Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

08 MART 2024

07 Mart 2024 Perşembe 19:33
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

8 Mart… Dünya Kadınlar Günü… Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış, her yıl 8 Mart’ta kutlanan, insan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmakta olan uluslararası bir gün! Hakkıyla kutlanması gereken, her alanda eşitliğin, emeğin, özverinin, fedakarlığın, sevginin günü… Sıklıkla ve utançla karşıladığımız kadın cinayetlerinin sonsuza dek yok olmasını ve erkek denen kendini nedensizce bir halt sanan vahşi cinsin kendine sonsuza dek çeki düzen vermesini, bilinçlenmesini ve kadını erkekten asla ayırmayan siyasi-sosyal-ekonomik-kültürel etik düzenin özellikle yurtta ve bütün dünyada bir an evvel sağlam bir biçimde tesis edilmesini dilemekten başka ne gelir elden… 

Bu hafta yaman sinemacı Alexander Payne’in beş Oscar adayı nefis filmi ‘The Holdovers / Geride Kalanlar’ vizyon görüyor! Dokuz filmlik kalabalık bir hafta… 

Benim de üyesi bulunduğum Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) 56. SİYAD Ödülleri sahiplerini buldu geçtiğimiz hafta… İstanbul Modern Sinema Salonu’nda 4 Mart Akşamı yapılan töreni Yetkin Dikinciler sundu. 56. SİYAD Onur Ödülleri’ne Tomris Giritlioğlu ve Lale Belkıs değer görüldü. SİYAD Emek Ödülü ise Necmettin Çobanoğlu’na verildi. 

 

56. SİYAD Ödülleri kazananları ise şöyle:

EN İYİ FİLM

Kuru Otlar Üstüne

 

EN İYİ YÖNETMEN

Nuri Bilge Ceylan (Kuru Otlar Üstüne)

 

EN İYİ SENARYO

Nuri Bilge Ceylan-Ebru Ceylan-Akın Aksu (Kuru Otlar Üstüne)

 

AHMET ULUÇAY UMUT ÖDÜLÜ

Çilingir Sofrası (Ali Kemal Güven)

 

EN İYİ KADIN OYUNCU PERFORMANSI

Merve Dizdar (Kuru Otlar Üstüne)

 

EN İYİ ERKEK OYUNCU PERFORMANSI

Deniz Celiloğlu (Kuru Otlar Üstüne)

 

YARDIMCI ROLDE EN İYİ KADIN OYUNCU PERFORMANSI

Ece Bağcı (Kuru Otlar Üstüne)

 

YARDIMCI ROLDE EN İYİ ERKEK OYUNCU PERFORMANSI

Cem Davran (Hayat)

 

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ

Cevahir Şahin-Kürşat Üresin (Kuru Otlar Üstüne)

 

EN İYİ MÜZİK

Cansun Küçüktürk (Karanlık Gece)

 

EN İYİ KURGU

Oğuz Atabaş-Nuri Bilge Ceylan (Kuru Otlar Üstüne)

 

EN İYİ SANAT YÖNETMENİ

Meral Aktan (Kuru Otlar Üstüne)

 

DİJİTAL PLATFORMLARDA GÖSTERİME GİREN EN İYİ YERLİ FİLM

Ayna Ayna (Belmin Söylemez)

 

EN İYİ UZUN METRAJ BELGESEL  

Kavur (Fırat Özeler)

 

EN İYİ KISA METRAJ BELGESEL

8 Mart 2020 Bir Günce (Fırat Yücel)

 

EN İYİ KISA FİLM

Avrupa Fatihi (Onur Yağız)

 

GIOVANNI SCOGNAMILLO FANTASTİK FİLM ÖDÜLÜ  

Aç Karnına Çıkmayalım (Yiğit Hepsev)

 

DİJİTALDE GÖSTERİME GİREN EN İYİ ULUSLARARASI FİLM

Aftersun (Charlotte Wells)

 

VİZYONA GİREN EN İYİ ULUSLARARASI FİLM

Anatomie d’une chute / Bir Düşüşün Anatomisi (Justine Triet)

 

 

Ayrıca 11 Mart günü 96. Oscar Ödülleri sahiplerini buluyor… Los Angeles’ta, Dolby Theatre’da düzenlenecek törenin sunuculuğunu yine ünlü talk şov sunucusu Jimmy Kimmel üstlenecek. Birçokları tarafından kazananlara ödül olarak sunulan ‘popüler’ Oscar heykelciğiyle tanınan Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi tarafından düzenlenen Akademi Ödülleri’ni çok fazla önemsemesem de meraklıları için en popüler altı kategoride kendi adıma ‘kim alır, kim almalı’ şeklinde bir paylaşım yapmak isterim.  

OSCAR  ALIR                                                                    OSCAR ALMALI

En İyi Film: Oppenheimer                                                  Killers of the Flower Moon

En İyi Yönetmen: Christopher Nolan                                 Martin Scorsese                   

En İyi Kadın Oyn: Lily Gladstone                                       Sandra Hüller

En İyi Erkek Oyn: Cillian Murphy                                       Paul Giamatti

En İyi Yrd Kadın Oyn: Da’vine Joy Randolph                    Da’vine Joy Randolph   

En İyi Yrd Erkek Oyn: Robert Downey Jr.                         Robert De Niro

Oscar’a takılmayın, Oscar’sız da kalmayın!

 

 

SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK

Le notti di Cabiria / Cabiria’nın Geceleri

(Yönetmen: Federico Fellini / 1957)

 

Il vangelo secondo Matteo / Aziz Matyas’a Göre İncil

(Yönetmen: Pier Paolo Pasolini / 1964)

 

Morte a Venezia / Venedik’te Ölüm

(Yönetmen: Luchino Visconti / 1971)

 

Der amerikanische Freund / Amerikalı Arkadaş

(Yönetmen: Wim Wenders / 1977)

 

Die Sehnsucht der Veronika Voss / Veronika Voss’un Tutkusu

(Yönetmen: Rainer Werner Fassbinder / 1982)

 

 

 

HAFTA SONU AİLE SİNEMASI

ANNE VE BABA İÇİN

Notthing Hill / Aşk Engel Tanımaz

(Yönetmen: Roger Michell / 1999)

 

Love Actually / Aşk Her Yerde

(Yönetmen: Richard Curtis / 2003)

 

The Notebook / Not Defteri

(Yönetmen: Nick Cassavetes / 2004)

 

 

ÇOCUKLAR İÇİN

The Lion King / Aslan Kral

(Yönetmen: Roger Allers, Rob Minkoff / 1994),

 

Toy Story / Oyuncak Hikâyesi

(Yönetmen: John Lasseter / 1995)

 

Up / Yukarı Bak

(Yönetmen: Pete Docter, Bob Peterson / 2009)

 

 

Vizyonda bu hafta (8 Mart 2024)

Üçü yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni filme ev sahipliği yapıyor 8 Mart haftası!

Alexander Pane’in beş dalda Oscar adayı olan yeni filmi ‘The Holdovers / Geride Kalanlar’ haftanın notlarımız arasında yer alan tek yapımı.

 

GERİDE KALANLAR

-Mutsuz insanlar fotoğrafhanesinde-

Filmin başlığını Ziya Osman Saba’nın 1952 yılında yayımlanmış ilk hikâyesi olan ‘Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nden esinlenerek attım… Gayri safi milli mutluluktan pay alamayan birbirinden farklı üç insanın öyküsünü izliyoruz orijinal adıyla ‘The Holdovers’ filminde. Yaman sinemacı Alexander Payne’in yeni filmi, usta yaratıcının bildik meselelerini yeniden kaşıyor ve 70’lerin hemen başındaki ABD fonunda ruh ve toplum tahlilleri yapmaya devam ediyor… 2004 tarihli ‘Sideways’ ve 2011 tarihli ‘The Descendants / Senden Bana Kalan’ filmleriyle ‘En İyi Uyarlama Senaryo’ dalında iki Oscar elde etmiş Payne’in yeni filmi yine beş dalda Oscar adayı. ‘En İyi Film’, ‘En İyi Orijinal Senaryo’, ‘En İyi Aktör’, ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ ve ‘En İyi Kurgu’ dallarında Oscar adayı olan filmin neden ‘En İyi Yönetmen’ dalında Oscar’a aday gösterilmemesi bir muamma ve ayıp! Senaryosu David Hemingson imzalı dram, Payne’in bildik kara mizahından ve hüzünlü dokusundan nasibini almış. Başrolü üstlenen usta oyuncu Paul Giamatti her zamanki gibi olağanüstü! Zarif ve nüanslı oyunuyla Da’Vine Joy Randolp ve beyazperdedeki ilk performansıyla ‘parlayan’ genç aktör Dominic Sessa da omuz vermişler öyküye…

ABD’nin prestijli ve ‘geleneksel’ okullarından birinde, 1970’i, 71’e bağlayan yılbaşı tatilindeyiz. Kabulü zor lisenin öğrencilerinin ve meslektaşlarının haz etmediği idealist, kuralcı ve takıntılı tarih öretmeni Paul Hunham’ın iki haftalık yılbaşı tatilini, evi bildiği ve kendi mezuniyetinden sonra öğretmen olarak kaldığı okulda geçirmek dışında pek seçeneği yok. Yalnız bir adam. Renksiz, aşksız ve mutsuz. Dar zamanlarda bir sevgiyi söylemenin çirkin olduğuna inanan çekingen bir ruh! Okulda nöbetçi öğretmen olarak kalacak kişi kimsenin şaşırmayacağı Paul Hunham oluyor tabii… İki kişi daha var ama birçok yeri kilitli bu koca binada yanında. Yakın zamanda Vietnam’da oğlunu kaybetmiş, okulun Afro Amerikalı baş aşçısı Mary Lamb ve ailesinden beklediği ilgiyi bulamayan sorunlu öğrenci Angus Tully. Birbirlerinden her bakımdan tamamen farklı üç insanın ortak noktaları ise yalnızlıkları ve mutsuzlukları. Acılarını sarıp sarmalamak ve tedavi etmek için birbirlerine sarılan ve dayanışma sergileyen üç insan için önlerinde uzanan tek umut ışığı, gelecekleri!

Yaman filmler ‘Election / Seçimler’, ‘About Schmidt / Schmidt Hakkında’, ‘Sideways’, ‘The Descendants / Senden Bana Kalan’, ‘Nebraska’, ‘Downsizing / Küçülen Hayatlar’ın ardından mizah ve dramı müthiş harmanlayarak sıradan, küçük insanın yolculuğunu ve hayat denen sürecin anlamını sorgulayan Alexander Payne, çok iyi bildiği sularda ustalıkla yüzüyor yine. 70’li yılların ABD’si, toplumsal, politik çalkantılar ve değişim sancıları içinde, yıllardır adeta kendisini pişmanlık tuğlalarıyla örülmüş bir hapishaneye hapsedip dışardakilerden saklanan, hayal kurmayı kendisine yasaklamış, yalnız ve mutsuz tarih öğretmeninin sadece kendisine değil, etrafında bulunan kendi gibi çıkışsız iki insana daha yardım etme süreci ve bu üç insanın birbirlerine sarılarak dayanışma/iyileşme hikayesi, her daim toplumsal-sosyal bir çıkış şansının da varlığını hatırlatıyor izleyiciye. Giamatti, yüzüyle, gözüyle, bedeni ve bütün ruhuyla canlandırıyor ‘tutturamamış’ Paul Hunham karakterini. Biricik oğlunu adını bile bilmediği bir savaşta yitirip, üzerine acıdan ve çaresizlikten bir elbise giymiş baş aşçı Mary ve ailesinin ilgi göstermediği, mutsuz genç Angus da akıldan kolaylıkla çıkacak karakterler değiller.

Danimarkalı görüntü yönetmeni Eigil Bryld’ın neyi gösterdiğini gayet iyi bilen titiz kamerası Kevin Tent imzalı ritmik kurgu, Mark Orton’un orijinal film müziği, ayrıca aralarında The Allman Brothers Band, Cat Stevens, The Temptations, Badfinger, The Swingles, Shocking Blue, The Chambers Brothers gibi isim ve gruplarında yer aldığı dönemin ruhunu yansıtan leziz soundtrack’ı, en nihayet David Hemingson kaleminden çıkmış müthiş senaryo, Payne’in eşsiz yönetmenliğini taçlandırıyorlar adeta. Yılın ‘en iyi’ ve ‘en insan’ filmlerinden biri ‘The Holdovers’! (4,5 / 5)    

Haftanın diğer yeni yapımlarına bakacak olursak…

'Chronic / Kronik’, ‘Las hijas de Abril / Abril’in Kızları’, ‘Nuevo Orden / Yeni Düzen’, ‘Sundown / Gün Batımı’ filmlerinden tanıyıp bildiğimiz Meksikalı yaman auteur Michel Franco’nun yeni filmi ‘Memory / Hatır’, demans hastalığı üzerine duygusal bir dramın iki karakterinin geçmişine uzanan hassas bir öykü! Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan adayı olan ve başrol oyuncusu Peter Sarsgaard’a En İyi Aktör ödülünü kazandıran yapımda usta aktör Sarsgaard’a eşlik eden isim bir diğer usta isim Jessica Chastain. Brooklyn’de yaşayan sosyal hizmet görevlisi, sade bir hayat süren ve iyileşmekte olan bir alkolik olan Sylvia, kız kardeşi Olivia’nın ısrarıyla lise mezunlar buluşmasına katılır. Ancak buluşmada Saul’un onu evine kadar takip etmesiyle her şey değişir. Bu beklenmedik karşılaşma ikisini de derinden etkileyip, geçmişin kapısını aralayacaktır.

‘Freelance / Tetikçi’, Pierre Morel imzası taşıyan bir aksiyon-komedi. Başrolleri John Cena ve Alison Brie’nin üstlendikleri avantürde diğer önemli rollerde Juan Pablo Raba, Marton Csokas, Alice Eve ve Christian Slater’ı izliyoruz. Özel kuvvetler askeri olan Mason, ordudan emekli olmuştur fakat sivil hayatın rutinini çok sıkıcı bulmaktadır. Tam bu dönemde bir Güney Amerika ülkesinin devlet başkanıyla röportaj yapmaya gidecek ünlü gazeteci Claire’in güvenliğini sağlaması teklif edilir. Fakat ikili röportaj için oradayken ülkede bir ayaklanma çıkar. Bir eski asker, bir gazeteci ve acımasız bir ülke lideri, hayatta kalmak ve bu karmaşayı sonlandırmak için güçlerini birleştirip zoraki bir ekip oluştururlar.

