'WORLD MUSIC' DEDİKLERİ
‘Nerede doğduğu önemli değil; her müzikçiye yapıtını dinletme ve yayımlama hakkı sağlanmalıdır’. World music, dilimize çevrilmiş adıyla ‘dünya müziği’ hareketinin öncüleri çeyrek yüzyıl önce bu hedefi gerçekleştirmek amacıyla dünyanın dört bir yanında çaba sarf etmeye başlamıştı.
Akım, insanları melodiler yardımıyla müziğin geniş dünyasında yolculuğa çıkartan, uzak kültürleri birbirine yaklaştıran pasaport işlevi de görecekti.
Gazetelerde, televizyonlarda Üçüncü Dünya ile ilgili haberlerin büyük bölümü cesetlerle, bombalarla, kuraklıkla, yetersiz beslenme sorunuyla, üzerinde sinekler uçuşan bebek cesetleriyle ya da ellerine oyuncak yerine silah tutuşturulmuş çocuklarla ilgiliydi.
Oysa oralardaki tek gerçek bu değildi; insanların aktaracakları köklü kültürleri, sevgi ve dostlukları vardı diğerlerine.
İşte world music çokuluslu medyanın yapmadığını yapıp zengin kültürleri tanıtacak; renk, dil, din farklılıklarını anlatacak, müzik aracılığıyla sevgi köprüleri kuracaktı.
Hepsinden önemlisi, bu tür müziklere kulvar açarak ırkçılığın ne derece anlamsız olduğunu da gözler önüne serecekti.
World music globalleşme yolunda ilerleyen çağdaş insanın oluşturduğu en güçlü akımlardan biriydi.1980’lerin başında küçük bir Afrika ülkesinde kendi halinde müzik üreten sanatçılar, hayal bile edemeyeceği geniş kitlelerin önünde world music yardımıyla şarkı söylüyordu.
Bu insanlara birçok örnek verilebilirdi; hareketin liderlerinden Peter Gabriel’in elinden tuttuğu Senegalli Youssou N’Dour, 1986’da dünya çapında yıldız haline gelmişti. Yine Cezayirli rai prensi Khaled, neşeli, kıvrak Arap müziğiyle en fazla sevilenlerden olmuştu. Her yıl birçok yeni yıldız yüzlerce festivale uzanıp müziklerini tanıtma olanağını bulmuştu.
Peter Gabriel’in 1982 temmuzunda ilk kez İngiltere’de Shepton Mallet’de düzenlediği WOMAD (World of Music and Dance) festivalinde başlayan tanıtım maratonu (1987’ye kadar yalnız İngiltere’de sürdükten sonra Avrupa, Kanada, Japonya, Avustralya ve ABD’ye de sıçramıştı) etnik müziğin yerel ustalarını bıkmadan yeni insanlarla tanıştırıyordu. Doksanlar’da sayısı on bire ulaşan bu festivaller sonucu yerel sanatçıların büyük bölümü artık her yerde yıldızdı.
Çabanın tabii ki ticari yanı da genilemişti; Batı piasası müzikal açıdan tam anlamıyla kısır döngüye girmiş ve tükenmiş durumdayken ortaya çıkan Peter Gabriel, dünyanın dört bir yanında keşfedilmeyi bekleyen birçok müzisyeni uluslararası sahneye çıkartarak, tıkanmış endüstriye tam anlamıyla hayat öpücü kondurmuş, satışları canlandırmıştı.
Avrupa ve ABD’deki müzik marketlerde, plakçılarda en geniş bölümler world music ile etnik tatlardaki albümlere ayrılmıştı. Bizde de pop ve diğer ürünlerin sayısı azalırken bu tip ürünlerin hatırı sayılır satış tirajları oluşmuştu.
Tüm bu çarpıcı gelişmelerin ardında simge bir adam duruyordu: Peter Gabriel. Onun insanları harekete geçirmesi, kurduğu şirket Real World etiketli albümlerle diğer yapımcılara bu işten para kazanılacağını göstermesi hareketin temelini oluşturdu ve uzun bir süre her şey olumlu gitti.
Pakistanlı usta Nusrat Fateh Ali Khan’dan Zaireli Papa Wemba’ya Burkina Fasolu Farafina’dan Kenyalı Ayup Ogada’ya kadar çok büyük isimler öne çıktı; Doğu ile Afrika’dan Batı’ya doğru gelişen müzikal göç artarak sürdü.
Türkiye’deki world music yıldızları kim diye sorulacak olursa tartışmasız üç isim en öndeydi: Loreena McKennitt, Goran Bregoviç ve Khaled…
Ancak bu renkli tabloda birtakım deformasyonlar da görüldü. Medya dünya müziği konusunu yeniden vitrine koydu ve sert tartışmalar yaşandı.
Nedeni de şuydu; son derece masum hedeflerle yola çıkan hareket tam bir talan felsefesiyle ilerliyordu. Yerel müzikleri dünyaya tanıtacağız diye ilginç ne varsa hoyratça kullanılıp albümlere aktarılıyor ve Batı pazarlarına gönderiliyordu. Örneğin müziğin en önemli laboratuvarlarından kabul edilen Balkanlar’daki fabrikasyon araştırmalar sonucu kullanılmayan folklorik öğe kalmamış, durum yerel müziklerin köy köy albümlere aktarılıp Batı’da satışa sunulmasına kadar dayanmıştı.
İki gitar, bol yerel vurmalılar ve bir de kimsenin tanımadığı yerel çalgı eklenerek oluşturulan orkestralar, bu işi derinine bilen müzisyenler diye pazarlanabiliyordu.
Farklı gerçekleri, yaşamları incelemeye meraklı Batılı tüketici de yarım yamalak bilgi sahibi olduğu farklı kültürlerin yapay ürünlerini büyük paralar ödeyerek satın alıyordu. Sonucunda deniz bitmiş ve satışlarda büyük düşüşler yaşanmıştı.
Bölgesindeki müziği, Batılı çalgılar eşliğinde yorumlayarak ısıtıp sunan ‘tüccarları’ dinlemek yerine tamamen özgün işleri tercih etmeye başlamıştı müziksever.
Dolayısıyla, Batılı sounda alışık kulakları hedefleyen world music cazibesini yitirirken yerine etnik müzik oturmuştu. Etnik müzik ürünlerinin satışları önemli bir kalem haline gelmişti.
CUMHUR CANBAZOĞLU