Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

28 AĞUSTOS 2020

27 Ağustos 2020 Perşembe 21:01
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Sosyal mesafelerimizi koruyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında. 

Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kapılarını açtılar. Perde açıldı anlayacağınız… İki hafta önce yeniden başlayan vizyon, 28 Ağustos haftasında sekiz filme ev sahipliği yapıyor. 

Roman Polanski’nin bol ödüllü yeni filmi ‘J’accuse / Subay ve Casus’, notlarımız arasında! Christopher Nolan’ın yazıp yönettiği on birinci uzun metraj kurmacası ‘Tenet’, 26 Ağustos Çarşamba günü vizyon gördü. Dünyanın geleceğine, yönetmenin kafayı taktığı ‘zaman mefhumu’ üzerinden bakan bilimkurgu aksiyonun başrolünü John David Washington üstleniyor. Robert Pattinson, Elizabeth Debicki, Clémence Poésy, Kenneth Branagh, Aaron Taylor-Johnson ve usta aktör Michael Caine, zengin oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. Jason Patric ve Lou Diamond Phillips’in başrolleri üstlendikleri western ‘Big Kill / Big Kill Kasabası’, bir büyüme hikâyesi olan ve Richard Wagamese’nin aynı adlı romanından uyarlanan Stephen S. Campanelli’nin yönettiği Kanada yapımı dram ‘Indian Horse / Kızıl Şampiyon’, özellikle küçük izleyicilere seslenen animasyon türündeki ‘Dino Brained / Dinozorlar’ ile birlikte üç yerli yapım; ünlü ressam Fikret Mualla’nın hikâyesinin anlatıldığı Metin Güngör imzalı biyografik dram ‘Renklerde Kaybolan Hayat: Fikret Mualla’ ve iki korku örneği; Bülent Aydoslu’nun yönettiği ‘Cin Bebek 2’ ile Engin Akyıldırım imzası taşıyan ‘İntikam Soğuk Duş’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri.

Siz değerli okuyucularla, vizyon filmsiz kaldığından bu yana, Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyorum. Mart-Nisan-Mayıs-Haziran-Temmuz ve nihayet Ağustos aylarında, köşemde yazdığım eski yazıları… Bu hafta, 2013 yılının Ağustos ayını ziyaret ediyoruz. O yılın Ağustos’unda sinema ve vizyon gündeminde, ‘yeni’, ‘düzgün’ ve ‘iyi’ olan ne varsa yazıda yer alıyor… 

Sinema salonlarına bir an evvel ‘temelli ve sağlıklı biçimde’ dönmeyi ümit ederek, koronavirüse karşı önlemlerinizi aksatmamaya ve içinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmamaya devam edin. Herkese iyi seyirler, sağlıklı günler!


SUBAY VE CASUS

-Tarihi bir Hukuk ve ayrımcılık skandalı-

Usta yönetmen Roman Polanski’nin yirmi ikinci uzun metraj kurmacası, Venedik’te ‘Altın Aslan’ için yarışmış, festivalden ‘Jüri Büyük Ödülü’nün yanı sıra ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ ve prestijli FIPRESCI Ödülleriyle ayrılmıştı. Fransız Oscar’ları olarak bilinen Cesar’da da ‘En İyi Yönetmen’ dahil üç dalda heykelciğe uzanan tarihi dram, dev romancı Emile Zola’nın ‘Suçluyorum / J’Accuse’ adlı eserine de konu olan tarihi ‘Dreyfus Davası’nı konu alıyor.

Ocak 1895’te, genç subay Alfred Dreyfus, Almanya’ya bilgi sızdırmakla suçlanır ve casusluk yaptığı gerekçesiyle Şeytan Adası’nda ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. Askeri istihbarat biriminin başındaki Georges Picquart ise bilgi sızıntısının devam ettiğini keşfettiğinde, kendisini yalanlarla dolu tehlikeli ve kirli bir politik labirentin içinde bulacaktır.

19. yüzyıl sonu Fransa’sında, Yahudi kökenli bir subayın, Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un haksız yere casuslukla suçlanmasıyla patlak veren Dreyfus Davası, yalnızca bir hukuk ve ayrımcılık skandalı değil, aynı zamanda başta ordu ve yargı olmak üzere ülkenin tüm kurumlarını temellerinden sarsan bir toplum olayıydı. Tam 12 yıl sonra Dreyfus’un aklanmasıyla sonuçlansa da, Üçüncü Cumhuriyet ve çağdaş Fransa’nın tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Bu dava çevresinde gelişen çalkantıların keskinleştirdiği güçler dağılımı, kilise ve devlet işlerinin ayrılması gibi sarsıcı önlemlerin alınmasına, sağdaki milliyetçiler ile soldaki anti-militaristler arasında uzun sürecek bir bölünmenin doğmasına yol açtı. Dev yazar Émile Zola, 13 Ocak 1898 günü bir gazetede yayınladığı ‘Suçluyorum’ başlıklı açık mektubuyla, Dreyfus’e yapılan haksızlığın karşısına dikilen Fransız aydınlarının sözcüsü haline geldi. Onurlu aydın başkaldırısının görkemli bir örneğidir işin aslı ‘Dreyfus Davası’.

