirinden güzel eserlerin icra edildiği müzik programı Akşam Sefası bugün 21.00'de TRT Müzik'te.
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
Yılın ilk röportajına da böyle “lezzetli” biri yakışırdı: Sosyal medyanın “Lezzet Abi”si, gazetemizin hem sinema hem de futbol eleştirmeni Uğur Vardan. “Bu ikisi aynı anda nasıl olur?” diye sormayın, çünkü baktığı, gördüğü her şeyden özenli kurgular hazırlayan bir “estetik koleksiyoncusu”. Sadece bunları değil, mimariyi, kedi sevgisini, keyifçiliği, sonsuz geyik enerjisini ve inanılmaz başlık bulma yeteneğini aynı potada eritebilmiş biri. Gün geçtikçe sayıları azalıyor. Böyle her konuda faydalanıp eğlenebileceğiniz insanlar her ekibe lazım.
Bağlama sanatçısı ve besteci Boran Mert, yüksek lisans yaparken yazdıklarını Yeni Anlatım Olanaklarıyla Bağlama / Bağlamada Genişletilmiş Çalım Teknikleri Metodu adıyla kitapta bir araya getirdi. Kitap, bağlama çalgısının geniş olanaklarını inceleyerek bir metodoloji olarak müzikseverlere sunuyor ve bağlamadaki yeni arayışlara farklı kapılar açıyor. Kitabın künyesi:
Sinema festivallerde, yıl değerlendirmelerinde, yarışmalarda, ödül kazanmış isimlerin listeleri bir arada:
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık: