Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

08 KASIM 2013

07 Kasım 2013 Perşembe 21:12
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Beş filmlik yeni haftanın notlarımız arasında yer alamayan yapımları, bir devam filmi olan yerli yapım ‘Hükümet Kadın 2’ ve ‘Populaire / Popüler’ adındaki Fransız komedisi. Hemen her zevke seslenen haftanın en önemli filmi ise, başka sinema kapsamında vizyon gören Altın Palmiyeli romantik dram ‘Mavi En Sıcak Renktir / La vie d´Adèle’. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insana sıkı sıkıya sarılmayı ihmal etmeyin. Herkese iyi seyirler!

MAVİ EN SICAK RENKTİR
Haz ve aşk. Mutluluk. Mutsuzluk. Büyümek. Acı çekmek çoğunlukla. Sevişerek büyüyen, yitiren, bolca gözyaşı döken ve haliyle acılı, olgun bir kadın haline gelen Adèle’in öyküsü izlediğimiz. Ergenliğin ardından kaybolan, kendini arayan ve sonunda bulan genç bir kadının hikayesi, Tunus doğumlu Abdellatif Kechiche’nin Altın Palmiyeli ve toplam otuz altı ödüllü romantik dramı. On sekiz yaşına basmak üzere olan Adèle’i tanıyoruz. Sosyal, politik oluşlara duyarlı, orta sınıf bir ailenin tek çocuğu. Sıradan bir genç kız. Karşı cinsle yaşadığı ilk cinsel deneyiminde aldığı haz ve his; duyarlılığı ve beklentileriyle ters orantılı olunca, farklı bir arayışa yöneliyor. Sonra bir gün, hayatının akışı değişiyor, mavi saçlarıyla eksantrik Emma’yı gördüğünde. Karşı durması neredeyse imkansız bir güdüyle tutkuyu keşfediyor Adèle. Gerisi, hayat! Büyüten hayattır insanı diyor, iki kadının olanca masumiyetiyle yaşadıkları gerçek aşkı ve genç bir kızın, olgun bir kadına dönüşürken geçirdiği değişimi, neredeyse belgesel çıplaklığıyla öyküleyen film. Adèle’in bütün duygularına an be an şahit oluyoruz. İnanıyoruz onun, Emma’ya olan aşkına. Genç, saf ve aşık yüreğinin atışının gücünü duyuyoruz. Aşkın içinde yer alan hazzın, aşkla birlikte yaşanan tutkunun önemini yeniden kavrıyoruz. Bir kız büyüyor diyor Kechiche, Julie Maroh’un, ‘Le Bleu est une couleur chaude’ adlı çizgi romanından perdeye uyarlanan filminde. Birbirine aşık olan iki genç insan, onları kuşatan çevre, zorluklar, kabullenişler, ayrılık, yalnızlık ve aşkı sınayan hayat. Yaşanan acı ve elde kalanlar oluşturur kişiliğimizi. Deneyim, çektiklerimizdir. Yaşarken, karşılaştıklarımız. Dünyayı daha yaşanır kılan, isyan duygusu ve gençliktir öte yandan. Filmde bolca yer aldığı gibi, çevreyi; dönüştürme, değiştirme arzusudur. Eşcinsel bir ilişkinin filmi diye bakılmamalı iki genç kızın, bütün çıplaklığı ve olanca doğallığıyla öykülenen aşklarına. Onlar sadece iki kadın, o kadar. Başka şeyler de olabilirlerdi. Aralarındaki aşk ve ilişkilerindeki bütün her şey üzerine bir film bu, paylaştıkları haz dahil! Sınıfsal farklılıklar, ilişkilerine etki ediyor tabii. Kültürel farklılıklar, belirleyici rol oynamasa da, önemli etmenlerin başında geliyor. İki genç kadının çırılçıplak bedenleri, bir an bile bayağılaştırmıyor izlenceyi, güzelleştiriyor aksine. Doğallık çünkü izlediğimiz. Birbirini tutkuyla seven iki bedenin yaşadıkları güzel aşk! Duygular en çabuk yoldan perdeden geçsin istemiş Kechiche. Yakın planı tercih etmesinde ve gelişen olayların ardında yer alan tablo görüntülerde bunun rolü büyük. Kırılgan, çoğu zaman salya sümük ağlayan Adèle, içinde olduğu anı çok yoğun yaşıyor. Yaşaması gerektiği gibi. Her gencin yaşadığı gibi. Dokunmak istiyorsunuz uzanıp perdeye, genç kızın gözyaşlarını silmek. Bülent Ortaçgil şarkısı gibi hissiyat: ‘Bugün yağmur bir kadın saçıdır, yeryüzüne dökülen. Upuzun, ince ince, karanlık, kokulu. Sen ki aşkta aldatıldın, yüreğin taş parçası. Dinle, yağmuru dinle, teselli bul türküsünden. Her şey olur, her şey büyür, her şey geçer, hayat kalır.’ İki kadın oyuncusuyla birlikte Altın Palmiye’ye layık görülen ilk film olarak tarihe geçen, orijinal adıyla “La vie d´Adèle”in yıldızları Léa Seydoux ile Adèle Exarchopoulos, zihinden çıkması zor performanslar sergiliyorlar. Özellikle Adèle Exarchopoulos kelimeler ötesi! İçini çekerek ağlayan genç kızı avutmak bir ihtiyaç hissi oluyor oturduğunuz koltukta. Her şeyiyle hayatın gücü üstüne bir film bu. Bir dönüşüm, bir kişilik oluşturma ve dünyayı katlanabilir kılan tek şey olan aşk üzerine. (4 / 5)

UZAY OYUNLARI
Dünya ve insanlık, uzaylı Formic’lerin saldırısından, Komutan Mazer Rackham’ın efsanevi cesareti ile kurtulmuştur. Yıllar sonra, bir sonraki muhtemel saldırıya hazırlık yapan uluslararası ordunun komutanları, geleceğin Mazer’ini bulduklarına inanmaktadırlar. Olağanüstü yeteneklere sahip, cesur genç Ender Wiggin, Formic’lere karşı olan saldırıda komutanlığı üstlenecek tek adaydır. 2005 tarihli ‘Tsotsi’ ile en iyi yabancı film Oscar’ını, ülkesi Güney Afrika Cumhuriyeti’ne kazandıran, ardından Hollywood’un yolunu tutan ve ‘X-Men Origins: Wolverine / X-Men Başlangıç: Wolverine’i çeken Gavin Hood yönetimindeki bilimkurgu aksiyon, filmin yapımcılığını da üstlenen Orson Scott Card’ın aynı adlı kitabından, yine Hood ve Card tarafından uyarlanmış perdeye. Martin Scorsese imzalı beş Oscarlı ‘Hugo’ filminin yıldızı Asa Butterfield ile aynı filmin usta aktörü Ben Kingsley, yeniden bir aradalar. Üstelik yanlarında Amerikan mitinin önemli figürlerinden Harrison Ford’da var. Yetenekli genç aktris Abigail Breslin ve iki kez Oscar için yarışmış Viola Davis, diğer önemli rolleri üstleniyorlar bir seriye dönüşmesi muhtemel bilimkurgu serüveninde. New Orleans’taki gerçek NASA merkezinde gerçekleşen çekimleriyle, çocuklardan tutun, türün meraklılarına dek, ilgiye değer bir yapım. Militarist içeriğini törpüleyen, barış ve dostluk nüansıyla, sıkılmadan izletiyor kendini. (2,5 / 5)

CARRIE: GÜNAH TOHUMU
Carrie White, okul arkadaşları tarafından sürekli alay edilen, dışlanan ve son derece tutucu, tamamen toplum dışında kalmış, akli dengesi yerinde olmayan, sorunlu annesiyle yaşayan yalnız bir kızdır. Telekinetik güçleri ise en önemli sırrıdır genç kızın. Bu gücünü kanıtlamak için kanlı bir finale ihtiyaç vardır belki de! Stephen King’in ünlü romanının yeni uyarlaması, Brian De Palma imzalı 1976 tarihli orijinalinin kalitesinden oldukça uzak. Ne sihri var, ne de duygusu. King’in ilk romanı, De Palma’nın sihirli dokunuşuyla perdeye yansıdığında, korku sinemasında bir eşik atlanıyordu. Yeni uyarlamanın yönetmeni, 1999 tarihli ‘Boys Don’t Cry / Erkekler Ağlamaz’ ile sesini duyuran ama gerisini getiremeyen Kimberly Peirce. Orijinal filmin anne-kızını, ikisi de, en iyi kadın ve en iyi yardımcı kadın oyuncu dallarında Oscar adayı olan Sissy Spacek ve Piper Laurie canlandırmışlardı. Yeni filmin ‘Carrie’si ise, ‘Hugo’da da yer alan 1997 doğumlu yetenekli aktris Chloë Grace Moretz. ‘Anne’ rolünde ise usta oyuncu Julianne Moore’u izliyoruz. John Travolta, Nancy Allen, Amy Irving ve William Katt ise, Carrie’nin okul arkadaşları olarak çıkıyorlardı karşımıza ilk filmde. Yeni filmde, genç kızın gazabına uğrayan gençlere, Gabriella Wilde, Portia Doubleday ve Alex Russell ve Ansel Elgort hayat vermişler. Orijinal filmin derinliğinden tamamen uzak, geçiştirilmiş hissi veren bir yeniden çevirim. Sırtını, sadece özel efektlere dayamış, yeni nesil için ‘fast-food’ bir “Carrie” işte! (1,5 / 5) MURAT ERŞAHİN




Diğer Yazılar