BRAD PITT'İN UZAYLA İMTİHANI
James Gray’in yönettiği Yıldızlara Doğru (Ad Astra) bu haftanın en iddialı filmi. Bizdeki sinema köşelerinde filmle ilgili övgü dolu satırlar yer alırken uluslararası medyada da olumsuz bir şeyler söyleyene rastlamadık.
Film, NASA’da görev yapan uzay mühendisi Roy McBride’ın (Brad Pitt), dünya dışında önemli bir göreve gönderilmesi çevresinde gelişen olayları anlatıyor.
Oscar’a aday gösterileceği şimdiden dillendirilen yönetmen James Gray, yine bu filmle olası Oscar namzeti ilan edilen Brat Pitt’le çalışmasını şöyle özetliyor:
‘Benim için en büyük zorluk Brad’e kafamdakini aktarabilmekti. Yerçekimini yok etmek için iki tane set kurdum. Birinde yatay yaşam, diğerinde dikey yaşam olacaktı. En önemlisi de dikey sette Brad’i tutacak telleri akıllıca görüntüden saklamaktı. Oyuncunun bu atmosfere alışması başka bir dertti ve Brad Pitt bu işi kolay kavrayıp işimizi kolaylaştırdı. İşin teknik yanı fazla zorlamadı ama oyuncuyu bu tip bir çekim ortamında rahatlatmak için çok dikkatli ve hassas davranmak gerekiyordu. Özellikle de işin insani yanını öne çıkarmada bütün önlemimizi almıştık ve kolay kotardık işi’.
Pek iyi, bizim yazarlar ne diyor Yıldızlara Doğru için?
UĞUR VARDAN (HÜRRİYET): ‘… ‘Yıldızlara Doğru’, hem uzayda geçen bir varoluş öyküsü hem de Freudyen öğelere göz kırpan bir baba-oğul denklemi... İlk taşı kim attı bilmiyorum ama tarihler bu konudaki adres olarak genellikle ‘Solaris’i gösteriyor; o adreste de “İnsan ne zaman uzaya çıksa ancak kendini bulur, başka yaratıkları değil” ibaresi var. Bu açıdan senaryosunu yönetmen Gray’le birlikte Ethan Gross’un kaleme aldığı yapım, hem Andrei Tarkovsky’nin klasiğine hem de aynı uzay boşluğunda salınan ‘Contact’, ‘Gravity’, ‘The Martian’, ‘Interstellar’, ‘First Man’ gibi filmlere selam gönderiyor… “Bir Amerikan filmi uzayda geçse (ya da ‘Solaris’ türü bir sükunetin peşinde koşsa) bile mutlaka bir kaçma-kovalamaca sahneleri içerir” mantığı, ‘Yıldızlara Doğru’da da var. Öyle ki James Gray’in yapıtında, Ay’ın engebeli sathı üzerinde -kimi Batılı eleştirmenlerin de vurguladığı gibi- ‘Mad Max: Fury Road’dan ödünç alınmışa benzer aksiyon sahnelerine rastlıyoruz… Belli noktalarda ‘erkek çocuk hassasiyeti’ meselesine de giren ‘Yıldızlara Doğru’, seyircisini birçok çizgi üstü bilimkurgu filmi gibi “İnsan kendi yalnızlığıyla ne kadar baş edebilir?” sorusuyla baş başa bırakıyor. Gray’in yapıtı bana sorarsanız birçok Batılı eleştirmenin ilan ettiği üzere ‘bir başyapıt’ değil ama ait olduğu kulvarın ilgiye değer üyelerinden biri olarak tarihe kalacak gibi görünüyor. Ben filmde en çok ana karakterin olaylar ve gelişmeler karşısında kendi iç sesiyle yorum yapma tavrını beğendim…’
ŞENAY AYDEMİR (EVRENSEL): … “Yıldızlara Doğru”, tragedya anlatısının izlerini takip ediyor bir bakıma. Homeros’un Odysseia destanında olduğu gibi uzun bir yolculuğa çıkan Roy, her durakta yeni bir hikaye ile karşılaşacak ve nihayetinde bambaşka birisi olarak hedefine varacaktır. Film, daha en başında inşa ettiği “yakın gelecek” dünyası ile ilgi çekiyor açıkçası. Distopik bir havaya bürünmüyor. Karanlık evren tasviri yapmamaya özen gösteriyor. Bütün güneş sistemi, bugünün dünyasının bir modeli gibi tasarlanıyor bir bakıma. Bu cazibeli giriş, Roy’un Ay’a ulaştığı ve “Burayı da dünyamıza benzettik” dediği, arka fonda uluslararası tekellerin tabelalarının göründüğü görsel parçalarla zenginleştirilmeye çalışılıyor.
Ancak ne oluyorsa, kahramanımız Ay’a ulaştıktan sonra oluyor. Örneğin, Ay’dan Mars’a uçmalarını sağlayacak rokete giden yoldaki tehlikelerin kaynağını anlamakta zorlanıyoruz. Film kısa bir süre için “Mad Max” havasına bürünüyor ama sonra bu hava kayboluyor. Böylesine tehlikeli bir yol için estirilen güvenlik önlemlerinin motivasyonunu da, yolda korsanlık yapanların gerekçelerini de anlamıyoruz ve bu durum bir ‘hoşluk’ olarak anlaşılmayı bekliyor sanki…’
KEREM AKÇA: ‘… Pitt’in fazlaca devreye girse de boş konuşmadan aslında bir aile öyküsünü hikaye kurgusunu delik deşik ederek vurguladığı gözüküyor. Bu da büyük oranda “Yıldızlara Doğru”yu sinema seyirliğine dönüştürüyor. İşlenen mesele ise evrensel bir baba-oğul ilişkisinden ziyade, Hıristiyanlıkta geçen baba-oğul-kutsal ruh birlikteliğine kadar uzanıyor. Bunun devamında son noktanın ‘aile için’ konmasıyla ‘muhafazakar’ olduğuna dair tartışmalara gebe olabilecek sıradan bir dramatik yapı kuruluyor. Bu durum da ister istemez James Gray’in klasik bir uzay macerasından, “Marslı” (“The Martian”, 2015) ve “Yerçekimi”nden (“Gravity”, 2013) uzakta konumlandığını gösteriyor. Mars’a yolculuk zamanla bir ruhsal arınmaya dönüşüyor. “Yıldızlara Doğru”da Pitt’in zihninde dolaşıp bellek yolculuğu-kahramanlık hikayesi arasında gidip gelen bir yaklaşım var. Bu durum ister istemez karşımıza görsel efektlerinden setlerine kadar iyi dokunmuş bir tür filmi çıkarıyor. Ama filmin başını, sonunu ve bütününü düşününce genel anlamda klasik bir ‘uzay macerası’ gibi tamamlandığı söylenebilir…’