Büyüdüğü eve yıllar sonra geri dönen ve çocukluk dönemindeki hayali arkadaşıyla yeniden karşılaşan bir kadının hikâyesini anlatıyor korku-gerilim türündeki ‘Imaginary / Hayali’. Jeff Wadlow’un yönettiği ürkütücü öyküde başlıca rolleri Tom Payne, DeWanda Wise, Veronica Falcón ve Betty Buckley paylaşıyorlar. 

Özellikle küçük yaştaki izleyicilere seslenen Fransa-Lüksemburg ortak yapımı animasyon ‘Ernest et Célestine: Le voyage en Charabie / Minik Fare ve Sevimli Ayının Maceraları’. Bir fare ve bir ayının tüm farklılıklarına rağmen keyifli ve macera dolu geçen yolculukları… Ernest ve Célestine, kırılan kemanını tamir ettirmek için Ernest’in ülkesine dönüp, müziğin ülke çapında yasak olduğunu öğrenirler. Yönetmen koltuğunu paylaşan iki isim, Julien Chheng ve Jean-Christophe Roger.

Çin yapımı animasyon ‘Crazy Kwai Boo: Sanxingdui Spirited Away / Süper Kahramanlar: Sihirli Dünya’, haftanın küçük yaştaki izleyicilere seslenen bir diğer filmi. Çılgın süper kahraman Kwai Boo yanlışlıkla kendini boyutlar arası bir evrende bulur. Fakat bu bilinmez sihirli Dünya’da efsanevi Shu’nun altın asasını kaybeder. Süper Kahramanlar geçmişin derinliklerinden yavaş yavaş yüzeye çıkan sihirli ve çılgın bir hazine avının peşinde sürüklenmeye başlarlar. Eninde sonunda sihirli altın asa bulunmalı ve ait olduğu müzeye iade edilmelidir. Asanın gücü çılgın süper kahraman Kwai Boo’nun da kendi hazinesini keşfetmesini sağlayacaktır. Yönetmen Yunfei Wang.

‘Emanet’, senaryosunu Haluk Özenç’in kaleme aldığı, yönetmenliğini Ali İlhan’ın üstlendiği aksiyon katkılı bir dram. Geçmişi sırlarla dolu oto tamircisi Orhan Usta’nın ve dağılmak üzere olan ailesinin, kendilerine ait olmayan bir ‘emaneti’ korumak pahasına, her şeylerini kaybettikleri ama birbirlerini yeniden buldukları yirmi dört saatlik süreci taşıyor perdeye. Başrolü üstlenen Mustafa Üstündağ’a eşlik edenler isimler Tuvana Türkay, Turgay Tanülkü, Gürgen Öz ve Levent Sülün. 

Aslı ve Öykü polisten kaçarken Roman mahallesinde bulurlar kendilerini. Belli bir süre burada barınmak zorundadırlar. Suçsuz olduklarını ispatlamaları gerekmektedir ama bunu kimse değil, ancak mahallenin önde gelen abisi Veli yapar. Savaş Sancak’ın yönettiği mizah dozu yüksek öykü ‘Hayatımız Roman’da başlıca rolleri Anıl Altan, Aslı Bekiroğlu, Cem Belevi, Anıl İlter, Arzu Yanardağ, Suat Sungur, Rüçhan Çalışkur ve Şebnem Özinal üstleniyorlar.

İlker Çavga’nın yazıp yönettiği korku öyküsü ‘Rahha’, bin yıldır bir büyünün altında kalan bir kral ile kraliçenin üzerindeki bu büyünün kalkmasını konu alıyor. Günce Ateş, Ulukan Ağdaş, Ayça Çataltaş, Furkan Karaca ve Yavuz Çetin oyuncu kadrosunu oluşturan isimler.

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!

İyi seyirler herkese!

 

 

TARİHTE BU HAFTA

On bir ve beş yıl öncesine, 2013 ve 2019 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!

 

Vizyonda bu hafta (8 Mart 2013)

Merhaba! Haftanın yeni film sayısı, altı. Notlarımız arasında yer almayan iki yapımdan biri yerli. Küçük Emrah olarak tanınan şarkıcı, şarkı yazarı ve oyuncu Emrah Erdoğan’ın ilk yönetmenlik denemesi olan ‘Gelmeyen Bahar’ adlı dram. Diğeri ise Juliette Binoche’u başrole taşıyan 2011’de çekilmiş, Fransa-Polonya-Almanya ortak yapımı ‘Elles / Kadınlar’. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanı, pamuklar içinde yaşatmaya daha fazla önem gösterin lütfen; sokakların tıka basa, sinemadan çıkmayanlarla dolu olduğu günümüzde! Herkese iyi seyirler.

 

AŞKIN İZLERİ

Terrence Malick ustanın altıncı uzun metrajı, 2011 tarihli ‘The Tree of life / Hayat Ağacı’nın neredeyse devam anlatısı biçiminde. İlk filmi 1973 ‘Badlands / Kanlı Toprak’ ve 1978 tarihli ‘Days of Heaven / Cennet Günleri’nin ardından sinemaya uzun bir süre ara verip, beyazperdeye; 1998 yapımı ‘The Thin Red Line / İnce Kırmızı Hat’ ile geri dönen usta sinemacı, alışkın olmadığımız üzere; ardı ardına çektiği iki filmle şaşırttı izleyicisini. Kaybettiği eşine adadığı filmi, yönetmenin ‘Hayat Ağacı’ndan tanıdık meselelerini, biraz daha romantik ve ‘bir parça başka’ biçimde karşımıza çıkarıyor. Ruhani durumlar, tanrı, din ve inanç bu kez tamamen ön planda. Yüreği kaplayan varoluş acısı, bilinmezler, aşk dediğimiz bol soru işaretli ‘derin’ mevzu, bir ömür boyu söyleyememek, mesafeler, geçicilik, unutuş;  kaybolmuşluk, umutsuzluk, ihanet, sadakat, tutku gibi gündelik hayata sokulup, hepimizi içine alan kavramlarla buluşmuş. Modern hayatın çıkmazları, çevre, insan zavallılığı, demografi ve her yerde aynı şey… İnsan haritasının karanlık ve bilinmez tarafı; varoluşun ve içimizdeki bütün duyguların ilk kaynağı olarak düşünülen bilinmez güce; Malick’in söylemiyle Tanrıya yöneliyor. Bu yöneliş, bizi; cevaplarını bulamadığımız soruların kaynağına ve yaşarken çektiğimiz acıların telafisine götürür mü onu eşeliyor yönetmen. Fakat bütün şiirsel anlatıya ve Meksikalı görüntü büyücüsü Emmanuel Lubezki’nin eşsiz kamerasına rağmen, ruhanilik ve inançla fazla ilgilenen yapım, bir noktada sıkıcı bir hal almaktan ve fazla öznel olmaktan kurtulamıyor. Ustanın tekrar filmi oluyor, Venedik’te ‘Altın Aslan’ için yarıştığı romantik dramı. Az diyaloglu, kırılgan ve hüzünlü anlatıda; güzelliğiyle ‘hemen her şeye inandıran’ Olga Kurylenko ile resmi Oscar’lı ‘Argo’nun dünyeviliğinden sıyrılıp gelen Ben Affleck başrolleri üstleniyorlar. Rachel McAdams ile usta aktör Javier Bardem; orijinal adıyla ‘To the Wonder’ın öne çıkan diğer isimleri. (2,5 / 5)

 

EVE DÖNÜŞ: SARIKAMIŞ 1915

Reklam yönetmeni Alphan Eşeli’nin ilk uzun metraj sinema denemesi, bir ilk film için başarılı olarak nitelenebilir. Son dönemde sıkça karşımıza çıkan hamasi, milliyetçi yerli yapımlardan ayrılıyor koyu dram. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslara karşı yapılan ve yüz binden fazla askerin şehit düştüğü –ki çoğunun düşman silahıyla değil, soğuk hava koşullarına, sert doğaya yenik düşerek hayatını yitirdiği – Sarıkamış Harekatı’nın ardından geçiyor öykü. Doğu Anadolu, 1915’in Ocak ayından sonra, belirsizliğin ve karmaşanın hüküm sürdüğü sahipsiz; ölü bir bölgeye dönüşmüştür. Yolları bu bölgeye düşen yedi farklı insan, kendilerini; dondurucu soğukla birlikte yaşanan çetin doğa koşullarıyla, açlıkla ve imkânsızlıkla mücadele ederken bulurlar. Sığındıkları terk edilmiş, harabeye dönmüş bir köy evinde; vahşi doğaya karşı direnirlerken, en büyük düşmanın birbirleri olduğunu unutmuşlardır. Hayatta kalmak ve sağ olarak eve dönmektir tek amaç. Yönetmen Alphan Eşeli’nin, Serdar Tantekin ile birlikte yazdıkları senaryoyu, Hayk Kirakosyan görüntülemiş. Usta görüntü yönetmeninin etkileyici drama olan katkısı, gerçekten çok büyük. Macar besteci Mihaly Vig’in özgün müzik çalışması da, dramın keskinliğine eşlik ediyor. Uğur Polat, Nergis Öztürk ve Serdar Orçin’in başı çektiği gayet başarılı oyuncu kadrosunda Muharrem Bayrak, Şevket Süha Tezel, Sıla Çetindağ ve Şebnem Hassanisoughi’de yer alıyor. Gerçekçi, farklı bir yanı var öykünün. Örneğin, finalde yer alan epilogda da izlediğimiz gibi; dünya savaşına gidenlerin birçoğu; iradeleri dışında, mecburen cephede buluyorlar kendilerini. Eşlerinden, çocuklarından, sevdiklerinden, yuvalarından uzakta, nedenini bilmedikleri bir savaşta. Tabii, Kurtuluş Savaşı’ndan farklı bir konumu var bu savaşın. Politikanın ve müttefik ülkelerin baskı ve istekleriyle yönlendirilen bir halk var ortada. Tek düşünceleri; evlerine, onları bekleyenlere sağ salim dönmek olan! Çaresizlik içinde verilen hayatta kalma savaşının kuralsızlığına, acımasızlığına parmak basan insani öykü; alışageldik örneklerle karşılaştırınca ters köşeye yatırıyor izleyiciyi. Başarıyla kurulan atmosfer ve makyajı da içeren yapım tasarımı, öyküdeki birtakım boşluklara ve soru işaretlerine rağmen, ilgiyi ayakta tutmayı başarıyor. Senaryodaki bazı içi dolmayan noktalar rağmen, sinemamız adına özgün ve düzgün bir iş bu ilk film. Alphan Eşeli’yi takibe almak gerek! (3 / 5) 

 

UZUN BOYLU ESMER ADAM

Woody Allen’ın 2010 tarihli filmi, üç yıl gecikmeyle vizyonda! Ülkemize ciddi bir rötarla uğrayan orijinal adıyla ‘You Will Meet a Tall Dark Stranger’, bildik bir Woody Allen anlatısı. Romantik komedinin, ‘light’ bir Bergman atmosferine yedirilmiş şekli, Londra’da geçen bir insanlık halleri öyküsü. Allen, bu filmin ardından; 2011’de Paris’i ziyaret etmiş, En İyi Orijinal Senaryo Oscar’ını kazanan ‘Midnight in Paris / Paris’te Gece Yarısı’nı ve 2012’de Roma’da, ‘To Rome with Love / Roma’ya Sevgilerle’yi yönetmişti. Üç yıl öncesine döndüğümüz filminde Londra’da geçen bir öyküyle çıkıyor karşımıza usta sinemacı. Film, Allen’ın, yağmurlu, gri şehri fona aldığı dördüncü filmi. Daha önce, yine Londra’da geçen, üç şık filmi; ‘Match Point / Maç Sayısı’, ‘Scoop’ ve ‘Cassandra’s Dream / Cassandra’nın Rüyası’nı izlemiştik. İlerlemiş yaşında gençlik sevdası yüzünden eşini terk eden Alfie, eşi Helena’nın ardından; bir telekızla evlenir. Helena ise, kızının bulduğu ‘çakma’ falcı ile avunmaktadır. Falcı, uzun boylu, esmer, yakışıklı bir yabancıyla tanışacağını söyler Helena’ya. Bu arada, çiftin tek çocuğu Sally ise, başarısız roman yazarı eşi ile sorunlar yaşamaktadır. Herkes mutsuzdur; buna karşılık herkesin keyfi yerindedir. Trajiktir, varoluşunun ve bulunduğu yerde ne yaptığının anlamını bilmeyen insanın hali. Woody Allen, oyuncu kadrosunu yine oldukça iddialı isimlerden oluşturmuş. Anthony Hopkins, Naomi Watts, Antonio Banderas, Josh Brolin ve Gemma Jones zengin kadronun öne çıkan yıldız isimleri. Woody Allen’ın iyi filmleri arasında sayamayacağımız, buna karşılık asla kötü olmayıp, vasat sınırında gezinen yapım, oldukça ince ve lezzetli anlar içeriyor içermesine ama budur işte dedirtip, içli bir gülümsemeyle çıkarmıyor insanı, salondan sokağa. (2,5 / 5)

 

MUHTEŞEM VE KUDRETLİ OZ

Bütün zamanların en önemli, en sevilen ve en çok bilinen filmlerinden, Amerikan popüler kültürünün mihenk taşlarından olan 1939 tarihli ‘Wizard of Oz / Oz Büyücüsü’nün öncülü olabilecek yeni bir uyarlama var karşımızda. L. Frank Baum’un (1856-1919) ‘The Wonderful Wizard of Oz’ adlı kitabından uyarlanan (aslında Baum’un kaleme aldığı 13 romanı kaynak kabul eden) yeni filmi, sinemaya ‘korku sinemasına yeni bir ruh katan genç yetenek’ olarak girmiş, ardından Hollywood’un parlak isimleri arasına sokulup altın çocuklardan biri olmuş, usta sinemacı Sam Raimi yönetmiş. David Lindsay-Abaire ve Mitchell Kapner’in uyarladıkları fantastik macera, Kansas’lı üç kağıtçı, çıkarcı sihirbaz Oscar Diggs’in efsanevi ‘Oz Büyücüsü’ne dönüşmesinin hikâyesi. Orijinal filmin unutulmaz ana karakterleri Dorothy, Korkuluk, Teneke Adam ve Aslan yok bu kez karşımızda. Yeni karakterlerle tanışıyoruz. Oscar Diggs’e yoldaşlık eden sevimli komi maymun Finley, porselen küçük kız, iyi cadı Glinda,  kendi küçük, yüreği büyük, cesur ama aksi kahraman Knuck ve usta Tinker, 2013 versiyonunun yeni kahramanları. Orijinali gibi bir müzikal değil Sam Raimi’nin filmi ama içinde şarkılar ve danslar mevcut. Orijinal filme, Hollywood’un altın yıllarına ve yedinci sanatın bizzat kendisine saygılarını sunuyor film öte yandan. ‘Oz Büyücüsü’ olarak James Franco çıkıyor karşımıza. Birbirinden yetenekli ve güzel üç aktris; Michelle Williams, Rachel Weisz ve Mila Kunis, başarılı aktöre eşlik ediyorlar. Zach Braff, Bill Cobbs ve Tony Cox, filmin diğer isimleri. 1939 tarihli film kadar etkileyici ve sihirli değil tabii ki Sam Raimi’nin uyarlaması fakat son derece görkemli, konusunda uzman bütün teknik ustaların bir araya geldiği, üst düzey yapım tasarımına sahip, sanat yönetimi konusunda örnek gösterilebilecek bir iş duruyor perdede. ‘Oz’u, yeni nesillere sevdirecek ve özlemin eski tadını anımsatacak keyifli bir yapım olmuş, orijinal adıyla ‘Oz the Great and Powerful’. İnsanlar, en önemli hazineleri olan özgürlükleri için ayaklanıp, isyan ederler, sıradan bir adam, doğuştan gelen yeteneğini, zekâsı ve bilgisi ile birleştirerek, güç ve iktidar sahibi kötüleri alaşağı eder, son tahlilde dürüstlük, sevgi, dostluk ve iyilik; yaşamın en önemli oluş ve erdemleridir. Hemen her yaş, sinema salonunu doldurup izlemeli; renk cümbüşü ile akıllara kazınacak, bu görkemli masalı. (3,5 / 5)

 

 

Vizyonda bu hafta (8 Mart 2019)

Üçü yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni filme ev sahipliği yapıyor yeni hafta! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.

 

CAPTAIN MARVEL

-Nasıl kahraman olunur?-

Marvel evreninin ‘mütevazı’ süper kahramanı, özünde; düştükten sonra yeniden ayağa kalkmayı başaran ‘yaman’ bir kadın! 1990’ların ortasında, iki farklı uzaylı ırkının galaktik savaşı dünyanın ortalık yerinde sürerken, ‘sıradan’ görünen bir kadının geçmişini ve kim olduğunu keşfederek evrenin en güçlü kahramanlarından birine dönüşme hikâyesi… Carol Danvers, Vers ya da ‘Captain Marvel’… Carol Danvers, vatansever bir Amerikan vatandaşı olarak ilkin Marvel’ın 1968 yılında yayınladığı Marvel Super-Heroes’in on üç nolu sayısında boy gösterdi. Filmde Carol Danvers’in önce Vers’e, ardından da nihayet Captain Marvel’e olan dönüşümünü izliyoruz. 

Anna Boden ve Ryan Fleck’in birlikte yönettikleri bilimkurgu maceranın başrolünü Brie Larson üstleniyor. Usta aktör Samuel L. Johnson, Jude Law, Ben Mendelsohn, Djimon Hounsou, Clark Gregg ve bir diğer usta isim Annette Bening, Larson’a eşlik ediyorlar. Görüntü yönetmeni Ben Davis ve gelişmiş dijital efektler artı değer ekliyor öyküye. Filmin orijinal müziğine imza atan isimse bizden biri. 1980 İstanbul doğumlu Pınar Toprak! 2003 yılından bu yana Hollywood’da üretmeyi sürdürüyor başarılı besteci. Hans Zimmer’in yanında başlayan kariyerini, yükselen bir ivmeyle sürdüren Pınar Toprak, müziklerini yaptığı süper kahramana dönüşmüş adeta! Marvel’in babası Stan Lee’ye (1922-2018) ise saygı duruşu unutulmamış.

Marvel evreninin bu ez az tanınan belki de en mütevazı kahramanının öyküsü, cinsiyet eşitliğinin altını kara kalemle çizmesi, mizah içeren yapısı ve 90’ların müziğiyle yüklü soundtrack’iyle özel olmayı başarıyor. Sorun şahsi! Bu evrene olan mesafeniz belirliyor süper kahraman hikayeleriyle olan ilişkinizi. Herkesin süper kahramanı kendine tabii! Örneğin benim bu maceradaki favori kahramanım, galaksiler arası yolculukta karşımıza çıkan kahraman ve ‘tehlikeli’ kedi Goose! Öte yandan o da alet edilmiş, popülist dokunuşuna; kapitalist ve cin fikirli süper kahraman evreninin. (2,5 / 5)

 

PAPILLON

-Ey Özgürlük!-

Henri Charrière’in anı kitabından 1973 yılında, iki Oscar ödüllü senarist Dalton Trumbo ve Lorenzo Semple Jr. tarafından perdeye uyarlanan ve usta yönetmen Franklin J. Schaffner imzalı aynı adlı filmin yeniden çeviriminin yönetmen koltuğunda Danimarkalı Michael Noer oturuyor. Trumbo ve Semple Jr.’un orijinal uyarlamalarına son dokunuşu ise senarist Aaron Guzikowski yapmış. 

1973 tarihli filmde başrolleri paylaşan iki efsane isim Steve McQuenn ile Dustin Hoffman’ın rollerini yeniden çevirimde Charlie Hunnam ile geçtiğimiz günlerde “Bohemian Rhapsody” filminde ‘Freddie Mercury’ performansıyla ‘en iyi erkek oyuncu’ Oscar’ını elde eden Rami Malek üstleniyorlar. Anlatılmış en önemli ‘kaçış’ öykülerinden biri Papillon. Ülkemizde ‘Kelebek’ adıyla vizyona girmiş biyografik suç dramı, sadece özgün adıyla perdede bu kez. Suçsuz olduğu halde cinayetten mahkum edilen kasa hırsızı Henri ‘Papillon’ Charrière, gönderildiği şeytan adası olarak tabir edilen kayalıkta kurulmuş yüksek güvenlikli hapishaneden kaçmayı daha adaya ayak bastığı ilk anda koymuştur aklına. Burada tanıştığı bir diğer mahkum olan üçkağıtçı banker Louis Dega ile kaçış planı üzerinden gerçek bir dostluk kuracak ve imkansız olarak görülen kaçış için elinden ne gelse yapacaktır!

Hapsedilemeyen özgürlük tutkusu ve irade üzerine küçük bir başyapıt niteliğindeydi 1973 tarihli orijinal film. Yeniden çevirim, hissiyat, oyuncu performansı ve genel atmosfer üzerine ona yaklaşamasa da; rahatlıkla izletiyor kendisini. Özgürlük, dostluk ve umut öyküsü; bütün engellemelere rağmen insanın içinde diri kalan ve ‘deneme ve başarma ümidi’ üzerine kurmuş genel yapısını. Hollandalı aktör Yorick van Wageningen, İsviçreli Joel Basman ve Danimarkalı Roland Møller, uluslararası oyuncu kadrosunun öne çıkan diğer isimleri. Alman görüntü yönetmeni Hagen Bogdanski’nin kamerası da birinci sınıf. (3 / 5)

 

HERKES BİLİYOR

-Aşk, aile ve sırlar-

İranlı ‘auteur’ Asghar Farhadi, sekizinci uzun metrajını İspanya’da ve İspanyolca çekmiş. Prömiyeri, Altın Palmiye için yarıştığı Cannes’de gerçekleşen suç dramı, trajik bir olay sonrası, geçmişin duygularının ve sırlarının yeniden su yüzüne çıkmasını öykülüyor. Buenos Aires’te yaşayan Laura, kız kardeşinin düğünü sebebiyle çocuklarıyla birlikte, İspanya’ya, köyüne, baba ocağına geri döner. Düğün, mutlu bir buluşmaya vesile olmuştur ve Laura’nın eski aşkı Paco da, eşiyle birlikte kutlamalara katılır. Coşkulu kutlamanın gecesinde, Laura’nın büyük kızı kaçırılır. Kızın, fidyecilerin elinden kurtarılması için bütün aile üyeleri, yakın dostlar ve köy ahalisi el ele verir. Laura’nın Arjantin’deki eşi de gelir ve geçmişin sırları ve duyguları bir bir ortaya dökülür. 

Penélope Cruz ve Javier Bardem’in başrolleri paylaştığı Farhadi filminde Arjantinli usta aktör Ricardo Darín de rol alıyor. Yürekten silinmesi, unutulması zor bir aşk öyküsü etrafında, geçmişin ve ailenin sırları üzerinden farklı bir suç öyküsü yaratmaya çalışmış usta İranlı sinemacı yazıp yönettiği yeni filminde. Başarılı olamamış fakat! Kendi ülkesinde, kültüründe ve kendi dilinde anlattığı hikayeler, deştiği meseleler bu kez ortada yok. Yüzeyde gezinen bir takım zorlama oluşlar, hisler çıkıyor karşımıza bazı anlar. Farhadi’nin bildik hakikiliği ve bilgeliği, İspanya’da, İspanyolca geçen öyküde bir hayli yara almış. Yabancılaşma yaşadığı söylenebilir Farhadi’nin değindiği ve anlattığı hemen her şeye! Tanımadığı ve ait olmadığı bir kültürde, yerele dokunmayı, hissetmeyi başaramadan evrensel bir takım hissiyat durumlarıyla uğraşmış ama ı-ıh! ‘Yaptım oldu’ durumu, bir parça sırıtıyor perdede.  

Cruz ve Bardem ikilisi, kurtarmaya yetmemiş vaziyeti. Filmin en kayda değer yanı ise, görüntü yönetmeni José Luis Alcaine’nin kamerası olmuş. (2 / 5)  

Benedikt Erlingsson imzalı İzlanda-Fransa-Ukrayna ortak yapımı ‘Kona fer í stríð / Woman at War’ ve Kanada yapımı animasyon ‘Racetime / Kartopu Savaşları 2’ ile birlikte üç yerli yapım; Ali Kemal Çınar’ın yazıp yönettiği ‘Arada’, yönetmen koltuğunda Kudret Sabancı’nın oturduğu ‘Kapan’ ve Utku Uçar imzası taşıyan korku örneği ‘Hüddam 2’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. 

MURAT ERŞAHİN

 

 

 

 



Diğer Yazılar