28 HAZİRAN 2019
Üçü yerli yapım olmak üzere, toplam sekiz yeni film merhaba diyor bu hafta! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. İyi seyirler herkese.
LAUREL İLE HARDY
-Değişen dünyada değişmeyenler üzerine-
Hollywood’un efsane ikilisi, İngiliz Stan Laurel (1890-1965) ve Amerikalı Oliver Hardy’nin (1892-1957) gerçek hikâyeleri… 1920’lerden 1955’e dek, yüzlerce filmde birlikte rol almış, Hollywood komedi tarihini değiştiren ikilinin, duygu dolu öyküleri duruyor perdede. Kariyerlerinin son dönemecinde, artık değişen, masumiyetini sonsuza dek yitirmiş dünyayla birlikte demode olmuş iki ‘komiğin’, Britanya’daki veda turneleri ve hiçbir koşulda değişmeyen dostlukları!
İskoçyalı rafine sinemacı John S. Baird imzalı biyografi, ‘A.J.’ Marriot’un ‘Laurel & Hardy – The British Tours’ adlı kitabından uyarlanmış. Filmde ‘sıska Stan’i İngiliz aktör Steve Coogan, ‘şişko Hardy’i ise John C. Reilly canlandırmış. İki usta aktör, övgü kelimelerinin çok ötesinde performanslar sergiliyorlar. İkilinin eşleri rolünde Shirley Henderson ve Nina Arianda’yı izlerken, Danny Huston ve Rufus Jones’da nitelikli kadronun öne çıkan diğer isimleri olarak dikkat çekiyorlar.
Genel yapım tasarımı ve özellikle sanat yönetimi, öykünün geçtiği dönemin hemen her ayrıntısını iğnelemiş perdeye. İki dünya savaşının etkisi ve değişen dünyayla birlikte tamamen farklılaşan zevk ve beğeniler doğrultusunda, yıllar içinde demode olan, zirveden zemine sert bir iniş yapan efsane Hollywood ikilisinin kişisel farklılıkları, özel hayatları, sanata, sinemaya bakışları ve yürek ısıtan sıcacık bir dostluk hikâyesi! Özellikle günümüzün tamamen değişen, başka bir ‘şeye’ evrilen ‘yalan’ dünyasının duyguları alınmış, bencil ve yalnız insanlarının soğukluğuna mesafeli bir dostluk tanımı duruyor perdede. Öylesine bir arada olmak değil, türlü tuzaklara karşı bir arada kalmanın önemini kavramış ve dayanışma, sadakat, fedakârlık, vicdan gibi kavramlara gönülden bağlı iki eski adamın, şövalyenin öyküleri, bilinen tarihsel gerçekler ışığında, ajitasyondan uzak fakat ‘hakiki’ biçimde ele alınmış. Her şey değişebilir elbet fakat değişmeyecek tek şey dostluk olacaktır diyor hüzün yüklü biyografik dram. (4 / 5)
YESTERDAY
-Tercihler, ürünler ve gerçekler-
Günün birinde ‘aranan’ bir müzisyen olmak isteyen Jack Malik’e inanan tek insan, ilkokul yıllarından beri yanından ayrılmayan ve Jack’in menajerliğini üstlenen matematik öğretmeni Ellie Appleton’dur. Gezegende meydana gelen kısa sürelik elektrik kesintisi sonrası Jack, müzik tarihinin efsane gruplarından ‘The Beatles’ı yeryüzünde hatırlayan ve bilen tek insan olduğunu fark eder. Sadece The Beatles değil; Coca Cola, sigara ve Harry Potter’da, hiç var olmamış ve kimsenin daha önce duymadığı şeylerdir. Jack, bu büyük şansı kullanıp, Beatles şarkılarını dünyaya duyurarak, bir süper star olmayı seçer!
Richard Curtis ve Jack Barth’ın zeki ve incelikli öyküsünü, yine usta senarist Curtis kaleme almış. İngiliz yapımının yönetmen koltuğunda ise bir diğer usta, Danny Boyle oturuyor. Başrolü üstlenen Himesh Patel’e, Lily James, İngiliz şarkıcı ve söz yazarı Ed Sheeran, Alexander Arnold ve Kate Mc Kinnon eşlik ediyorlar. Beatles’sız bir dünya ne denli boş ve anlamsız olurdu duygusu gelip oturuyor yüreğe filmin ardından. Bizi bir yapan en önemli koşul, tercihlerimizdir diyor öykü. Birer ürün değil, gerçeğiz! Her durumda doğru söylemek gerek karşımızdakine ve sevmek. Tek ihtiyacımız sevmek, Beatles’ın söylediği gibi!
Zeki ve incelikli yazılmış metin, perdede ‘beylik’ bir formül sinemasına tutsak olsa da; özellikle efsanevi Beatles şarkıları eşliğinde keyifle izletiyor kendini. Bazı kör gözün parmağına oluşlar, durumla tezat son derece incelikli satır başları kapsıyor. Sadece duygular ve gerçekler kalıyor geride insandan yana! John Lennon sürprizi ve diğer iki Beatles anımsayıcısı, senaryonun hoşlukları arasında. Günümüzün hızlı tüketen, düşüncesiz, bencil, nobran ve vahşi kapitalist dünyasına söyledikleri önemli filmin. Sonuçta, ‘biz hep sarı bir denizaltıda yaşadık!’ (3,5 / 5)
ANNABELLE 3
-Korku seansı kötülükler odasında sürüyor!-
‘The Conjuring / Korku Seansı’ evreni, lanetli bebek ‘Annabelle’ serisinin üçüncü halkasıyla sürüyor! Paranormal olayların amansız takipçileri Ed ve Lorraine Warren çiftinin küçük kızları bu kez öykünün odağında! Warren’lar, lanetli oyuncak bebek Annabelle’ien güvenli yere, kendi evlerine getirdikten sonra gelişiyor olaylar. Warren ailesinin tek çocukları olan on yaşındaki Judy, anne ve babaları ‘görev’ icabı şehir dışında bulunduğu sırada, titiz ve sevgi dolu bakıcısı Judy ve onun iki arkadaşı ile birlikte, sahici bir kâbus yaşar. Kutsal cam kafesin içinden çıkma imkânı bulan kötücül bebek Annabelle, odada tutsak bulunan diğer kötü ve şeytani ruhları da özgür kılarak, evdeki gençlere adeta cehennemi yaşatacaktır.
Serinin mimarlarından James Wan’ın senarist koltuğunda oturduğu filmi, senarist kökenli Gary Dauberman yönetmiş. Dauberman’ın ilk yönetmenlik denemesi, genelde tek mekanda geçen başarılı bir atmosfer teyelliyor perdeye. Atmosfer üzerinden klasik korku-gerilim kalıplarıyla koltuktan sıçratma eğilimli hikâye, çarçabuk halledilen final çözümü ötelersek, sınıfı geçiyor bir şekilde.
Tanıdık ikili Vera Farmiga ve Patrick Wilson, bu kez kıdemli oyuncular olarak kenara çekilmişler. 2006 doğumlu aktris Mckenna Grace, tek başına şov yapıyor adeta! Madison Iseman, Katie Sarife ve Michael Cimino, kadronun diğer isimleri. Işık ve kamera kullanımına epey çalışılmış. Türün ve serinin meraklılarına özellikle! (2,5 / 5)
ATEŞLE OYNAYANLAR
-Tutku ve bağımlılık-
Marie Monge’nin ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi, Cannes’deilk filmlere verilen prestijli ödül ‘Altın Kamera’ adayı olmuştu. Fransız yapımı dramın başrollerini, JacquesAudiard’ın 2009 tarihli enfes suç filmi ‘Un prophète / Yeraltı Peygamberi’ ile takipçisi olduğumuz Tahar Rahim ile Lars vonTrier’in 2013 yapımı ‘Nymphomaniac / İtiraf’la tanıdığımız Stacy Martin üstleniyorlar.
Ella, babasının mütevazı semt lokantasında büyük bir ciddiyet ve özveri ile çalışmaktadır. Tekdüze hayatı, serseri ve gizemli yabancı Abel’in, iş aramak adına dükkâna ayak basmasıyla değişir. Ella’yı, bambaşka, karanlık ve netameli bir dünyayla tanıştıran Abel, kısa sürede vazgeçilmez bir tutkuya dönüşür genç kadın için!
Erotik ve duygusal bir aşk öyküsü olsun denmiş fakat ne senaryo ne de iyi işlenmemiş karakterler duruma bizi ikna edemiyorlar. Yabancılaşarak izliyoruz, oldukça yüzeyde gezinen tutku ve bağımlılık öyküsünü. Filmin belki de tek iyi noktası, orijinal müziği ve özellikle finalde patlayan Tshegue’nin yorumladığı ‘Survivor’ adlı şarkı. Hollywood sinemasında aynı böyle binlerce sıradan örnek izledik. Fransız yapımı neyi hedef almış bilemiyorum… Godard usta, 1960’da, tam altmış yıl önce patlatmış ‘Yeni Dalga’ efsanesi ‘À bout de souffle / Serseri Aşıklar’ı… Ne denemesi, ne yenisi, neyin nesi yani durum… (1,5 / 5)
Özellikle küçük izleyicilere seslenen animasyon ‘The Underwater Adventures od Sadko / Kahraman Prens Sualtı Maceraları’nın yanı sıra üç yerli yapım; Hasan Doğan’ın yönettiği komedi ‘Geçmiş Olsun’ ve iki korku örneği; Suat Ay’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ‘İfrit’ ile yönetmenliğini Berk Aygül’ün üstlendiği ‘Sahir Deep Web’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese! MURAT ERŞAHİN