Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

24 KASIM

23 Kasım 2023 Perşembe 16:57
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Kasım ayının dolayısıyla sonbaharın son vizyon haftasındayız!
Önümüz kış…
Beyazperdede bu haftaya bakalım… 24 Kasım Emir Kusturica’nın doğum tarihi. 28 Kasım ise Alfonso Cuaron’un. 30 Kasım’da ise Ridley Scott, Ben Stiller ve Gael Garcia Bernal dünyaya gelmişler. 25 Kasım’da Laurence Harvey hayata veda etmiş. 26’sında ise Bernardo Bertolucci. Ken Russell 27 Kasım, Natalie Wood ve Cary Grant 29 Kasım, Ernst Lubitsch ve Paul Walker ise 30 Kasım’da aramızdan ayrılmışlar…
Edebiyat dünyasına gelirsek… 26 Kasım 1891 usta kalem Henry Miller’ın doğum tarihi. 30 Kasım ise Mark Twain’in. Oscar Wilde, uzun süredir yakınlık duyduğu Katolikliğe girdikten bir gün sonra, geçirdiği bir kulak hastalığının yol açtığı beyin iltihabı sonucu 30 Kasım 1900’de Paris’te hayata veda etmiş. 
Bir şeyler, bir şeyler… Göçüp giden sevdiklerimiz, eski sevgililer, yakınlarımız, dostlarımız, eski ev terlikleri, kaybolan yakın gözlükler, dolmuşta unutulan bereler, şemsiyeler, gönderilmemiş mektuplar, oradan oraya sürüklediğimiz pejmürde yalnızlığımız… Kıştır, normaldir üşümemiz… Ruhumuz, ellerimiz, ayaklarımız, kulaklarımız, bir üşümedir gider… ‘Mümkünse sıra başı olsun lütfen’ deriz eğilip gişedeki kadına… Gişe de kalmadı artık… Her şey kesin bir şekilde sona erdi, bitti… 
Edip Cansever’in can yakan dizeleriyle koyalım noktayı bu haftaki giriş yazımıza…
‘Neden aklıma geliyor istasyon büfesindeki duruşun
Hava soğudu –Kasım’ın son günleri-
Kar yağacak, bembeyaz olacak unutulmuşluğum.’

 
SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

8 ½ / Sekiz Buçuk
(Yönetmen: Federico Fellini / 1963)

Persona
(Yönetmen: Ingmar Bergman / 1966)

La nuit américaine / Güneşte Gece
(Yönetmen: François Truffaut / 1973)

Der Himmel über Berlin / Berlin Üzerindeki Gökyüzü
(Yönetmen: Wim Wenders / 1987)

La cérémonie / Seremoni
(Yönetmen: Claude Chabrol / 1995)

 

Vizyonda bu hafta (24 Kasım 2023)
İkisi yerli yapım olmak üzere toplam beş yeni filme ev sahipliği yapıyor Kasım ayının, dolayısıyla sonbaharın son haftası!
Yaman auteur Christian Petzold’un Berlin’den ‘Büyük Jüri Ödülü’ ile dönen yeni filmi ‘Roter Himmel / Kızıl Gökyüzü’, haftanın notlarımız arasında yer alan tek yenisi.


KIZIL GÖKYÜZÜ
-Yangın yeri şu hayat!-

Baltık denizi kıyısında bir yanı orman olan küçük ve sevimli bir yazlık ev. Her yeri kavuran amansız sıcak hüküm sürüyor. İkisi eski arkadaş, dört kişi bir araya geliyorlar ve kupkuru orman gibi bir anda bütün duygular alev alıyor… Mutluluk, tutku, dostluk, özveri ve hemen yanı başlarında filizlenen kıskançlıklar, şüpheler, tedirginlikler, kırgınlık ve gerginlikler.
Başta muhteşem ve yüreğe kazınmış ‘Barbara’ olmak üzere ‘Yella’, ‘Jerichow’, ‘Phoenix’, ‘Transit’ ve ‘Undine’ gibi nitelikli yapımların usta ismi Alman sinemacı Christian Petzold’un Berlin Film Festivali’nden ‘Büyük Jüri Ödülü’ ile dönen yeni filmi, ormana sırtını dayamış tatil evine ulaşan yangın alevleri arasında insan ruhuna bakıyor. Petzold’un yazıp yönettiği orijinal adıyla ‘Roter Himmel’de başrolleri Paula Beer ve Thomas Schubert üstleniyorlar. Langston Uibel, Enno Trebs ve Matthias Brandt, oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. Petzold’un bir önceki filmi ‘Undine’ ile birlikte yarattığı yeni üçlemesinin ikinci ayağı ‘Kızıl Gökyüzü’. Petzold’un doğadaki elementleri ele alarak bunların etrafında yarattığı öyküleri resimleyen ‘Undine’ suyu, ‘Kızıl Gökyüzü’ ise ateşi fon alıyor ana meselelerine. 
Leon, Felix, Nadja ve Devid’in evde geçirdiği günler, yangın söndürme uçaklarının seslerinin yakınlaşması ve en nihayet yangının eve varması… Yaratım süreci, kibir, yalnızlık, iktidar olma ve sürdürme isteği, tıkanmışlık, ketumluk karşısında; düşünmeden verebilme, özveri, özgüven, paylaşabilme, sevgi, aşk, tutku, erdem ve kalpteki kara nokta. Ruhen pişenler ve ham kalanları izletirken, insan olmanın manası üzerine insan kokan bir masal hediye ediyor izleyiciye adeta Petzold! Sakin, acelesi olmayan yaz günlerinin sükûneti üzerine çöken bir şeyler… Kimi zaman alaycı ama daima dostane, sevgi dolu, insancıl bir bakış Petzold’tan. Faust da var perdede; bolca Eric Rohmer anlatısı ve hissiyatı da! Bir de hafiften Bertrand Tavernier… İnsan acemiliğinin sınır tanımadığı hallerde hakiki insan becerileri… Ölümle yaşamın iç içe geçmişliği öte yandan! Behçet Necatigil dizeleri adeta ya da bariz bir ‘Yeni Dalga’ selamı perdede duran. ‘Benim söylemek için çırpındığım gecelerde, siz yoktunuz’ der ya Özdemir Asaf! İşte o ruh haliyle ayrılıyorsunuz salondan. İnsan olmanın ne kadar ağır bir yük olduğunu duyumsayarak fakat işte o denli ölümsüz ve umut kesilmez olduğunu kavrayarak insanın diğer yandan! Son tahlilde sezonun en önemli filmlerinden biri duruyor karşımızda! (4,5 / 5) 


Haftanın notlarımız arasında yer alamayan yenilerine bakacak olursak…
Ridley Scott ustadan ‘Napoleon / Napolyon’, Fransız İhtilâli sonrası çalkantılı günler yaşayan Fransa’da Napolyon’un imparatorluğa kadar yükselişini odağına alırken, Bonaparte’ın eşi Josephine ile yaşadığı evliliği de gözler önüne seriyor. Bonapart, tek gerçek aşkı Josephine ile olan bağımlılık yaratan, değişken ilişkisinin prizmasından geçerek iktidara gelmek için amansız bir yolculuğa çıkar. Şimdiye kadar çekilmiş en dinamik ve özel bilgisayar efektsiz savaş sekanslarından biri olan bu yolculukta Bonapart, aynı zamanda başkalarına karşı başarılı askeri ve politik taktiklerini sergiler. Senaryo, David Scarpa imzalı. ‘Napoleon Bonaparte’ rolünde Joaquin Phoenix’e eşlik eden isimlerse Vanessa Kirby, Rupert Everett, Tahar Rahim, Mark Bonnar, Paul Rhys, Ludivine Sagnier ve Ben Miles.
‘Masha and the Bear: Twice the Fun / Maşa ile Koca Ayı: Sonsuz Eğlence’, Rusya’dan çıkagelen bir animasyon. Maşa ile Koca Ayı’nın bir düğünden yılbaşı tatiline uzanan maceralarını izliyoruz. Koca Ayı uzun yıllardan sonra ilk kez konforlu evinden ayrılır ve hayalini kurduğu hedefine ulaşmak için kendisini büyük şehrin sosyal yaşamının merkezinde bulur. Şimdi o bir düğün fotoğrafçısı, Maşa ise onun asistanıdır! Koca Ayı ve diğer orman sakinleri unutulmaz bir tatile hazırlanırken Maşa, Buzların Lordu küçük Ocak ile tanışır. Yönetmen koltuğunda oturan ikili Vasiko Bedoshvili ve Artem Naumov.
Murat Onbul’un yönettiği biyografik dram ‘Aybüke: Öğretmen Oldum Ben’, öğretmenlik yaptığı Batman’da terör örgütü tarafından şehit edilen öğretmen Aybüke’nin hikâyesini taşıyor perdeye. Nihayet Şahin, Caner Kurtaran, Turgay Tanülkü, Murat Han, Engin Hepileri ve Cansel Elçin oyuncu kadrosunun öne çıkan isimleri.
Yerli korku öyküsü ‘Zina’, Anastasiya Budakva imzası taşıyor. Genç yaşlarda kolay para kazanmanın sürekli peşinden koşan Melis, Banu ve Jale günün sonunda zengin insanlarla ile para karşılığında ilişki kurmaya başlarlar. Kısa bir zaman sonra zengin bir iş insanı olan Ali ile randevulaşıp evine giderler. Evde takıldıkları sırada Ali’nin eşi Nazlı’ya yakalanırlar. Yaşanılan olaylar sonucunda evi terk eden Nazlı tanıdığı bir büyücüye gider ve kara büyü yaptırır. Sema Bolat, Yağmur Tazegül, Tuğba Aydın, Derya Çalışır, Ayşegül Kaygusuz, Kadir Aydın, Ozan Servet Çetinkaya ve Safa Dönmez oyuncu kadrosunu oluşturan isimler.

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!

 

TARİHTE BU HAFTA
On yedi ve altı yıl öncesine, 2006 ve 2017 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!

 

VİZYONDA BU HAFTA (24 Kasım 2006)

HAYATIMIN KADINISIN
80’li yılların ünlü şarkıcısı Asuman Karaca ve Tophaneli Tayfur’un günümüzde geçen hüzün dolu aşk ve yalnızlık öyküleri, Uğur Yücel’in “Hayatımın Kadınısın” adlı yeni filminin öyküsünü oluşturuyor. Başrolleri Türkan Şoray ve UğurYücel’in paylaştıkları filmin senaryosu da Uğur Yücel imzalı. Ayakları yere basan melodram, İstanbul’a, onun küçük insanlarına, eski değerlere ve bozulmayıp temiz kalmış her şeye bir ağıt ve selam niteliğinde. Orhan Gencebay’ın orijinal şarkılarıyla renklenen film, eski Yeşilçam filmlerine saygı duruşunda bulunuyor. Uğur Yücel’in “Yazı Tura”nın ardından ikinci yönetmenlik denemesi olan filmin çekimleri, Balat, Karaköy ve Sirkeci’de yapılmış. İyi çekilmiş, iyi yazılmış, iyi oynanmış, iyi kurgulanmış filmin görüntü yönetmeni ise dünyaca ünlü Alman usta Jürgen Jürges. “Hayatımın Kadınısın”, güçlü, sıcak ve dokunaklı bir melodram. 

 

DONDURMAM GAYMAK 

Muğla’da baba mesleği dondurmacılıkla geçinen Ali Usta, büyük dondurma firmalarına direnebilmek için bir takım yenilikler yapmıştır. Kasabanın dondurmaya aç çocukları da onu her yerde takip etmektedirler. Kendisi de Muğla’lı olan yönetmen Yüksel Aksu’nun memleketi Ula’da çekilen filmde, tiyatro oyuncusu Turan Özdemir haricinde profesyonel oyuncu kullanılmamış. Ula halkının rol aldığı film, afişe bir ‘ege geyiği’ olarak yansıyor. Memet Ali Alabora’nın eğitmenliğinde kamera karşısına geçen yöre halkı bir hayli başarılı. Film, bu yıl Oscar’larda ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Türkiye’yi temsil ediyor. Yurt içinde çeşitli ödüller kazanan naif komedi, bakalım 23 Ocak 2007’de açıklanacak yabancı film Oscar adayları içine girebilecek mi? 81 ülkenin yarıştığı ‘En İyi Yabancı Film’ dalında 5 filmin aday gösterildiğini de bilgi olarak ekleyelim.

 

ACIMASIZ 
Bu yılki Berlin Film Festivali’nde Sinema Yazarları Ödülü olarak bilinen FIPRESCI’yi kazanan etkileyici dram, 43. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “Çetin Ceviz” adıyla gösterilmişti. Alman yönetmen Detlev Buck imzalı film, 15 yaşındaki Michael Polischka adlı gencin, annesiyle birlikte lüks bir semtten, Berlin’in etnik nüfusu yoğun yoksul mahallelerinden birine taşınması sonucu hayatının değişmesini öykülüyor. Son derece gerçekçi film, özellikle Türk nüfusun yoğun olarak yaşadığı Neukölln’de geçiyor. Almanya’daki yabancıların zor yaşam koşulları, uyum sorunları ve her geçen gün büyüyen öfke ve şiddeti oldukça sarsıcı biçimde anlatmayı başaran filmin genç oyuncusu David Kross’un performansı, tek kelimeyle mükemmel. 

 

KÖSTEBEK
Bazı sinefillerce kült olarak nitelenen 2002 tarihli Hong Kong yapımı “Internal Affairs”, bir takım ufak değişikliklerle Amerikan yaşamına uyarlanmış. Bu uyarlamada imzası olan isim Martin Scorsese. Brad Pitt’in yapımcılığında gerçekleşen “The Departed”, ülkemizde “Köstebek” adıyla vizyona giriyor. Ülkesi ABD’de büyük gişe başarısı elde eden ve eleştirmenlerin de büyük beğenisini kazanan aksiyon ve gerilim yüklü dramda, usta yönetmen Scorsese, “Mean Streets”, “Goodfellas” ve “Casino” filmlerindeki temalarına geri dönmüş. Suç ve suç dünyası üzerine incelikli değinmelere sahip film, bir yıldızlar geçidi. Dev aktör Jack Nicholson, Leonardo DiCaprio ve Matt Damon’ın tabiri yerindeyse döktürdükleri filmde Mark Wahlberg, Martin Sheen, Alec Baldwin ve Ray Winston gibi usta aktörler de yan rollerde çok iyiler. Mafya babası Frank Castello’yu yakalamak için onun çetesine sızan çaylak polis Billy’nin, emniyette de kendisi gibi bir köstebek olduğundan haberi yoktur. Özel soruşturma biriminde görevli polis Colin Sullivan, Castello’nun yanında büyümüştür ve varlığını tamamen ona borçludur. İki genç adam bir yandan içine sızdıkları organizasyon hakkında bilgi toplarken diğer yandan kendilerini koruyabilmek için ölümcül bir mücadele vermek zorundadırlar. “Köstebek”, Scorsese’nin adeta şov yaptığı ustalığı, dev oyuncu kadrosu ve eşsiz kurgusuyla bu yıl Oscar’ların en iddialı isimlerinden biri olacağa benziyor. Görülen, Scorsese’ın yıllardır kendisine bir türlü verilmeyen Oscar heykelciğini almak için bu yıl çok kararlı olduğu. Kaçırmayın.


 

Vizyonda bu hafta (24 Kasım 2017)
Biri ortak yapım, ikisi yerli olmak üzere toplam beş yeni film merhaba diyor yeni vizyona. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. Herkese iyi seyirler.


MUCİZE
-İnsan olmak üzerine-

Yazıp yönettiği ‘The Perks of Being a Wallflower / Saksı Olmanın Faydaları’ adlı romantik dram ile tanıdığımız Stephen Chbosky’nin beş yıl aradan sonra çektiği yeni dramı, yürek ısıtan bir insanlık öyküsü. Orijinal adıyla ‘Wonder’, R.J. Palacio imzalı bir romandan, New York Times’ın çok satanlarından uyarlanmış perdeye. Yüz farklılığı ile dünyaya gelen ve geçirdiği bir dizi ameliyat sonrası ‘normal gözükenden farklı’ yüzüyle, beşinci sınıfta ilk kez ‘normal’ bir okula başlayan August ‘Auggie’ Pullman’ın ilham verici öyküsü izlediğimiz.
Annesi, babası ve ablasının koruyucu şefkatinden, beşinci sınıfa geldiğinde ayrılan ve annesinin evde verdiği özel derslerin ardından oldukça donanımlı halde, kendini ‘diğerlerinin’ arasında bulan zeki ve insancıl ‘Auggie’nin farklı bir yüz olarak yaşadıkları, hepimize tutulan bir ayna işin aslı. Farklılıklarımız, benzerliklerimiz, kötü huylarımız, iyiliklerimiz, vicdanımız, fedakarlıklarımız, düşmanlıklarımız, yalanlarımız ve olanca defomuzla, yani küçük ve sıradan insanlığımızla kendi kendimize bakmamızı sağlıyor sıcacık dram. Karşımızdakini yargılamadan önce herkesin ‘içinde neler yaşadığını’ ve ne tür dertleri olduğunu hesaba katmamız gerektiğini, herkesin bir ‘nedeni’ olduğunu, bütün canlılarıyla birlikte evrende bir bütün olarak yaşadığımız gerçeğini unutmamamız gerektiğini anımsatıyor ‘Auggie’ odaklı öykü. Fedakar anne Julia Roberts ile sevecen baba Owen Wilson ve bilge öğretmen Mandy Patinkin’e eşlik eden genç isimler, başta yoğun makyaj altında rol yapan ve karşımıza ilk olarak ‘Room / Gizli Dünya’ da çıkmış on bir yaşını süren aktör Jacob Tremblay ve on altı yaşındaki aktris Izabela Vidovic, ‘parıldıyorlar’! 
Karşımızdakinin kim, ne ve özellikle ‘nasıl’ olduğuna bakmadan öncelikle insan olduğu gerçeğinden hareket ederek, empatiyi unutmadan, yüce gönüllülük, dürüstlük, iyilik ve dostluk penceresinden bakmamızın bizi ‘insan’ kıldığını yeniden ve yüksek sesle söyleyen son derece iyi yazılmış, yönetilmiş, oynanmış film, koca koca şeyleri söylemeyi beceremeyen iddialı isimlere gelsin! Yaşsız ve zamansız öykü, rahat, sade, yalın ve en gerçek biçimde, insan hallerini ve doğru olanı yapmayı öğütlüyor perdede. Didaktik ve snop biçimde değil üstelik, oldukça yalın, dürüst, arkadaşça ve içten. Aniden sıcacık, hesapsız bir dost eli omuzumuzda. (4 / 5)


BUĞDAY
-İnanç ve distopya-

‘Herkes Kendi Evinde’, ‘Meleğin Düşüşü’, ‘Yumurta’, ‘Süt’ ve ‘Bal’ın ardından Semih Kaplanoğlu, distopik bir evrende çıkılan ‘anlam’ yolculuğunu öykülediği yeni filmi ‘Buğday’ ile Tokyo Film Festivali’nde büyük ödülün sahibi olmayı başarmıştı. Yakın gelecekte dünyada hiç hesapta olmayan iklim değişiklikleri ve kıtlık yaşanınca, ayrıcalıklı bölgeler ve ölü topraklar adı verilen kurak, ıssız bir alan kalmıştır geride. Parlak kariyerini ve bildiği medeniyeti terk eden bilim adamı Cemil Akman’ı aramak ve hakkındaki gizemli gerçeği keşfetmek için yollara düşen tohum genetiği uzmanı Profesör Erol Erin kendini ölü topraklarda bulur. 
Bildiklerimiz, ezber ettiklerimiz, bilim, genetik, tohumlar, sürdürülebilirlik, sınırlar, kaos, medeniyet, elitler, yoksullar, modern hayat, inanç ve anlam üzerine Semih Kaplanoğlu, ‘inandıkları’nı odağa oturtarak bir öykü anlatmış. ‘Stalker, ölü topraklarda’ şeklinde gayet titiz ve ‘yerinde’ bir sinema ile başlayan yapım, iki saati aşkın süresinin ilk seksen dakikasında her düşünce ve anlamlandırmaya göre bir anlatı benimserken, son bölümde İslami pencereden bir bakış ve toplu referanslarla nokta koyuyor önemli meselesine. Kaplanoğlu’nun bakışı ve yorumu tartışmaya açık tabii. Filmin tartışılmayacak yanı ise, Kaplanoğlu’nun şiire yakın ‘öz’ arayışını sürdürmesi. Bunu yine ‘sağlam’ bir biçimle yapıyor ayrıca. Görüntü yönetiminden sanat yönetimine, kurgudan orijinal film müziğine dek özenli bir ekip işi ‘Buğday’. İngilizce olarak çekilmiş Türkiye-Almanya-İsveç-Fransa-Katar ortak yapımı, Jean-Marc Barr, Ermin Bravo ve Grigoriy Dobrygin’den oluşan uluslararası oyuncu kadrosuna sahip.
Son derece evrensel dert, acı ve tespitler üzerine, geniş ‘meseleyi’, neticede sadece inanç açısından derleyip toparlamak, Kaplanoğlu’nun tercihi olmuş. Aslında yaratılan distopya, yaşadığımız günlere işaret ediyor ve tedavi, insanın içinde bulunan parçacığın farkında olmakla ilgili. Saygıyla karşılamakla birlikte, öykünün gideceği ve değineceği farklı nokta ve doneleri yok ettiğini öngörmek de mümkün bu tercihin. Farklı bakış, inanış ve değer bütünlüğü üzerinden incelemek ve eleştirmek de olası filmi. Tinsel, deneyüstücü ve parametrik öykünün odağına olan mesafeniz, yakınlığınız, fikriniz ve kalbi bakışınız bambaşka olsa da, ‘Buğday’ın; saygın, çalışılmış ve ciddi bir film olduğunun hakkını teslim etmek gerek. (3 / 5)  

İlkini 2014 yılında izlediğimiz ve yönetmen koltuğunda yine Paul King’in oturduğu sevimli aile komedisi ‘Paddington / Ayı Peddington’un ikinci filmi, ‘Paddington 2 / Ayı Peddington 2’ile birlikte iki yerli yapım; Tuncer Gürbüz’ün yönettiği korku-gerilim türündeki ‘Morg’ ve Burak Özçivit ile Murat Boz’un yeniden bir araya geldiği komedi-dram türündeki devam filmi ‘Kardeşim Benim 2’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese!

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar