Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

15 OCAK 2021

14 Ocak 2021 Perşembe 21:54
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Koronavirüs (COVID-19), dünya genelinde hızla can almaya devam ediyor! Virüsten, kendimizi ve sevdiklerimizi mümkün olduğunca izole ederek korunmaya çalışıyoruz. Sosyal mesafelerimizi koruyarak, hijyen kurallarına sıkı sıkıya uyarak ve maskelerimizi evlerimizin dışında asla çıkartmamaya çalışarak. Umuyoruz bu zorlu günler sona erecek yakında. 
Bazı salonlar yeni tedbirler uygulayarak kontrollü biçimde Temmuz ayından itibaren kapılarını açmışlardı. Kademeli ve kısmi olarak yaklaşık beş ay önce yeniden başlayan vizyona, 17 Kasım günü alınan bir dizi karar sonucu yeniden ara verildi. Covid-19 tedbirleri gereği sinema salonlarının yılsonuna dek kapalı olacağı açıklandı. Umuyoruz sağlıkla açılır perdeler en kısa sürede. Şimdi kendimizi ve sevdiklerimizi pandemiden korumak, umutla beklemek zamanı.
Siz değerli okuyucularla, henüz vizyon filmsiz kaldığı ilk günlerden bu yana, Mart ayından bu güne, artık hayatta olmayan canım ‘Sinema’ dergisindeki ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ adlı köşemde, geçmiş sayılarda yayınlanmış eski yazılarımı paylaşıyorum. Mart-Nisan-Mayıs-Haziran-Temmuz-Ağustos-Eylül, Ekim, Kasım, Aralık ve şimdi Ocak aylarında, köşemde yazdığım eski yazıları… Bu hafta, 2011 yılının Ocak ayındayız! O yılın Ocak ayında sinema ve vizyon gündeminde, ‘yeni’, ‘düzgün’ ve ‘iyi’ olan ne varsa yazıda yer alıyor… 
Sinema salonlarına bir an evvel ‘temelli ve sağlıklı biçimde’ dönmeyi ümit ederek, koronavirüse karşı önlemlerinizi aksatmamaya ve içinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini kesinlikle bırakmamaya devam edin. Herkese iyi seyirler, sağlıklı günler! 
Vizyon madem halen filmsiz, evlerdeyiz; her hafta naçizane iyi filmler ve diziler önermek isterim sizlere… ‘Önce Tavsiyeler’ adlı bu yeni bölüm, sizlere her hafta sinema tarihinden 5 klasik film ve popüler olsun olmasın; ‘Sinemadan Çıkmış İnsan’ın beğendiği ‘güncelleri’ öneriyor!


ÖNCE TAVSİYELER…


SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

La Grande Illusion / Büyük Aldanış
(Yönetmen: Jean Renoir / 1937)

Casablanca / Kazablanka
(Yönetmen: Michael Curtiz / 1942)

Ladri di Biciclette / Bisiklet Hırsızları
(Yönetmen: Vittorio De Sica / 1948)

Rashômon / Raşamon
(Yönetmen: Akira Kurosawa / 1950)
Limelight / Sahne Işıkları
(Yönetmen: Charles Chaplin / 1952)


Güncel öneriler

Filmler:

Pieces of a Woman
(Yönetmen: Kornél Mundruczó)
Evde yaptığı trajik doğumun ardından duygusal yıkım yaşayan bir kadın, içine düştüğü kederli boşlukta eşinden ve ailesinden uzaklaşacaktır. Vanessa Kirby’ye, Shia LaBeouf, Molly Parker ve usta aktris Ellen Burstyn eşlik ediyorlar. 

2020 Bit Artık / Death to 2020
(Yönetmen: Al Campbell & Alice Mathias)
Black Mirror”ın yaratıcılarından hepimizin bitmesi için can attığı yıla mizahi bir bakış. TV için yapılmış filmde, Samuel L. Jackson, Hugh Grant, Lisa Kudrow gibi isimler mevcut. Anlatıcı ise Laurence Fishburne.

The Invisible Man / Görünmez Adam
(Yönetmen: Leigh Whannell)
Zalim ve acımasız eski sevgili intihar edip mirasını Cecilia’ya bırakır. Fakat Cecilia bu ölüme inanmaz, çünkü kimsenin görmediği biri ona musallat olmuştur. .H.G. Wells’in aynı adlı ünlü romanın yeni uyarlamasının kamera arkasında, Leigh Whannell oturuyor. Başrolde başarılı aktris Elisabeth Moss var!

