Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

17 KASIM 2023

16 Kasım 2023 Perşembe 19:29
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

17 Kasım… 
Filmler, yazılar, hayat mücadelesi, koşu sürüyor… 
Haftalık kültür-sanat ajandasına bakalım… 
Önce beyazperdede bu hafta! Kasım, belki de sinemanın yaşayan en usta yönetmenlerinden birinin, Martin Scorsese’nin doğum günü. 1942’nin 17 Kasım günü Queens, New York’da dünyaya gelmiş dev auteur! 17 Kasım’da doğan diğer ünlü isimlere baktığımızda Rock Hudson, Danny De Vito, Sophie Marceau ve Rachel McAdams gibi yıldızlara rastlıyoruz… 18 Kasım’da ise Yönetmen Yeşim Ustaoğlu’nun yanı sıra, Owen Wilson ve Chloë Sevigny dünyaya gelmişler. 19 Kasım ise Jodie Foster, Meg Ryan, Adam Driver’ın doğum günleri. Mads Mikkelsen, Mark Ruffalo, Scarlett Johansson, 22 Kasım doğumlular. 23 Kasım ise farklı dönemlerden iki karakter oyuncusu Franco Nero ve Vincent Cassel’in doğum günleri. 19 Kasım 2011, sinemamızın en önemli yönetmenlerinden Ömer Lütfi Akad’ı kaybettiğimiz gün. 19 Kasım 1998’de ise ‘All The President’s Men / Başkanın Bütün Adamları’ ve Sophie’s Choice / Sophie’nin Seçimi’ gibi dev filmlerin usta ismi Alan J. Pakula aramızdan ayrılmış. 19 Kasım 2014 ise modern sinemayı 1967 tarihli unutulmaz klasiği ‘The Graduate / Aşk Mevsimi’ ile değiştiren Mike Nichols’ın ölüm tarihi. 20 Kasım 2006’da yitirdiğimiz bir diğer dev yönetmen ise Robert Altman. Usta Fransız aktör Philippe Noiret ve Klaus Kinski ise bir 23 Kasım günü aramızdan ayrılmışlar…
Şair, tiyatro sanatçısı, spiker ve çevirmen Suat Taşer 17 Kasım 1982’de aramızdan ayrılmıştı… Ünlü yazar Mark Twain’in (1835-1910) ilk kurmacası ‘Calaveras County’nin Ünlü Sıçrayan Kurbağası’ Saturday Press'in son sayısında yayınlandı. Daktilo kullanan ve editörün çalışabilmesi için yazılarını çift satır aralıklı yazan Mark Twain, Remington marka daktilosu için ‘Sağa sola mürekkep saçmıyor’ diyordu…  Ünlü şairlerimizden, toplumsal gerçekçi dizeleriyle zihne yerleşip orada kalanlardan Enver Gökçe’yi 1981’in 19 Kasım’ında kaybettik. 21 Kasım, Voltaire’in doğduğun gün. François Marie Arouet (21 Kasım 1694 - 30 Mayıs 1778) ya da Voltaire takma adıyla tanınan Fransız yazar ve filozof. Fransız Aydınlanmasının en önemli filozoflarının başında gelir hatta Aydınlanma hareketinin babası sayılabilir. Zamanının toplumsal, dinî, politik ve kültürel konularını radikal bir biçimde eleştirmiştir. 22 Kasım, dilimizin ve edebiyatımızın kraliçesi Sevgi Soysal’ı kaybettiğimiz gün. Kırk yaşında, gencecik hayata veda eden Sevgi Soysal (1936 – 22 Kasım 1976) ‘Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ adlı unutulmaz romanıyla 1974 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanmıştı. 23 Kasım ise Sait Faik Abasıyanık’ın doğum günü!  Modern Türk hikâyeciliğinin öncülerinden olan Sait Faik, getirdiği yenilikler nedeniyle, ‘kökü kendisinde olan’ bir yazar olarak kabul edilir. Çağdaş hikâyeyi yeni baştan oluşturmuş Sait Faik (23 Kasım 1906 – 1954) kendi özgün dilini oluştururken André Gide, Comte de Lautréamont ve Jean Genet ibi isimlerden etkilenmiş, kendisinden sonra gelen Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu ve Demir Özlü gibi yazarlara da ışık tutmuştur. Ölümünün ardından Burgaz Adası’ndaki evi müzeye dönüştürülen yazar adına, her sene Sait Faik Hikâye Armağanı verilmektedir. 

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Sonbahar’ şiiriyle koyalım noktayı giriş yazımıza…

‘Durgun havuzları işlesin bırak
Yaprakların güneş ve ölüm rengi,
Sen kalbini dinle, ufkuna bak.

Düşünme mevsimi inleten rengi
Elemdir mest etsin ruhunu
Eser rüzgârların durgun ahengi.

Yan yana sessizce mevsimle keder
Hicrana aldanmış kalbimde gezin
Esen rüzgârlara sen kendini ver.’


SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Das Cabinet des Dr. Caligari / Doktor Caligari’nin Muayenehanesi
(Yönetmen: Robert Wiene / 1920)

Der müde Tod / Yorgun Azrail
(Yönetmen: Fritz Lang / 1921)

Körkarlen / Hayalet Fayton
(Yönetmen: Victor Sjöström / 1921)

Häxan / Cadılar
(Yönetmen: Benjamin Christensen / 1922)

The Man Who Laughs / Gülen Adam
(Yönetmen: Paul Leni / 1928)


Vizyonda bu hafta (17 Kasım 2023)

Dördü yerli yapım olmak üzere 17 Kasım haftası beş yeni filme ev sahipliği yapıyor!
Haftanın notlarımız arasında yer alan tek yenisi, ‘Meksika Açmazı’ adlı yerli komedi.

 

MEKSİKA AÇMAZI
-Ayrı bir açmaz-

İngilizcesi ‘Mexican standoff’ olan ‘Meksika Açmazı’, olaya karışan hiçbir tarafın kazançlı çıkamayacağı içinden çıkılmaz durum, çıkmaz, açmaz olarak İngilizcede kullanılan argo bir deyim! Popüler kültürde ise Meksika çıkmazı genel olarak iki ya da daha fazla kişinin birbirlerine doğru silah çekmesiyle oluşan yüksek gerilimli durum için kullanılır. Gerilimi arttırıcı nokta, karşı tarafın kendisine ateş edeceğinden korktuğu için hiç kimsenin silahı bırakmamasıdır.
Stand-Up dünyasının tanınan, popüler isimleri Mesut Süre, Anlatanadam ve Fazlı Polat, podcast olarak başlattıkları, Youtube ve dijital mecralarda yer alan mizah programları ‘Meksika Açmazı’nda herkesin başına gelebilecek, herkesi fikir ayrılığına düşürebilecek konuları mizahi bir dille tartışmaya açıyorlar. Sanal mecralar ve stand-up gösterileri derken, beyazperdeye de uzanmış bu üçlü! Kendilerinin (Mesut Süre, Fazlı Polat ve Anlatanadam olarak tanıdığımız İbrahim Türker)  kaleme aldığı senaryoyu Alper Mestçi yönetmiş!
Aldıkları bir iş teklifi üzerine farklı motivasyonlarla Kapadokya’ya giden ‘Meksika Açmazı’ ekibinin öyküsü izlediğimiz. Kapadokya’da kendilerini bir dizi traji-komik olayın içinde bulan ekip, ilişkilerini sorguladıkları yeni bir açmaza düşerler. Dostlukları sınanan üçlü, her şeyin üstesinden mizahın gücüyle gelmeye çalışırlar. Oyuncu kadrosunda, ‘Meksika Açmazı’ ekibine eşlik eden isimlerse Ecem Çalhan, İsmail Aksoy, Duygu Kocabıyık ve Nicholas Paul Facey. 
‘Meksika Açmazı’ ekibinin hayranları için bir anlamı olabilir tabii bu filmin fakat ekiple ilk kez karşılaşan ve meseleye ‘sinema’ açısından bakan bir film eleştirmeni için problem var! Sinema yok zira ortada! Komik olduğu işaretlenen bazı zorlama durumlar üzerine kendi aralarında devamlı konuşan ve çoğu zaman ‘ses’ sorunu yüzünden ne dedikleri anlaşılmayan karakterlerin çoğunlukla kendi esprilerine gülmesini izliyoruz perdede. Şahsen, finalde yer alan ‘Küçük Prens’ esprisi dışında pek gülümseyemediğimi söylesem yeridir örneğin! 
Şöyle bir durum oluşuyor… Podcast denilen oluşumlar popüler olunca ‘bir de şu’, ‘bir de bu’, ve nihayet ‘bir de sinema’ akla geliyor hep ve perdede bir ‘komedi’ filmine dönüşüyor ortadaki ‘proje’. Oysa beyazperdenin kendine ait bir ruhu, dili, atmosferi, matematiği ve dinamiği var. Olmuyor! -Olanları da vardır elbet- Sinema değil izlediğimiz. İyi niyetli olabilir, hatta kimilerine göre komik, hatta çok komik olabilir ama fikrimce sinema başka bir şey izninizle. (1,5 / 5)  

 

Haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenilerine bakacak olursak…
‘The Hunger Games: The Ballad of Songbirds & Snakes / Açlık Oyunları: Kuşların ve Yılanların Şarkısı’, popüler ‘Açlık Oyunları’ roman serisine imza atan Suzanne Collins’in 2020 yılında yayımlanan aynı adlı kitabından uyarlanan dört filmlik seride Capitol’un tiran lideri olarak gördüğümüz Coriolanus Snow’un, yıllar önce gençlik döneminde, 10. Açlık Oyunları’nda 12. Bölge’den Lucy Gray Baird’ın mentoru olması sonrası gelişen olaylara tanık oluyoruz. Yönetmen koltuğunda oturan isimse, 2013 tarihli ‘The Hunger Games: Catching Fire / Açlık Oyunları: Ateşi Yakalamak’ adlı filmden beri seriyi devir alan Francis Lawrence. Rachel Zegler, Tom Blyth ve Viola Davis, aksiyon yüklü avantürün oyuncu kadrosunda yer alan isimler!
Hafızası silinen ve evlenmek üzere olan bir asker, yavaş yavaş geçmişini hatırlamaya başlar ve  gerçek kimliği ortaya çıkar. Jandae Perçem’in yönettiği ve başrolü üstlendiği yerli yapım bilimkurgu aksiyon ‘Alya’nın senaryosu ise İbrahim Altun imzası taşıyor. Perçem’in rol arkadaşları ise Edis Görgülü, Hande Ataizi, Gonca Vuslateri, Alper Atak, Beste Kökdemir, Serkan Şenalp, Kubilay Karslıoğlu ve Cem Kurtoğlu.
Hüsamettin Elçi ve Arin Arjen Öztürk’ün birlikte yönettikleri yerli dram ‘Birkaç Mısraymış Meğer’, geçmiş yıllarda tutkuyla birbirlerine bağlı olan iki genç insanın yaşadıklarını öykülüyor. Seyit Taha Elçi, Şermin Güven’e, Ahmet Fırat İçigen, İsmail Hakkı İnan ve Deniz Ceylan eşlik ediyorlar. 
Haftanın yerli korku örneği ‘Cin Gelini’, Kadir Ergin imzalı. Arkeoloji öğrencisi Selin ve araştırma grubunun gittikleri bir köyde başlarından geçen ürkütücü olaylar… Hazal Pekgöz, İlayda Esmer, Kuntberk Alptemoçin ve Mehmet Kancar, oyuncu kadrosunda yer alan isimler.
İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!

 

 

TARİHTE BU HAFTA
On yedi ve altı yıl öncesine, 2006 ve 2017 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!

Vizyonda bu hafta (17 Kasım 2006)

 

KADER
Zeki Demirkubuz, bu yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En İyi Film Ödülü’nü kazandığı ‘Kader’ ile izleyiciyi, 1997’de yönettiği ‘Masumiyet’in öncesine, Bekir-Uğur ilişkisinin başlangıcına götürüyor. ‘Masumiyet’te Haluk Bilginer’in canlandırdığı ‘Bekir’ karakterinin gençliğini, ‘Kader’de Ufuk Bayraktar, Derya Alabora’nın canlandırdığı ‘Uğur’un gençliğini ise Vildan Atasever canlandırıyorlar. Sinemaya ilk adımı “Kader” ile atan ve filmdeki başarılı performansıyla Antalya’da ‘Behlül Dal Jüri özel Ödülü’nü kazanan genç oyuncu Ufuk Bayraktar’ın performansı dikkat çekici. Küçük, sıradan, umutsuz insanın zaafları, tutkuları, yalnızlığı ve Zeki Demirkubuz sinemasının ödün vermez gerçekçiliği bir kez daha beyazperdede. Yalın, sahici, elem yüklü, içten bir yapım ‘Kader’. Mutlak izlenmeli!

 

UNUTULMAYANLAR
Televizyon dizileri için senaryo yazan Ayhan Sonyürek’in ilk yönetmenlik deneyimi ‘Unutulmayanlar’, ‘Yeşilçam Sineması’na saygı duruşunda bulunan naif bir yapım. Eski Yeşilçam yönetmeni Aziz, İstanbul’u terk etmiştir. 30 yıl sonra varını yoğunu satıp, koltuğunun altındaki senaryosunu filme çekmek üzere İstanbul’a döner. İlk işi, manavlık, piyango bayiliği yapan ve inzivaya çekilmiş eski dostlarını, eski sinema emekçilerini bulmak ve filmi için ikna etmek olacaktır. Uğruna İstanbul’u terk ettiği büyük aşkı Leyla’yı da hâlâ unutamamıştır. Başlıca rollerini Altan Erkekli, Nevra Serezli, Göksel Ersoy’un paylaştıkları yapımda, Haldun Dormen, Kayhan Yıldızoğlu ve Çiğdem Tunç, konuk oyuncu olarak yer alıyorlar. Senaryosunu da genç yönetmen Sonyürek’in kaleme aldığı film, baştan sona vefa kokuyor. Yeşilçam’ın tüm emekçilerine ve artık olmayan bir sinema geleneğine şapka çıkartan film, mütevazı, naif ve oldukça nostaljik.

 

İLK AŞK 
‘Babam ve Oğlum’un açtığı yoldan gitmeyi yeğleyen bir ilk film de ‘İlk Aşk’. Nihat Durak’ın ilk yönetmenlik denemesi, aşkın her halini farklı kuşaklar kanalıyla anlatıyor. Çekimleri İzmir’in Foça ilçesinde yapılan duygusal filmin başrollerinde Çetin Tekindor, Vahide Gördüm ve Tarık Pabuççuoğlu yer alıyorlar. Halit Ergenç, Dolunay Soysert, Şenay Gürler, Okan Yalabık, Ayşen Gruda gibi isimlerin de yer aldığı zengin kadronun konuk oyuncularından biri de, usta aktör Erol Günaydın.

 

KANLI MESAİ
2004 tarihli ‘Creep’ adlı korku-gerilimle ilk uzun metrajına imza atan Christopher Smith’in ikinci uzun metraj filmi ‘Kanlı Mesaj’, korku ve gerilimi komediyle harmanlayan ilginç bir İngiliz işi. İş yaşamına, iş arkadaşlığına ve son tahlilde vahşi kapitalizme vahşetle yaklaşan film, oldukça kanlı. Amerikan bağlantılı bir silah firmasının İngiltere ofisinde çalışan yedi iş arkadaşın Macaristan ormanlarında düzenledikleri ‘takım olma’ gezisi, gizemli katillerin katılımıyla katliama dönüşür. İş gezisinden sağ salim kurtulmak için iş yeri kurallarını rafa kaldırmak gereklidir; belki de o kurallara sıkı sıkıya sarılmak… Hiciv dolu bir gerilim. 

 

UMUTLAR ÜLKESİ 
Kanada-Fransa-İngiltere ortak yapımı romantik dram, 2004 tarihli. Yaklaşık iki buçuk saat uzunluğundaki destansı aşk filmi, Kanada’nın en yüksek bütçeli filmi unvanına sahip. 1758’de Kanada, Quebec’teyiz. Kızıyla birlikte yaşayan köylü ama aydın Marie-Loup ile, burjuva ailesini reddedip, yerlilerle beraber yaşamayı seçen özgürlük savaşçısı François le Gardeur’un destansı aşkları. Fonda tarihsel ve toplumsal çalkantılar, İngiltere ve Fransa arasındaki Kanada’yı paylaşma savaşı ve bir insanlık trajedisi. Yapım tasarımıyla öne çıkan duygusal ve romantik dramda Gerard Depardieu’da rol alıyor.

 

ACIMASIZ HAYAT 
‘The Fast and the Furius / Hızlı ve Öfkeli’, ‘Training Day / İlk Gün’ ve ‘S.W.A.T’ filmlerinin ünlü senaristi David Ayer, kendi senaryosunu bu kez kendi yönetiyor. ‘Acımasız Hayat / Harsh Times’ adlı aksiyon yüklü sarsıcı dramın başrolünde, yetenekli aktör Christian Bale yer alıyor. Acımasız Hayat, ‘Amerikan bağımsız sineması’nın güçlü bir örneği. Bale, aynı zamanda filmin yapımcıları arasında. Körfez Savaşı’ndan dönen Jim ile Mike’ın engel tanımaz dostlukları, iki işsiz adamın Güney Los Angeles’ın kanunsuz sokaklarındaki günlük yaşamları… Hastalıklı bir sistemin ürünleri olan küçük, sıradan insanlar ve çarpık, vahşi kapitalizm altında aklını yitirmiş bir gücün, insan üzerindeki tahribatı. ABD’nin ırak politikasından, anlamsız savaşa dek hemen her şeyi eleştiren cesur ve güçlü yapım, acımasız sistemin kendi öz çocuklarına neler yaptığını bir röntgen filmi biçiminde anlatıyor. Etkileyici, sarsıcı ve düşündürücü film, 1969 tarihli John Schlesinger imzalı ‘Midnight Cowboy / Geceyarısı Kovboyu’ ve 1973 tarihli Jerry Schatzberg’in yönettiği ‘Scarecrow / Korkuluk’ ile oldukça yakın akraba. Son dönemde sinemalarımıza uğrayan en önemli filmlerden biri olan yapımı, kesinlikle kaçırmayın.

 

CASINO ROYALE
Beyazperdenin ünlü karakterlerinden James Bond 007, 21. filmiyle yeniden karşımızda. Bu kez yeni ‘Bond’umuz, Daniel Craig. Craig, filmdeki üstün performansıyla, ‘sarışın Bond olur mu, olmaz mı, Bond böyle sert mi olmalı, nerede eski salon adamı karizmatik ve çapkın Bond’lar’ gibi söylemlere nokta koyacağa benziyor. Ian Fleming’in ilk Bond kitabından uyarlanan film, ajanın aslında yazılmış ilk macerası. Yani film, bir prequel (serinin ilk filmi, başlangıç öyküsü). James Bond’un ilk görevini anlatan ve 1953’te yayınlanan ‘Casino Royale’, 1954’te 50 dakikalık bir televizyon filmine, 1967’de ise David Niven ve Peter Sellers’lı kadrosuyla bir casusluk parodisine uyarlanmıştı. Bu kez izleyeceğimiz, romanın hakiki adaptasyonu. Filme imza atan isim, 1995 tarihli Pierce Brosnan’lı Bond filmi ‘GoldenEye’ı da yöneten Martin Campbell. Daha önce ‘The Dreamers’ ve ‘Cennet Krallığı’ gibi ünlü filmlerde izlediğimiz güzeller güzeli Eva Green, yeni Bond kızımız. Dev aktris Judi Dench’i ‘M’ rolünde izleyeceğimiz filmin kötü adamı, yetenekli Danimarkalı aktör Mads Mikkelsen. James Bond’u kumar masasında, sıkı bir pokerci olarak göreceğimiz ‘Casino Royale’, şimdiye dek izlediğimiz Bond filmleri içinde en farklısı ve belki de en iyisi. Avantür olarak nitelenen Bond filmlerine özellikle gerçek aksiyon anlamında yeni bir soluk getirdiği ve ünlü ajan 007’nin karizmasını zedelemeden yenilediği için mutlaka izlenmeli. Türün ve serinin meraklıları zaten kaçırmayacaktır.  

 

Vizyonda bu hafta (17 Kasım 2017)
Hemen her türü içinde barındıran, beşi yerli, on yeni film merhaba diyor bu hafta. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.


KUTSAL GEYİĞİN ÖLÜMÜ
-Gösterişli, zeki ve iddialı fakat…-

‘Kynodontas / Köpek Dişi’, ‘Alpeis / Alpler’ ve İngilizce olarak çektiği ‘The Lobster’ın ardından Yunanistanlı rafine sinemacı Yorgos Lanthimos, yine son derece netameli yeni filmiyle karşımızda. Altın Palmiye için yarıştığı Cannes’den ‘en iyi senaryo’ ödülü ile ayrılan ve Lanthimos’un yine İngilizce olarak çektiği karanlık ve gizemli dramın ortak senaryo yazarı, Lanthimos’un kankası ve ortağı olan Efthymis Filippou. İngiltere-ABD-İrlanda ortak yapımında başlıca rolleri, yıldız olduklarını unutup kendilerini Lanthimos’a teslim eden, Colin Farrell ve Nicole Kidman ile filmde ‘döktüren’ son derece yetenekli genç aktör Barry Keoghan üstleniyorlar. İlginç bir karakter eşleşmesiyle rol bulan Alicia Silverstone ile gencecik oyuncular Raffey Cassidy ve Sunny Suljic’e de şapka!
Oyunbaz, kapkara, gösterişli ve iddialı öykü, Lanthimos’un bildik evrenini aralayıp, provokasyonlarla ilerledikten sonra bildik darbeyi indiriyor izleyiciye. Bir cerrah, eşi, iki çocuğu, özel hayatı, iç dünyası ve ameliyat esnasında kaybettiği babasının boşluğunu, doktorun hayatına sokularak doldurma gayretindeki ‘tuhaf’ genç adamın hikayesi, Hristiyan mitlerinden de güç alarak, kutsal aile kavramına hunharca saldırıyor, Lanthimos’tan bildiğimiz üzere. Şiddete yine büyük yer ayıran ve aile, sınıf, modernite, ezberlenmiş davranışlar, intikam temaları üzerinde dolaşan film, gerçeküstü motiflerden de güç alarak şok bir finalle veda ediyor izleyicisine. 
Her bünyeye göre olmayan yeni Lanthimos filmi, iyi hoş, gözü pek, saldırgan, tavizsiz fakat snop, ukala ve yeni değil. Cesur yönetmen, allayıp pullayıp, türlü yönetmenlik numaraları yaptıktan sonra, korku-gerilim katkılı sert dramını, usta auteur Pier Paolo Pasolini’nin uzun yıllar önce, 1968’de çektiği ‘Teorema’ ile buluşturuyor. Farklı ve yeni bir ‘Teorema’ çekmiş oluyor yani Lanthimos. 1968 tarihli gizemli dramda, beyaz dar pantolonuyla aniden çıkagelen ve aristokrat aileyi birbirine katan garip yabancının öyküsü, 2017 yapımı Lanthimos filminde; karanlık yeteneklerle donanmış genç ve yetim bir çocuğunkine bağlanıyor. Sınıfsal öfke,  ahlak, etik, unutulmuş ve ıskalanmış insanlık, intikam, suçluluk duygusu, vicdan, acı, kefaret, kutsal aile birliği, zor seçimler ve adalet… Lanthimos’un iyi anlatılmış öyküsü ve başarıyla oluşturulmuş atmosferine alkış tabii ki; fakat Pasolini ve ‘Teorema’ orada duruyor işte! (3 / 5) 

 

JUSTICE LEAGUE: ADALET BİRLİĞİ
-DC Comics’ten Marvel’e yeni hamle!-

Marvel’in en büyük rakibi olan çizgi roman yayıncısı DC Comics’in yeni hamlesi, 2016 tarihli ‘Batman v Superman: Dawn of Justice / Batman v Superman: Adaletin Şafağı’ndan sonra Zack Snyder’ı yeniden yönetmen koltuğuna taşıyor. Marvel evreninin ‘Avengers’ına, DC’nin daha karanlık ekibi ‘Super League’den yeni bir cevap! Gezegenin yeni bir kötülükle karşı karşıya kalmasının ardından Batman’in, meşhur süper kahraman ekibini bir araya getirmesini izliyoruz.
2016 tarihli Snyder filminde, Metropolis halkı, ne tür bir kahramana ihtiyaç duyduğu konusundaki endişeli kararsızlığını sürdürürken, çılgın ve kötücül Lex Luthor,  iki süper kahramanı; Superman ve Batman’i birbirine düşürmek için müthiş ve kapkara bir plan yapıyordu. Cin fikirli Zack Snyder’in stilize ve şık bir tasarımla gerçekleştirdiği aksiyon yüklü fantastik serüveninde, Batman ve Superman’e, DC Comics’in süperler kadrosundan filme dahil olan ‘Wonder Woman’ eşlik ediyordu. Snyder’in biçime ağırlık vererek, bazı anlar karanlıktan taviz vermeden kotardığı ve finali itibariyle yeni bir hikayeye evrilen popüler yapımı, ‘Justice League: Adalet Birliği’ ile sürüyor! Geçen filmdeki gibi ‘Batman / Bruce Wayne’i, Ben Affleck, ‘Superman / Clark Kent’i de, Henry Cavill’in canlandırdığı blockbuster’da, yine ‘Wonder Woman / Diana Prince’ rolünde nefes kesen manyetizmasıyla İsrailli aktris Gal Gadot’u izliyoruz. ‘Aguaman / Arthur Curry’ rolünde Jason Mamoa, ‘The Flash / Barry Allen’ karakterinde Ezra Miller ve ‘Cyborg / Victor Stone’ kimliğiyle karşımıza çıkan Ray Fisher, ‘Adalet Birliği’nin yeni üyeleri olarak fantastik maceraya katılıyorlar. Robin Wrigt, Diane Lane, Amy Adams, Jeremy Irons, J.K. Simmons, Connie Nielsen, Amber Heard, Billy Crudup ve kötücül yaratık ‘Steppenwolf’un sesi olan Ciarán Hinds, gösterişli ve usta oyuncu kadrosunun diğer öne çıkan isimleri.
Marvel’e göre oldukça karanlık bir evrene sahip olan DC ekibi Adalet Birliği üyeleri, bu kez kısmen karanlık, yarı aydınlık bir öyküde el ele veriyorlar. Bir önceki macerada, Superman’in ölümünün ardından, Bruce Wayne, öncekilerden daha da güçlü bir düşmana karşı yeni arkadaşı Diana Prince’in ve yeni süper kahramanların yardımını alarak insanlığa olan inancını gidermeğe karar verir. Batman ve Wonder Woman birlikte hareket ederek, yeni uyanan bir tehdide karşı, olağanüstü yeteneklere sahip kahramanlardan oluşan yeni bir takım oluştururlar. El birliğine karşın, birliği oluşturan kahramanların ve gezegenin Superman’e ihtiyacı vardır. Sürprizler içeren öykü, kusursuza yakın teknik yeterliliği ve Snyder’in ustalığından aldığı ivmeyle keyifle izletiyor kendini. Çok büyük bir ‘numara’, ‘yenilik’ ve ‘pırıltı’ olmasa da, artık iyiden iyiye tanıdık ligde, DC’nin Marvel karşısında Adalet Spor’un usta golcülerini sahaya sürdüğünü söyleyebiliriz kolaylıkla! (3 / 5)


KARDAN ADAM
-Stilize ve dehşetli kuzey polisiyesi-

2008 yapımı ‘Låt den rätte komma in / Gir Kanıma’ ve 2011 tarihli ‘Tinker Tailor Soldier Spy / Köstebek’ adlı kalburüstü filmlerle kalitesini belli eden İsveçli yönetmen Tomas Alfredson, yeni filmiyle karşımızda. Bu kez, İskandinav polisiyesinin önemli isimlerinden, Norveçli kalem Jo Nesbø’nun romanından uyarlanan korku ağırlıklı suç dramı ‘The Snowman / Kardan Adam’ın yönetmen koltuğunda oturuyor Alfredson!
Karlarla kaplı bir tekinsizlikte, büyük resimde kendisine yer bulmuş hemen her karakterin sahip olduğu yürek acısı yansıyor perdeye. Seri katil odaklı öykü, dehşet yüklü ve son derece stilize bir kuzey polisiyesi olarak kazınıyor zihne. Alkol yüzünden hayatı alt üst olmuş acılı dedektif Harry Hole, kışın ortasında yağan karla birlikte ortaya çıkan tuhaf kaybolma olaylarını incelerken bulur kendini. Toparlanabilmek için yeni ve ilginç bir dosya arayan dedektif, Norveç’in suçsuzluk coğrafyasında bir seri katille karşılaştığını fark ettiğinde, geçmişin karanlığına uzanan bir gerçeği aralarken bulur kendini. Eski cevval günlerine dönmek isteyen problemli dedektif rolünü Michael Fassbender üstlenmiş. Rebecca Ferguson, Charlotte Gainsbourg, Jonas Karlsson, J.K. Simmons, Val Kilmer, Toby Jones, Chloë Sevigny, James D’Arcy ve David Dencik, güçlü oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. Martin Scorsese’nin yürütücü yapımcılığında gerçekleşen filmin kurgusu da, Scorsese ustanın sağ kolu Thelma Schoonmaker imzası taşıyor. 
Öyküsü itibariyle tahmin edilir, fazla girift olmayan, nedenselliği su götürür bir yanı var filmin, doğru! Buna karşılık, sınırları en baştan çizilmiş, hesaplanmış, yaratılan enfes atmosferin, özgün bir stil denemesine dönüştüğü ciddi bir kuzey polisiyesi ‘Kardan Adam’. İskandinav suç edebiyatının ve sinemasının has bir örneği diğer bir deyişle! Hemen her kadrajının ‘storyboard’la hazırlandığı belli, titizlikle çekilmiş, son derece ‘şık’ bir yapım. Karakterlerinin bütünü itibariyle bir yoksunluk öyküsü duruyor perdede. Dehşetli cinayetlerin sarmaladığı çıkmaz bir karanlıkta yaşanan acılar… Şu nokta takılıyor akla filmin ardından; ülkemize uğramadan önce popüler beğenisi fazla olmayan yapıma ‘yakıştırılan’ boşluk ve zayıflık yaftası düşündürücü! Hiç de böyle bir film değil ABD-İsveç-İngiltere yapımı karanlık anlatı. Alfredson’un yarattığı kapkara ve itinalı atmosfere omuz veren görüntü yönetmeni Avustralyalı Dion Beebe ve orijinal müziğin sahibi Marco Beltrami de, ‘örnek’ işler yaratmışlar.
Bir de filmde yer alan müzikler arasında tanıdık gelen o Pirelli jingle’ı… TRT’nin tek kanallı siyah beyaz günlerini, ‘reklamlar’ı, Cenk Koray ve Güneş Tecelli ile geçirdiğimiz, ertesi sabah erkenden iş/okul yollarına düşeceğimiz Pazar akşamüstlerini anımsattı elde değil! Kumaşı iyi olan kapkara bir kuzey polisiyesinin, elini korkak alıştırmayan dehşet yüklü bir seri katil hikayesinin, acı ve yoksunluk öyküsünün ortalık yerinde bütün bunları duyumsamak… Kaliteli bir film Alfredson imzalı ‘Kardan Adam’. Özellikle polisiye edebiyat ve korku-gerilim katkılı suç filmlerinin meraklıları için. (3,5 / 5)

Başrolünü, benzersiz Juliette Binoche’nin üstlendiği, usta yönetmen Claire Denis’in yeni filmi ‘Un beau soleil intérieur / İçimdeki Güneş’, Hollanda-Almanya-Danimarka-İngiltere ortak yapımı üç boyutlu animasyon ‘The Little Vampire 3D / Küçük Vampir 3D’ ile birlikte dört yerli yapım, başrolünde Güven Kıraç’ı izleyeceğimiz ‘Beginner’, Dersu Yavuz Altun’un yazıp yönettiği ‘Ayaz’, Burak Aksak imzası taşıyan ve başrolde Binnur Kaya’nın rol aldığı ‘Sen Kiminle Dans Ediyorsun?’, Sibel Tunç’un yönettiği ‘Seni Gidi Seni’, haftanın notlarımız arasında yer veremediğimiz diğer yenileri. Tekrar iyi seyirler herkese.  

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar