OSCAR BEREKETİ
Asıl adı ‘Amerikan Film Akademisi Ödülleri’ ama, o meşhur heykelcikleri Oscar diye tanıyor dünya. 1931’de Akademi’de çalışan sekreter Margaret Herrick, 35 santim boyunda ve dört kilo ağırlığındaki heykelciği ilk gördüğünde çok şaşırıyor ve ağzından şöyle bir laf dökülüyor: ‘Aa, ne kadar da Oscar amcama benziyor!’
İşte o gün bugündür bu isimle bilinen Oscarlar, uluslararası arenanın tartışmasız prestiji en yüksek sinema ödülleri; aynı zamanda kazanan için de tam anlamıyla okkalı bir hayat öpücüğü.
Şöyle ki; hesaplamalara göre kartvizitine ‘Oscar galibi’ yazan filme o andan itibaren 30 milyon dolarlık yeni bir kazanç kapısı daha açılıyor. Tabii bu ortalama rakam; çok daha ileri gidenleri de var. Örneğin 1999’da Oscar’dan önce 70 milyon dolar toplayabilmiş Amerikan Güzeli (American Beauity), gişe hasılatını 130 milyon dolara çıkartarak yüzde 100’e yaklaşan bir gelir sağlamış heykelcik sayesinde.
Kazanamayanların da öyle pek fazla üzüldüğü filan sanılmasın. Listedeki diğer adaylara da DVD pazarı kucak açıp teselli ödülleri sunuyor ve vizyon zamanı bu yapıtları ıskalamış sinemaseverler meraklarını giderme, ‘kendilerini affettirme’ olanağı buluyor DVD aracılığıyla.
Bitmedi; En İyi Yabancı Film Oscarı’nı alan filme giden katkı ise inanılmaz boyutlarda. Araştırmaya göre, yarışma sonrası uluslararası pazara seslenme hakkını kazanan ‘yabancı film’ tam tamına yüzde 2000’lik desteğe kavuşuyor bir anda…
Pasta bu derece lezzetli olunca işin çekişmesi ve mücadelesi de bir o kadar büyüyor şüphesiz.
Törende kimin daha şık görüneceği, 75 buçuk metre boyundaki kırmızı halıdaki defileden kimin galip çıkacağı üzerine kıran kırana mücadele veriliyor perde arkasında. Erkek konuklar birkaç bin dolarlık giysiyle vaziyeti idare etse de, bayanların durumu hiç kolay değil. Makyaj, mücevher, saç, baş, ünlü stilistin tezgahında yaratılmış sıra dışı bir giysi derken ortaya çıkan fatura dudak uçuklatacak cinsten; aşağı yukarı 500 bin dolar.
Tabii bir de yarışmanın öncesinde ve sonrasında Oscarlık haberlerle, şovlarla, ‘Hak edene mi gidecek, sürprizi kim yapacak’ şeklindeki polemiklerle, geniş reklam kampanyalarıyla medyanın cebine inen yüksek meblağ, bahis tahtalarında Oscar-totoya akan paralar, üç saat kadar süren tören için istenen astronomik yayım hakkı ile bol sıfırlı reklam saniyeleri, törene davetlileri taşıyacak 1200 Limousine’e harcananlar gibi bir dolu başka ticari bereket var işin her adımında…
Bazen ufak tefek rötuşlar da atılmıyor değil bu görkemli alışverişe. Amerikan maliyesi Oscar’ı yakından takibe alıp hediyelere sıkı bir denetim getirdi ve törene katılan yıldızların, ödül dağıtımından sonra düzenlenen partiye de kalmaları için Akademi tarafından hazırlanan hediye sepeti uygulamasına son verildi. İçlerinde, mücevherden uçak biletine, şık kravatlardan marka kalemlere kadar bir dolu armağanın bulunduğu sepetlerden vergi alınacağının açıklanmasından sonra Akademi yönetimi, oyuncuları zora sokmamak için uygulamayı durdurduğunu açıkladı.
Ayrıca, oy kullanacak üyelere yollanan hediyeleri denetleme işi de iyice sıkılaştırıldı ve en azından bu aşamada ‘zafer için’ her yolun geçerli olmadığı konusunda sanatsever yüreklere bir nebze su serpildi.
Tabii ne kadar başarılı olunduğu meçhul; çünkü ‘And Oscar goes…’la başlayan bu öykü, ABD’nin ihracat kalemleri arasında ilk üçte gözüken Hollywood’u destekleyen, sektörü koruyan, yıldızları parlatan ve sektör içi ya da dışı, herkesin iştahını kabartan müthiş bir marka haline gelmiş durumda.
Bir ara Akademi, ‘Oscar’ kelimesindeki ilk ve son harflerin büyük yazılmasını şart koşarak bir çeşit sabit logo yaratmak istemişti ama, kimseye dinletemedi. Ondan sonra da işin ucu kaçtı, gitti. Malına kalite, stil, güvenilirlik katmak isteyenlerin tek adresi oldu Oscar: ‘spor Oscarı, müzik Oscarı, edebiyat Oscarı ve onlarca benzeri…