İngiliz yazar ve gazeteci Robert Harris’in romanından bizzat Harris ve Polanski tarafından perdeye uyarlanan tarihsel dramın başrolünü Jean Dujardin üstleniyor. Louis Garrel, Emmanuelle Seigner, Mathieu Amalric ve Vincent Grass oyuncu kadrosunun diğer önemli isimleri. Polonyalı görüntü yönetmeni Pawel Edelman ve dev isim Alexandre Desplat’ın enfes orijinal müziğiyle artı değer kazanan yapım, dönemin ayrıntılarını son derece titiz yansıtan genel yapım tasarımıyla da övgüye değer!

Polanski, her zamanki ustalığıyla kotarmış yeni filmini. Hukuk tarihindeki önemli yapı taşlarından biri olan Dreyfus Davası fonunda, dünyanın ‘değişmeyen’ gerçeklerini, insan ahlaksızlığını, görevi kötüye kullanma problemini ve kamuoyunu yanıltma çabasını, hunharca eleştirmekten geri durmuyor. Eskimeyen durum ve oluşları, tarihi bir gerçeğin ‘içeriden’ anlatımıyla yeniden güncele taşıyan özenli yapım, güçlü anlatımı, şahane kurgusu ve biçimiyle yılın önemli filmleri arasında. (4 / 5)  

Sinema Dergisi / Sinemadan Çıkmış İnsan / Ağustos 2013


YAZ MIRILTILARI
‘Koca bir yazı çekirdek içleyerek sinemalarda geçirdim. Taban teptim sokaklarda, tırnak yedim uyudum, denize baktım usanmadan. Ölüme inandım, güzel çok güzel olduğunu düşünerek. Güzelim, düşünerek, çekirdek içleyerek. Güzelim, çekirdek içleyerek koca bir yaz geçirdim, şimdi yorgunum biraz. 
OKTAY RİFAT

Geçiyor işte ömrümüz. Yazı, çizi, medar-ı maişet, hak, hukuk, hüzün, aşk, kavga, elem, çay, çorba, sevgi, dostluk… Anlam arama derdi hayat. İnsan arama. Sıcaklık, iyilik, ideal, huzur… Arada bir pencereden dışarı bakmak. Kış geçer, yaz gelir ardından. Tekir kedi, ağustos böcekleri, çınar ağacı, tozlu sokak, deniz kenarı, boş sandal, çakıl taşları… Edip Cansever’in ‘Uzak Yakınlık’ta anlattığı gibi günler: “Soruyordun. İlkyaz işte. Uyanıp bir bahçeyi dinliyoruz. Tenhalık böyle”. Sonra filmler… 
Birini bekler gibi. Anlamaya çalışmak gibi karşında oturanı. En zoru bu olmalı! Ürkmek gibi. Korkmak insana aittir. Umutsuzluk gibi aynı. Sevmeye çalışmak gibi. Düşlerine sarılmak gibi. Omuzuna dokunmak gibi dostunun. Sevdiğini öpüp koklamak gibi. Bir şey söyleyecektin hani, unuttun; öyle işte. Kendini anlatmak en zoru. Filmler gibi. Bergman, her daim iyi gelir ruha. Mike Leigh hep haklıdır. Keza, Loach… Bresson hep insandır! Jean Luc-Godard, ‘Dostoyevski, edebiyat demekse; O da sinema demek’ der Robert Bresson için. Ustanın pek ‘konuşulmayan’ büyük filmi. 1971 tarihli ‘Quatre nuits d’un rêveur / Bir Hayalperestin Dört Gecesi’. Bresson’un ana temaları olan yalnızlık, amaçsızlık, gerçeklik ve hayaller… Bresson, çok sevdiği Dostoyevski’nin ‘Beyaz Geceler’ini serbest uyarlama şeklinde perdeye aktardığı filminde, sanatının gitgide yalınlaştığının kanıtını sunar. Anlatımı, ‘kesinliğin şiiri’ olarak adlandırılan düzeydedir. Fotoğraftan çok resim ve şiir içeren bir sinemadır bu. Gerçek olan ‘şeylerin’ ve ‘hislerin’ görüntüleri, sesleri, fonksiyonel biçimde birbirine bağlanmıştır işte. Bir ruh altı belgeselidir Bresson’unki. Dördüncü gece, Jacques, yeni resimler çizmek için ‘aşkla beslenmiş bir halde’ evinde tuallerine gömülmüşken kararır sahne. 
Bir yalnızlık senfonisidir öte yandan film. John Cassavetes’in ilk filmi, 1959 tarihli ve 50’lerin beat döneminde New York’ta geçen “Shadows”u anımsatır genel atmosferiyle. ‘Gerçek sinema’nın minimalist, şiirsel ve doğaçlama bir serbestiyle buluştuğu anlatı… Birbirimizi ne kadar seviyoruz? İncitebildiğimiz, esinlendiğimiz, kullanılıp-kullandığımız kadar mı? Hem sevmek nedir ki tek başına?  İlk sevilmişe, o tanıdık dokunuşa mı ihtiyaç duyar ten? Ya yürek? Sahici olan mı besler bizi; hayallerimizde yaşadıklarımız mı? Peki ya mutlu muyuz? Belki de ‘gibi yapmak’ mutlu olmanın en kolay yoludur! Yaşayan ölülerin filmidir ‘Sånger från andra våningen / İkinci Kattan Şarkılar’. İsveçli sinemacı Roy Andersson’un kapkara dramı, Perulu ünlü şair-yazar César Vallejo’nun dizelerinden esinlenmiş ve usta ozana adanmış bir şiir-film. Sona gelip dayanmış dünyaya bir son selam. Yok olan medeniyete ve insanlığa keskin bir ağıt. Kendini açlığa bırakarak intihar eden ‘acının ozanı’ Vallejo’nun ‘umuttan söz etmek istiyorum’ şiiri gibi karanlık bir anlatı. Çağın acılarını anlatan devrimci-mistik dizeleriyle yüreğe yerleşmiş bir sanatçı Vallejo. Okunarak değil aslında, duyumsanarak anlaşılır en çok. ‘Tanrının hasta olduğu bir günde doğdum’ der Vallejo. “Ekmeğini ısıra ısıra yürüyor adamın biri. Durup da sevgilime şiir yazacağım ha? 
Oturmuş kaşınıyor ötekisi bitlerini eziyor parmaklarıyla. Hangi yürekle psikanalizden söz edilir ha? Sakatın birisi, bir çocuğa yaslanmış gidiyor. Ben oturup Andre Breton okuyacağım ha? Kan tükürüp dört bir yana orada birisi tiril tiril öksürüyor, ruhumun derinliğini anlatacağım ha? Birisi kemik arıyor çamur içinde, gel de türkü söyle sonsuzluk üstüne?” diye devam eder ‘Adamın Biri’ adlı şiirinde. ‘Dünyanın sonu ve perde’ diyen, başka hiçbir şeye benzemeyen, iddialı bir varoluş acısı ve yok oluş resitalidir İsveçli ustanın filmi... Yaz öğlen üzerleri, kimsesiz sessizliklerde ve cırcır böceklerinin eşlik ettiği uzun gecelerde bir başkadır film izlemek. Onları biriktirmek, demleyip; düş ülkelere gitmek. Geçer gider ömrümüz öylesine. Çoğu kıştır, yazlar hatırlatır bizi bize!


VİZYONDAN TAKILANLAR

Temmuz ve Ağustos vizyonundan seçmeler

‘Modus Anomali / Cinnet’, adrenalin bombası ‘Serbuan Maut / Baskın’ adlı son sürat aksiyonun ardından salonlara uğrayan yeni bir Endonezya yapımı. İngilizce çekilmiş Joko Anwar’ın yönettiği film ve tavizsiz bir sertliğe sahip. Dehşet yüklü öyküde zaman kavramı önemli yer tutuyor. Netameli ve kapkara öykü, ödünsüz bir şiddete bırakmış kendini. Zeki bir gerilim ama şiddet pornografisi olarak nitelendirilebilecek ‘zor’ sahnelere sahip. Aktris, senarist ve yönetmen Julie Delpy’nin, 2007 tarihli ‘2 Days in Paris / Paris’te İki Gün’ filminin ardından, ‘tanıdık’ öyküyü New York’a taşıdığı bağımsız, federe romantik komedi ‘2 Days in New York / New York’ta 2 Gün’, Woody Allen’a nazire yapan geveze ama sevimli bir güzelleme! Politika, sosyokültürel farklılıklar, aşk, aile, dostluk, ilişkiler ve adına hayat denen şaşırtıcı ‘uğraş’! 
Perdeye yansıyan yoğun diyalogları ve aforizmaları sevenler izlemeli! Akıllı, samimi, hoş. ‘Maniac / Manyak’, bir yeniden çevirim. William Lustig imzalı 1980 yapımı korku filminde başrolü, aynı zamanda öyküyü de yazan Joe Spinell (1936-1989) üstleniyordu. Yeni filmin yapımcısı ve senaristi türün dinamik isimlerinden Fransız Alexandre Aja. 2003’te ‘Haute Tension’ ile ses getiren sinemacı, yönetmen koltuğunu, ‘P2’ adlı filmle yönetmenliğe adım atan aktör kökenli Franck Khalfoun’a bırakmış. Yaşadığı çocukluk travmaları nedeniyle şiddet dürtüsü kontrolden çıkan son derece arıza bir adam ve kadınlara saldığı dehşet. 
New York’tan Los Angeles’a taşınmış öykü. ‘Kitsch’ oluşlar ve kendini engellemesi neredeyse imkansız katilimiz. Utangaç psikopat rolünde Elijah Wood, şaşırtıcı! Vahşi kapitalizmin teknolojik boyutuna ayak uyduramayan iki eski satıcının öyküsünü, imzaladığı komedilerin ardından ‘Real Steel / Çelik Yumruklar’ adlı bilimkurgu aksiyonla sınıf atlayan Shawn Levy üstlenmiş. Bilgisayar devrinde eski usul satış yapmanın zorluğunu idrak eden iki köle… Teknoloji, kapitalizm, çalışkanlık, yeni yetmeler, dinozorlar, eski adamlar ve değişmeyen kurallar üzerine bir serbest pazar masalı olarak adlandırılabilecek komedinin merkezinde, dünyanın en önemli arama motorlarından ‘Google’ var. 
‘The Internship / Ge(n)ç Çıraklar’ da, ‘Wedding Crashers / Davetsiz Çapkınlar’ da da birlikte oynayan Vince Vaughn ve Owen Wilson ikilisini izliyoruz. Öykü yine Vaughn’a ait. Usta aktör John Goodman, misafir oyuncular arasında. Etkisi kısıtlı ama bazı anlar matrak bir Google reklamı! 90’lı yıllarda Miami’de geçiyor ‘Pain & Gain / Zor Kazanç’. Vücut geliştirmeci ve bir spor salonunda eğitmen olarak çalışan Daniel, Amerikan rüyasının içinde yeniden varolmak adına karanlığa adım atar. Aksiyonu bol, adrenalini yüksek, ters köşe Amerikan rüyası filmini, büyük prodüksiyonların ismi Michael Bay imzalamış. Bütçe anlamında nispeten mütevazı bir yapım olan suç filmi, Miami New Times dergisinde Pete Collins tarafından yayımlanan üç bölümlük ilginç yazı dizisinden uyarlanmış. Mark Wahlberg ve ‘The Rock’ olarak da bilinen Dwayne Johnson, ‘kas’ gösterişinde yarışıyorlar. Tempolu ve yazlık!
 Richard Linklater, 1995’te bir kuşağı derinden etkileyen ‘Before Sunrise / Gün Doğmadan’ ile bambaşka bir romantizm öyküsü anlatmıştı. 2004’te ‘Before Sunset / Gün Batmadan’ ile devam etti Céline ve Jesse’nin öyküsü. Viyana’da başlayan ilişki yıllar sonra Yunanistan’da sürüyor. ‘Before Midnight / Geceyarısından Önce’. Aradan geçen 18 yıl… Artık orta yaşa gelen çift, ikiz kızları ve dostlarıyla birlikte; sıcak yaz mevsiminin koynunda, Akdeniz’deler. Hafıza, değişen biz, değişen dünya, zaaflarımız, ideallerimiz, yüreğimizin iç cebinde sakladıklarımız ve kaybolmayan şeyler, aşk mesela. Alışkanlığa dönüşme, eskime korkusu, yerine konamayan şeyler, dostluk, unutulmayan sıcaklıklar, sosyokültürel, politik farklılıklar, bizden; yaşananlardan geriye kalanlar, verilen sözler, o hep bizle yaşayan anlar ve belki de ayakları yere en sıkı basan romantik çiftin özelinde siz… 
Beethoven’ın yedi bölümden oluşan ünlü eseri Opus 131. Bir klasik müzik dörtlüsü. Yıllardır birlikteler. Geçen zamanla birlikte değişenler. Sağlık, yaşlılık, yavaşlayan eller, emek ve itina ile süren birliktelik. Dört dostun arasındakiler. Aşk, özveri, dostluk, şefkat, kapanmayan veya yeniden açılan hesaplar. Dört müthiş oyuncu. Philip Seymour Hoffman, Catherine Keener, Mark Ivanir ve asla eskimeyen karizma Christopher Walken. ‘Ben yukarı çıkıyorum, siz kavganızı ederken burada duramam. Aşağı indiğimde gitmiş olun’ diyen grubun ağabeyi. Her şeyin eskisi gibi olduğu gerçeği, her şeye rağmen. ‘A Late Quartet / Son Konser’, olabildiğince insanca.

(Sinema Dergisi / Sinemadan Çıkmış İnsan / Ağustos 2013)



Diğer Yazılar