06 MART 2020
İlkbaharın ilk vizyon haftasına, beşi yerli yapım olmak üzere toplam dokuz yeni film merhaba diyor. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! İyi seyirler herkese.
SEBERG
-Soru işaretli yıldız-
Yeni Dalga başyapıtlarından Jean-Luc Godard imzalı, 1960 tarihli ‘À bout de souffle / Serseri Aşıklar’ ile uluslararası üne kavuşan ABD’li aktris Jean Seberg’in gizemli ölümüne dek uzanan hayatının ‘sansasyon içeren’ bir dönemi beyazperdede. 1938’de doğan, 1979’da on gündür kayıp olduğu Paris’te bir arabanın içinde, henüz kırk yaşındayken ölü bulunan, muhalif ve aktivist efsane aktrisin hayatının belirli bir bölümünü izliyoruz. Özellikle Yeni Dalga ikonu olarak tanınmış Seberg’in, altmışlı yılların ikinci yarısında Hoover’ın liderliğindeki FBI’ın radarına girdiğine tanıklık ediyoruz. Emile Ajar adıyla da yazan, en çok ‘Onca Yoksulluk Varken’ romanı ile tanınan, 1914-1980 yılları arasında yaşamış usta romancı, yönetmen ve diplomat Romain Gary ile evli olan ve bir çocuk annesi Seberg’in, sivil ve politik haklar aktivisti Afro Amerikalı Hakim Jamal (1931-1973) ile girdiği romantik ilişki, Afro-Amerikan Birliği’ne yaptığı yüksek bağışlar ve tutucu beyaz otoriteden aldığı tepki…
Joe Shrapnel ve Anna Waterhouse tarafından kaleme alınan senaryoyu, tiyatro kökenli isim Benedict Andrews yönetmiş. ‘Jean Seberg’i, yıldızı hızla parlayan, elli filmi aşan kariyeriyle artık aranan bir aktris olan Kristen Stewart canlandırıyor. Anthony Mackie, Yvan Attal, ‘Starred Up / Yüksek Risk’ ve ‘’71’ ile ünlenen İngiliz aktör Jack O’Connell, Margaret Qualley, Vince Vaughn, Colm Meaney, Stephen Root ve Zazie Beets, seçkin kadronun diğer isimleri. Titiz sineması yanında, Avustralyalı Jed Kurzer’in orijinal müziği ve soundtrack’ıyla dikkat çeken biyografik dram, senaryosundaki bol soru işareti ile zihni meşgul ediyor seyir sırası ve sonrasında!
Her şeyden önce izlediklerimiz ne denli doğru? Gizemli ölümü dahil hemen her hareketiyle otoriteyle derdi olan muhalif aktivist Jean Seberg’in hayatının bize sunulan kesitin ne kadarı gerçek? Tahminlere ve farazi bir kurguya dayalı olduğunu düşündüren senaryo, bize biyografisi sunulan aktris hakkında çok az ipucu veriyor. Kör göze parmak oluşlar, kaba detaylar, nobran tasvirler, yüzeysel dokunuşlar, Seberg gibi eksantrik bir figürün derinliği ve gizemine hiç mi hiç yakışmıyor sanki! Kirsten Stewart ise tamamen yanlış bir seçim olduğu hissini bırakıyor bünyede. Olgun, hüzün ve düşünce ile keskinleşmiş öksüz ifadesi ve bazı anlar büründüğü femme-fatale ruh haliyle hiç ilgisi yok Stewart’ın. Çok iyi bir aktris tamam fakat ‘Seberg’, sanki ‘başka’ biri tarafından canlandırılmalıydı diye düşünüyor insan son jenerikler akarken… (2 / 5)
YOKUŞ AŞAĞI
-Sorgular ve biz-
İsveçli Ruben Östlund’un yazıp yönettiği 2014 tarihli kara mizah ‘Force Majeure / Turist’, batının kendini güvende hissetme durumuna, yalancı konformizm anlayışına, ‘mutlu aile’ kavramına, ilişkilere, aşka, sınıf ayrımı, ırkçılık gibi çok önemli mevzulara, ‘uygarlık’ ve ‘çağdaş insanın kurumsal yapısı’ pencerelerinden, ‘tatlı sert’ ve netameli biçimde bakıyordu. Fransa Alplerinde kayak tatiline giden üst-orta sınıf İsveçli bir aile, otelin dağın eteklerine bakan terasında, öğlen yemeklerini yerken, ufak bir çığ düşüyordu üstlerine. Anne, çocuklarını korumak derdindeyken, baba bir anda düşmekte olan çığ karşısında kaçmayı seçiyordu. Kendi canının derdine düşen adam, hiçbir şey olmamış gibi masaya geri döndüğünde, ilişkiler, otorite, aile, bağlılık, sevgi gibi içi dolu kavramlar sorgulanmaya başlıyordu. İsveçli aile ve oteldeki arkadaş ve diğer konuklar üzerinden müthiş bir steril Avrupa eleştirisi yapıyordu sarsıcı film. Cannes Film Festivali’nin ‘belirli bir bakış’ bölümünde jüri ödülü alan yapım, özellikle finali itibariyle, Bunuel klasiklerinden 1972 tarihli ünlü film ‘Burjuvazinin Gizli Çekiciliği’ne selam gönderiyordu. İnsan doğası, aile kurumu, üzerimize ‘giyindiğimiz’ roller, ‘gibi’ yapmalar, ‘oyalanmalar’, seçkinci tavırla hayatı algılama, ‘umursama’ meselesi, sahicilik ve gerçekten yaşıyor olup olmamamız gibi hakiki durumlara çok içten ve zaman zaman kara mizahla yaklaşıyordu bu cesur ve acımasız film. Metni destekleyen şahane sinematografiyi oluşturan görüntünün ve kusursuz ses miksajının enfes uyumu dikkat çekiyordu. ‘Yaşıyorken, bir eksikliğin ya da yavanlığın farkına varıp, arada bir durup başka yerlere, kim bilir, belki de aynaya bakmak ihtiyacı duyanlara!’ diye noktalamıştık eleştiri yazısını.
Filmin yeniden çevrimi karşımızda şimdi. Bağımsız ruhlu ABD yapımı, Östlund’un orijinal filminden esinlenmiş, yüzeyin altına fazla dalmamış olsa da; bir takım; üstelik ‘yerinde’ farklılıklarla, izlenir olmayı başaran bir uyarlama olarak yansımış perdeye. 2011 tarihli Alexander Payne filmi ‘The Descendants / Senden Bana Kalan’ ile en iyi uyarlama senaryo Oscar’ını elde eden Nat Faxon ve Jim Rush’ın birlikte yazıp yönettikleri kapkara mizahın senaryo ortaklarından biri de, İngiliz senarist Jesse Armstrong. İki ‘sıkı’ oyuncu sürüklüyorlar öyküyü. Will Ferrell ile Julia Louis-Dreyfus’un olgun ve ne yaptığını iyi bilen performanslarına Miranda Otto, Zoe Chao ve Zach Woods eşlik ediyorlar. Orijinal filmde de rol alan Norveçli usta aktör Kristofer Hivju, yeniden çevrime renk katmış! Bu kez Avusturya Alplerindeyiz. Billie ve Pete’in, iki erkek çocuklarıyla birlikte, aile ‘ilişkilerini’ sağlamlaştırmak için çıktıkları kayak tatilinde, bildiğimiz ‘ufak’ felaket sonrası girişilen hesaplaşmalar… İyi yazılmış, orijinal filmin bir kısım fazlalık ve gösterişini törpülemiş kaliteli senaryo, kayda değer bir yeniden çevrim sunuyor izleyiciye. Her zaman olmaz; bu kez olmuş! (3,5 / 5)
NUH TEPESİ
-Son istekler-
Orta yaş kriziyle boğuşan ve bebek bekleyen eşiyle sorunları olan Ömer, ölümcül bir hastalığa yakalanıp Paris’ten dönen, yıllardır görmediği babasının ‘son isteği’ni yerine getirmek üzere; babasıyla birlikte, İstanbul’dan; köylerine doğru yola çıkar. Ömer’in babası, öldüğü zaman köyün tepesinde bulunan, yıllar önce kendisinin diktiğini iddia ettiği bir ağacın altına gömülmek istemektedir. Başta muhtar ve ailesi olmak üzere köylüler ise, ağacın Nuh Peygamber tarafından dikildiğine ve altında edilen duaların kabul olduğuna inanmaktadırlar. Şehirden gelen baba-oğul ve köylüler arasında inatçı bir ‘çatışma’ başlar.
Önemli bağımsız film festivallerinden New York ‘Tribeca’dan iki, Adana Altın Koza’dan ‘En İyi Film’, ‘En İyi Yönetmen’ ve ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’ dahil üç ödülle ayrılan dramı, Cenk Ertürk yazıp yönetmiş. Haluk Bilginer ve Ali Atay’ı baba-oğul rolünde izlediğimiz yapımda diğer önemli rolleri Mehmet Özgür ve Hande Doğandemir üstleniyorlar. Titiz görüntü yönetimindeki imza ise Federico Cesca’ya ait.
Sevgi, öfke, korku, cesaret, acı çekmek, sözler, dilekler, inanç, hurafeler, aidiyet, kimlik, kopuşlar, baba-oğul ilişkisi, birliktelik, kökler, vicdan ve insana ait bir kısım derin oluş. İyi oynanmış, plastiği sağlam fakat elindeki ‘beylik’ öyküyü pek iyi değerlendirememiş, ‘duygusu’ eksik bir yapım ‘Nuh Tepesi’. (2,5 / 5)
Ülkemizde de yayınlanmış, yetmişli yılların popüler TV dizisinden uyarlanan, Jeff Wadlow’un yönettiği ‘Fantasy Island / Hayal Adası’, özellikle küçük yaştaki izleyiciye seslenen Rusya yapımı animasyon ‘Fixies vs. Crabots / Tamircikler Robotçuklara Karşı’ ile birlikte dört yerli yapım; İsmail Baki Tuncer’in hayat verdiği karakterin üçüncü macerası olan, Nuri Yıldız’ın yönettiği komedi ‘Sabit Kanca: Son Soru’, Çanakkale Savaşı’nı fon alan, Hüseyin Özden ve M. Hakan Kurşun’un birlikte yönettikleri dram ‘Mendilim Kekik Kokuyor’, başrolünde Yasemin Sakallıoğlu’nu izleyeceğimiz, Şahan Gökbakar’ın Müge Manuş ile yönetmen koltuğunda oturdukları komedi ‘Zengo’ ve Gökhan Arı’nın yazıp yönettiği korku örneği ‘El-Deccur’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar herkese iyi seyirler. MURAT ERŞAHİN