Pavarotti
(Yönetmen: Ron Howard)
Efsane tenor Luciano Pavarotti’nin hayatını konu alan etkileyici bir belgeseli, usta yönetmen Ron Howard imzalamış. Yaşamı, konserleri, başarıları, özel hayatı ve hemen her yönüyle insan kimliği! Müzik dünyasının Andrea Griminelli, Placido Domingo ve Angela Gheorghiu gibi isimleri eşliğinde sıkı bir biyografik belgesel.

23 Yürüyüş / 23 Walks
(Yönetmen: Paul Morrison)
Köpeklerini aynı parkta gezdiren altmışlı yaşlarını süren Dave ve Fern arasında filizlenen sıcak bir aşk hikâyesi. Graham Cole, Bob Goody, Alison Steadman ve Ken Loach ustanın ‘I Daniel Blake’ filminde izlediğimiz Dave Johns’un başrolleri paylaştıkları İngiltere’den çıkagelen bir romantik komedi.


Diziler:

The Comey Rule
(Yönetmen: Billy Ray)
ABD demokrasisinin yara aldığı son günlerde, ilgiyle izleyeceğiniz politik bir dram! Mini seri, farklı etik değerleri ve sadakat anlayışları karşı karşıya geldiğinde çatışma yaşayan güç sahibi iki adamın hikâyesini ele alıyor! Eski FBI direktörü James Comey’i Emmy ödüllü Jeff Daniels, Donald Trump’ı ise yine Emmy ödüllü Brendan Gleeson canlandırıyorlar. Kaçırılmaz!

Lupin
(Yönetmen: Marcela Said, Louis Leterrier, Ludovic Bernard)
Arsen Lüpen’in maceralarından esinlenen kibar hırsız Assane Diop, varlıklı bir aile yüzünden haksızlığa uğrayan babasının intikamını almak için kolları sıvar. Başrolde Omar Sy’ı izleyeceğimiz yepyeni, keyifli ve sürükleyici bir suç-aksiyon kırması!

Paradise Lost
(Yönetmen: Rhodes Fishburne)
Gizemli dramın başrolünü, Josh Hartnett üstlenmiş. Stanford'da eğitim görmüş bir psikiyatrın gözünden güneyli modern bir ailenin öyküsü! Aile işini yönetmek için Mississippi’ye dönen Yates Forsythe, geçmişi ile geleceği arasında seçim yapmak zorunda kalacaktır. Usta isimler Nick Nolte ve Barbara Hershey kadroya değer katıyor!

La Valla
(Yönetmen: Daniel Écija)
2045 yılındayız! Distopik bir Madrid’de, bir ailenin hayatta kalma mücadelesi, birbirinden bariyerlerden çok daha fazlasıyla kesin olarak ayrılmış iki farklı dünya arasındaki eşitsizliği gözler önüne seriyor. Soluk soluğa izlenen bir bilimkurgu dram.

Dwight in Shining Armour
(Yönetmen: Brian J. Adams & LeeAnne H. Adams) 
Bin yıl önce yapılan bir sihir sayesinde o zamandan beri uykuda olan savaşçı bir prenses, günümüzde yaşayan bir genç olan Dwight’ın öpücüğüyle uyanır. Kendini hiç bilmediği bir dünyanın içinde bulan prenses, beraberinde dünyaya kaos da getirmiştir. Komedi, macera ve fantezinin iç içe geçtiği eğlence dolu bir fantastik macera!

 

Sinemadan Çıkmış İnsan / Sinema Dergisi / Ocak 2011

1. MALATYA ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ’NİN ARDINDAN
Iosseliani, Simon Konianski, Kayısının Kristali…

Malatya’ya ayak bastığım an fark ettim; keyifli ve verimli bir festival bekliyordu beni! Sinema yazarı önsezisi diyelim; asla yanıltmaz. Açılış töreni. İnönü Üniversitesi’nin kampusu müthiş. Festival Onursal Başkanı Malatya Valisi Doç. Dr. Ulvi Saran sahnede. Festivalin en çalışkan adamı. Festival boyunca sinema salonları dahil hemen her yerde karşımızda. Süper Vali… Günün her anı, ‘Google arama motorundan’ festivalin kaç tık aldığını araştıran, programın içeriğini hatmeden, bütün oluşlara hâkim, sorumluluk sahibi, güven veren, şaşırtıcı biri… Her şeyi ‘kayısı’ olan şehrin Don Kişot’u… Benim gibi, ‘resmi devlet adamlarına mesafeli duran biri için ilginç bir deneyim’ onu izlemek. Onur Ödülleri, iki emektara; büyük usta Erol Günaydın ve Ayşen Gruda’ya. Bu iki büyük emekçinin ödüllerini sinemamızın iki büyük yıldızı verdi: Türkan Şoray ve Fatma Girik… Geceye damga vuran diğer büyük ikili: Erkan Oğur ile İsmail Hakkı Demircioğlu. Açılış gecesinin müthiş seçimi. İkilinin vakur ve ustalıklı duruşları, eşsiz türkülerle karışarak bir şölene dönüştü. Yakın zamanda ‘büyükşehir olacağı söylenen’ bir Anadolu kentinde düzenlenen ‘birinci’ festival için müthiş bir ‘ilk’, görkemli bir başlangıç… Kalıcı bir festival olacağının sinyallerini, hemen hemen hatasız ilk yılından veren 1. Malatya Uluslararası Film Festivali’nin teması mizahtı. İki yarışma düzenlendi festival kapsamında. Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması ile Ulusal Kısa Metraj Film Yarışması. Uluslararası yarışmanın SİYAD jüri üyelerinden biri bendim. Görevim vardı kısacası. Arkadaşlarım Senem Aytaç ve Ceylan Özgün Özçelik’le birlikte on film izledik yarışma kapsamında. 2009 yapımı Belçika-Kanada ortak yapımı Micha Wald’un yönettiği ‘Simon Konianski’ adlı filmi layık gördük bizim SİYAD ödülüne. Kırkına yaklaşmış Simon Konianski ve ailesiyle tanıştırdı film bizi. İncelikli bir mizahla ‘hafif kara’ oluşlara değindi. İzleyicisini bir ailenin üç kuşak ferdiyle tanıştırırken, onların zor, acımasız bir yerde, varoluş meseleleri dahil geçmişleri, bugünleri ve gelecekleri için verdikleri mücadeleyi öyküledi. Bunu, yarışmanın temasını, sinema dilinin bütün öğelerini kullanarak filmin her karesine nüfus ettirebildi. Türün olası tuzaklarına düşmeden konusunu, duygusal, politik ve dengeli bir tavırla ele aldı. Ana jürinin tercihi ise, Agathe Teyssier’in yönettiği Fransa yapımı ‘Görünmez Kadın’ oldu. Festivalin en önemli konuğuydu kuşkusuz Gürcü yönetmen Otar Iosseliani. 1934 doğumlu usta, yarattığı şiirsel ve soyut komedilerle özel bir isimdi hep benim için. Kusursuz bir görsel üsluba sahip, fazla diyalogu boş veren, alaycı filmlerdi onunkiler. Aynı zamanda umutlu ve insancıl bir karamsarlık içerirlerdi. Günlük yaşamın saçma, acımasız ayrıntılarına nostaljik değinilerle yaklaşırlardı. İnsan sıcağı yeni filmiyle Malatya’daydı Iosseliani. Bu yıl Cannes’de bütün meslek yaşamı için Jean Vigo özel ödülü kazanan ustanın ‘Chantrapas / İşe Yaramaz’ adlı yeni filmini izledik. Otobiyografik tatlar taşıyan, incelikli ama Malatya’daki salonu dolduran birçok izleyici için zor bir filmdi ‘İşe Yaramaz’. Koca salonun katılımıyla başlayan film sona erdiğinde bir avuç sinemaseverle birlikte terk ettik salonu. Vali de bizimleydi tabii. Filmden önce kendisine sunulan ‘Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alırken şu önemli cümleyi eklemeyi unutmadı kısa konuşmasına usta Gürcü. ‘Dedem ve babam, 100 yaşını geçtiler’ dedi. ‘Ben de o kadar yaşamayı düşünüyorum, o yüzden bu ödül için daha erken.’ Ertesi sabah basın toplantısı düzenledi Iosseliani Yine çok önemli şeyler söyledi Otar baba. ‘Öncelikle’ diye başladı konuşmasına, ‘Nazım Hikmet’ten söz etmem gerek. Orson Welles’den, Fritz Lang’den, Charlie Chaplin’den, René Clair’den’. Tamamen otobiyografik öğeler içerdiği sorulan son filmine dair bunları söyleyerek açtı toplantıyı. Sonra başının sürekli derde girdiği sansürden söz etti. İdeolojik sansüre değindi. Totaliter rejimlerde rejim karşıtı filmler yapmanın çılgınlığı ama buna karşılık sanatçıya verdiği o müthiş histen bahsetti. Sansürün en büyük tehlikesinin, alışkanlığa dönüşmesi olduğunu vurguladı. ‘Sansürü, rejimin ezdiği insanlar yapar aslında’ dedi. ‘Sansürü yapanlar’ diye ekledi, ‘belli sınırlar çerçevesinde boyun eğmeyenlere bir süre sonra saygı duyarlar’. ‘Son filmim’ dedi, ‘sinema yapmak için inat eden insanların ortak tablosudur’. ‘Herhangi bir şeye karşı olmayı çok seviyorum’ diyerek mest etti beni Otar baba: ‘Alışkanlığım olmayan her şeye karşıyım’. Dijitale de karşı olduğunu ekledi sonra. ‘Dijital, kuru, soğuk ve insanlık dışıdır’ dedi. ‘Dijital çekerken montaj sırasında monitör karşısında geçirilen zamanın, insana yapılan en büyük sansür olduğunu’ söyledi. ‘İyi bilmediğim bir dili konuşmam. Eğer İngilizce biliyorum dersem, James Joyce’u orijinal dilinde okumam gerek. Çat pat konuşulan bir dile hâkim olmak değildir dil bilmek. Bu örnek üzerinden, dijitale değinelim. Dijital, dilini sadece teknisyenlerin bildiği bir şey. Eskiden film, pelikül vardı ve bu dile ben dahil pek çok insan hakimdi. Kimsenin yanı başında bir teknisyene ihtiyacı yoktu. Stanislavski’nin dediği gibi, ‘Tiyatro vestiyerde başlar’. Her şeyin içinin hızla boşaldığı günümüzde bütün sanatların özgün ritüelleri, aburcuburla yer değiştirdi. Konser salonunda müzik dinlemekle aynı besteyi arabanızın cd’sinde dinlemek arasında fark var.’ Iosseliani baba, birçok arkadaşın katılmadığı şu cümleleri de sarf etti: ‘Elektrik her şeyi bozdu. Çünkü mumlar ve gaz lambaları varken, insanlar arasında gerçek ilişkiler vardı. Hamlet ilk kez oynandığında elektrik yoktu. İnsanlar hayatlarını anlamlı yaşamaya devam ediyorlardı. Birbirimizi düşünerek mektuplar yazabiliyorduk. Şimdi artık mektup yazılmıyor.’ Otar baba devam etti: ‘Demokrasiye inanmıyorum. Socrates’in demokratik biçimde ölüme mahkûm edilmesi bir gerçektir. Demokrasi salaklar birliğidir. Yaşadığım Fransa’da da demokrasi yok. Olan, polis rejimi. Demokrasi, insanları yalanlara sürükler. İnsan dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zaman değişmedi. İnsan çok tehlikeli bir hayvandır, her an kötü tarafa geçebilir.’ Toplantıdan, Otar babanın iyi bir dostu olarak ayrıldım… Bir de unutulmaz Nemrut dağı gezisi. Gece yarısı yola çıkıp, dört saat süren bol virajlı, meşakkatli yolculuk sonrası sabaha doğru Nemrut’a ulaşmamız. Kısa bir yürüyüş sonrası elimizde cep kanyakları, fotoğraf makineleri, sırtımızda battaniyeler güneşin doğuşunu beklememiz… Sinematografik. İnsanın kısa ömründe görebileceği en önemli olaylardan biri kesinlikle Nemrut’ta güneşin doğuşuna tanıklık etmek. İnsanoğlunun ait olmadığı bir medeniyet tarafından yapılmış olduğunu düşündüren o heykellere dokunmak. Yorgun ama bahtiyar geri dönüşümüz. Kapanış gecesinde ‘Çakallarla Dans’ filminin yönetmeni arkadaşımız Murat Şeker’in tespiti: Kültür Bakanlığının her filme yapım desteği vermemesi. Sonra Beyoğlu Emek’e sahip çıkılması gerektiği gerçeği. Kendisi de Malatyalı olan ve uluslararası jüride yer alan Hüseyin Karabey’in, seneye Hrant Dink barış ödülü verilmesini önermesi. Malatyalı Kemal Sunal adının festivalle özdeşleşmesi. ‘Tosun Paşa’nın, ‘Süt Kardeşler’in ve ‘Düttürü Dünya’nın gösterimleri… Malatya halkının festivale sahip çıkışı. Dopdolu gösterimler. Halk, sinemaya aç. Festivali gerçekleştiren herkes, İstanbul organizasyonun en yukardan en aşağıya dek sıralanan çalışkan isimleri ve sevgi dolu Malatya halkı. Malatya diliyle bitirelim. ‘Kalkıp gitmek için izin istemek’ adına şöyle diyor Malatyalılar: ‘Gahamda Gidem Anam’. Kalkıp geri döndük. Yüreğimiz mişmiş (kayısı) diyarı Malatya’da kaldı… 


ASLI GİBİDİR
Orijinalini boş ver. İyi bir kopya edin!

Lucignano şehri. Toskana bölgesinde şirin bir tarihi kasaba. İnsanın kendini unutacağı bir yer. Bir kültür panayırı sanki. Heykeller, sevimli butik oteller, çeşmeler, dar sokaklar, çatılar ve aşk… Bir erkek ve kadın karşılaşıyorlar. Erkek, orta yaşlı bir İngiliz yazar. Kadın, sanat galerisi sahibi bir Fransız. Adam, yeni yayımlanmış kitabı hakkında bir konferans vermek üzere orada. İnandığımız bu, bildiğimiz. Sanatta kopyalar üzerine uzman. Kopyanın sahiciline inanıyor. Bir şeyin aslıyla kopyası arasındaki müthiş benzerlik, hangisinin daha güzel, hatta daha gerçek olduğunu ispatlar? Geleneksel olanın alışkanlıkları ve modern tercihler… Bir ‘cafe’de kulağa fısıldanan dostane öğütler, şefkat ve hasletler. Uyulması gereken tavsiyeler. Sevginin ve aşkın mütevazı büyüklüğü. Romantizmin bir güne sığan duyarlı, dingin, entelektüel gezisi. Zarif sosyo-kültürel sataşmalar, doğu-batı-kuzey-güney demeden çizilmiş incelikli bir ruh haritası. İngilizce, İtalyanca, Fransızca konuşulan sevgi sözleri. Onbeş yıllık evli bir çift veya yeni tanışmış. ‘Gibi’ yapmak, ‘öyle’ olmak, sonuçta anın gerçekliği… İranlı usta Abbas Kiarostami, Hollywood romantikliğine tamamen mesafeli, alışageldik hafifliğin, gerçek insanı yok eden vahşi ve delirmiş düzenin çok ötesinde ‘başka bir şey’ ifade eden gerçek bir romantizm sunuyor. Roberto Rossellini’nin 1954 tarihli filmi ‘Journey to Italy / İtalya’ya Yolculuk’a gidiyor zihin. Eric Rohmer’in ‘Rendezvous in Paris / Paris Randevuları’na… Geçmiş, bugün, tek gün… On beş yıllık aşk, belki de bir günlük. Sahici olanı veya sahtesini sevmek. Aslı veya kopyasını. ‘Birbirimizin zayıflıklarına karşın biraz daha toleransımız olsaydı; daha az yalnız olurduk’ der kadın ve sorar ‘Sence de öyle değil mi?’ Adam, ‘emin değilim’ diye cevap verir. Yalnızlığı, hepimizi sarıp sarmalayan o ıstırabı duyuran çan sesleri arasında yeni bir başlangıçtır belki de son. Cannes’de ‘En İyi Kadın Oyuncu’ seçilen Juliette Binoche’nin tarifsiz performansına İngiliz bariton Willaim Shimell olanca gerçekliğiyle eşlik ediyor.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar