Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

03 KASIM 2023

02 Kasım 2023 Perşembe 18:03
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Kasım ayındayız! 3 Kasım haftasının vizyonunda ‘Atatürk’ filmi dikkat çekiyor! Özenli, emeği bol, yaman bir çalışma olmuş! Yediden yetmişe her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının mutlaka izlemesini tavsiye ediyorum.
3 Kasım haftasına tarih sayfalarını karıştırıp şöyle bir baktığımızda sanat bölümünde neler görüyoruz… Beyazperdenin güçlü ve dahi ozanlarından Pier Paolo Passolini, 3 Kasım 1975 yılında öldürüldü. Bir sinema şehidi kendisi! 6 Kasım günü yirminci yüzyılın en büyük romancılarından biri olan, ‘Niteliksiz Adam’ romanının yazarı Robert Musil doğdu. Thomas Mann, ona ‘ölümsüzlüğünden sizinki kadar emin olduğum bir başka Alman yazarı yok’ diye yazmıştı. 8 Kasım 1674 yılı, ‘Yitik Cennet’i kaleme alan İngiliz şair John Milton’un hayatını kaybettiği gün. 4 Kasım 1982 dev sinemacı Jacques Tati’nin hayatını kaybettiği gün. Beyazperdenin en yakışıklı büyük yıldızlarından Steve McQuenn’de 7 Kasım 1980’de aramızdan ayrılmış. Büyük müzisyen ve ozan Leonard Cohen 2016 yılının 7 Kasım günü terk etmiş bizi. Yeşilçam’ın en önemli figürlerinden olan Erol Taş’ın hayat veda ettiği tarihse 8 Kasım 1998. Usta Fransız aktör Yves Montand, 9 Kasım 1991’de gözlerini yummuş hayata! Buna karşın 6 Kasım, beyazperde yıldızları Ethan Hawke, Emma Stone ve Thandiwe Newton’un doğum tarihleri.
Kasım ayının fon ve başrolde olduğu bazı filmler: İrlandalı yönetmen Pat O’Connor imzalı 2001 yapımı ‘Sweet November / Kasımda Aşk Başkadır’ başrollerini Charlize Theron ve Keanu Reeves’in paylaştıkları bir romantik dram. İflah olmaz romantiklere önerilir! Rainer Sarnet’in yönettiği 2017 tarihli Estonya filmi ‘November / Kasım’, bol ödüllü, fantastik tatlar içeren bir korku dramı! Mel Stuart’ın yönettiği, 1964 yapımı tarihi biyografik belgesel ‘Four Days in November / Kasım’da Dört Gün’ ise, John F. Kennedy suikastına incelikle bakan titiz bir dokümanter.
Sonbaharın son ayı Kasım! Kış çok yakında… Yeni, taze başlangıçlar, umudun omuz başında koyu bir umutsuzluk bazıları içinse…

Metin Altıok’un ‘Sonbahar’ şiiri ile koyalım noktayı!

‘Sonbahar -ki acının değişmez dipnotudur-
Sesinin solgun göğünde
Küçük bir yıldızla bir harfi tutuşturur.
Savrulur her yana kavruk kelimelerle,
Yüreğini acıyla buruşturur.
Bakışının pasıyla zırhlanan dünya,
Binlerce pıtrak yapıştırır yüzünün kumaşına
Sonbahar -ki doyumsuz bir aşkın sonudur.’


SİNEMA TARİHİNDEN 5 KLASİK
Hyppolit a lakáj

(Yönetmen: Steve Sekely / 1931)

Meseautó

(Yönetmen: Béla Gaál / 1934)

A tizedes meg a többiek

(Yönetmen: Márton Keleti / 1965)

A tanú / Tanık

(Yönetmen: Péter Bacsó / 1969)

Az ötödik pecsét / Beşinci Mühür

(Yönetmen: Zoltán Fábri / 1976)


Vizyonda bu hafta (3 Kasım 2023)
İkisi yerli yapım olmak üzere toplam altı yeni filme merhaba diyor Kasım ayının ilk vizyon haftası!
İki film halinde tasarlanmış ve Mehmet Ada Öztekin imzalı ‘Atatürk 1881-1919’un ilk filmi, Cannes’den Altın Palmiye ile dönen Justine Triet’in yönettiği karanlık dram ‘Anatomie d'une chute / Bir Düşüşün Anatomisi’ ve popüler bir video oyunu uyarlaması olan korku-gerilim ‘Five Nights at Freddy’s / Freddy’nin Pizza Dükkânında Beş Gece’, haftanın notlarımız arasında yer alan yeni yapımları!

 

ATATÜRK 1881-1919
(1.FİLM)
-Lider olmak nedir?-

Yönetmen koltuğunda Mehmet Ada Öztekin’in oturduğu, altı bölüm halinde çekilen iki filmden oluşan ‘Atatürk 1881-1919’un ilk üç bölümü, yani ilk filmi beyazperdede! Aras Bulut İynemli’nin ‘Atatürk’ü ‘başarıyla’ canlandırdığı tarihi biyografik dram, Atatürk’ün hayatının fazla bilinmeyen tarihsel noktalarına değinen, yetim bir çocukken, gerçek bir kahramana nasıl dönüştüğünü, hangi özellikleriyle bir lider haline geldiğini; ezber edilen değil, yaşanmış gerçeklikleri; büyük lidere yakıştığı gibi; devrimci ve muhalif bir tonda aktaran başarılı bir biyografi! Hatta oldukça başarılı.
Çocukluğundan, onu bir lider yapan memleket ve dünya şartlarına, ince detaylarla değiniyor yapım. Mustafa Kemal’in, görevlerini itinayla yerine getiren bir Osmanlı subayıyken, içinde yatan millet aşkını, Osmanlı’nın reforma kapalı, hatalı, baskıcı, köhnemiş yönetimini, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderleri arasında yer alan Enver Paşa ile düştüğü fikir ayrılıklarını ve nihayet her şeyden fazla olan memleket sevdasını pek çoğumuzun unuttuğu hatta bilmediği tarihsel detaylarla öykülüyor. Örneğin, Enver Paşa’nın atamasıyla pasif bir göreve, Selanik’te bulunan tren istasyonluğu şefliğine getirilişi, burada kaldığı süre boyunca kendini geliştirmesi, askeri manevra taktikleri başta olmak üzere hemen her konu üzerine bol bol okuyup, geleceğe dönük notlar alması; şahsen benim fazla bilmediğim bir dönemdi. Atatürk’ün asker olmanın ötesinde bir birey olarak toplumsal ve politik değişimlere karşı görüşleri de yer alıyor yapımda. Onun salon adamlığı, kendini an be an geliştirmesi, kültürel yapısı, kişisel ilişkileri, dostlarıyla olan bağı, halkına ve ailesine olan sevgisi ilk filmin odağında yer alan diğer ayrıntılar.
Sarp Akkaya, Songül Öden, Esra Bilgiç, Mehmet Günsür ve Celile Toyon, oyuncu kadrosunun diğer isimleri. Senaryosu Necati Şahin imzası taşıyan tarihi biyografinin görüntü yönetimi Danimarkalı Torben Forsberg. Titiz ve son derece ayrıntılı yapım tasarımı, dolayısıyla sanat yönetiminden kostüme ve makyaja dek birinci sınıf prodüksiyonun kanıtı!
Yüzyılın en önemli figürlerinden, dahi bir asker, devlet adamı ve devrimci olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün, Atatürk olma yolunda yaşadıkları ilk filmin ana temasını oluşturuyor. Kimi anlar gözleriniz dolarak izlediğiniz ayakların yere basan yapım, ajitasyon ve hamasetten uzak, tarihsel gerçeklikten kopmadan yaratılmış. En önemli başarısı da bu kanımca. Emeği bol, ‘yaman’ filmi mutlaka izlemelisiniz. (4 / 5)

 

BİR DÜŞÜŞÜN ANATOMİSİ
-Ruh üşümesi üzerine-

Fransa’da, İzole bir bölgede bulunan dağ evlerinde karların üzerinde kanlar içinde bulunur Samuel’in cesedi. Alman yazar Sandra ile evlidir Samuel ve bir trafik kazası sonucu görme yetisini yitirmiş on bir yaşında Daniel adlı bir çocukları vardır çiftin. İlk bakışta yüksekten düşerek ölmüş gibi görünen adam hakkında soruşturma derinleşir ve ölüm nedeninin intihar mı, kaza mı, cinayet mi olduğu kesinleşmeyince Sandra, savcılık tarafından cinayet şüphelisi ve sanığı olarak mahkemeye verilir. Bu ölümün detaylı biçimde sorgulandığı mahkeme süreci, çiftin çalkantılı ilişkilerinin derinine iner ve aile için rahatsız edici, psikolojik bir yaraya dönüşür…
Aslında bir ilişkinin anatomisi izlediğimiz! Şüphe, bencillik, psikolojik çıkmazlar, zayıflık, hayal kırıklıkları, sevgi, aile, pişmanlıklar, intikam ve bütün bunların odağında yer alan bir eş ve bir oğul… Küçük ilişki üçgenlerini, bir mahkeme fonunda ve soru işaretleri yağmurunda işleyen yapım, bir belgesel titizliği ve mesafesinde izleyicisini soğukkanlılıkla bir aile trajedisine yakından bakmaya ikna ediyor. Cannes Film Festivali’nde ‘Altın Palmiye’nin sahibi olan Fransa yapımı, Justine Triet imzalı. Başrol oyuncusu Alman aktris Sandra Hüller’in müthiş performansına, Swann Arlaud, Antoine Reinartz, Samuel Theis, Jehnny Beth ve son derece başarılı bir oyunculuk sergileyen genç aktör Milo Machado Graner eşlik ediyorlar. Tolstoy’un, ‘mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır’ sözü üzerinden hareketle ayrıntılı bir ilişki durumu analizi perdeye yansıyan yapım. Birbirlerine aşık çiftin zamanla aralarındaki büyüye nasıl ve ne zaman veda ettikleri, farklı seçimleri, hayatı adlandırma ve onunla baş etme yöntemleri, ilişkilerinin meyvesi olan küçük çocuğun tanıklığıyla sunuluyor.
Psikolojik sorunların açılımı üzerinden, kimi zaman gerilimi yüksek bir mahkeme dramı izlediğimiz. Şüpheyi canlı tutarak sorular sorduran ve cevapları anlık ters köşe oluşlarla süsleyen karanlık dram, insan ruhuna keskin bir bakış fırlatıyor. İki buçuk saatlik süre belki biraz fazla fakat yönetmenin öyküye hâkimiyeti ve mesafeli nakil işlemi, Altın Palmiyeyi kazandırmış kendisine. İnsan yüreğinin ve zihninin en karanlık odasından, ham sevginin ve kaygısız aşkın, nasıl da yalnızlık, öfke, korku, endişe, kıskançlık ve çıkışsız bir trajediye dönüştüğünün sahici yol haritası bir bakıma… (3,5 / 5)

 

FREDDY’NİN PİZZA DÜKKÂNINDA BEŞ GECE
-Hayalet oyuncaklar!-

Scott Cawthon tarafından ‘multimedia fusion’ ile üretilen, geliştirilen, tasarlanan ve yayımlanan ‘hayatta kalma-korku oyunu’ türündeki bağımsız video oyunu serisi olan aynı adlı popüler oyunun beyazperde uyarlaması Emma Tammi imzası taşıyor. Güvenlik görevlisi olarak çalışan, küçük kız kardeşine bakan sorunlu ve yoksul genç adam, işsiz kalınca, son çare olarak terk edilmiş Freddy Fazbear’ın Pizza Dükkânı’nda gece güvenliği olarak çalışmaya başlar. Bu tuhaf ve netameli mekândan sabahın ilk ışıklarını görüp sağ çıkabilmek oldukça zordur!
Çocuk yaştan itibaren beyazperdeye emek veren Josh Hutcherson’u başrolde izleyeceğimiz gizemli korku-gerilimde diğer önemli rolleri Matthew Lillard, Elizabeth Lail, beyazperdede görmeyi özlediğimiz Mary Stuart Masterson ve gencecik aktris Piper Rubio üstleniyorlar. Ülkesi ABD’de, hafta sonunda elde ettiği 78 milyon dolarla yılın en iyi, tüm zamanların ise üçüncü en iyi korku filmi açılışına imza attı popüler yapım! Cadılar Bayramı hafta sonu açılış rekorunu kırarak kendi türü içinde itibar da kazanan korku-gerilim, içine hayaletlerin hapsolduğu oyuncaklarla, kapanmış; eski bir pizzacı dükkânında kurbanlarını tuzağa düşürüyor. Hüzünlü ve oldukça dramatik bir tarafı da var filmin. Öykünün ipuçlarını vermeden, yapımın içerdiği trajik tadı belirtelim. Tutturamamış, yevmiyeli karakterler, kayıp, tutsak ruhlar… Uyarlandığı popüler oyunu sevenler için lezzeti bambaşka olsa da, benim gibi meseleyle ilintisi olmayan bir eleştirmeni de oyalıyor pekala! (3 / 5)

Notlarımız arasında yer alamayan haftanın diğer yenilerine bakacak olursak…
Mısır yapımı komedi ‘Wesh X Wesh / Yüz Yüze’, evliliklerinde problem yaşayan bir çiftin, bu sorunların çözümü için ailelerini olaya dahil etmesiyle gelişenleri taşıyor perdeye. Senarist ve yönetmen Waleed El Halfawy.
‘Taylor Swift: The Eras Tour’… On iki Grammy ödülü sahibi ünlü ABD’li şarkıcı Taylor Alison Swift’in müzik kariyerine dair bir yolculuk vadeden ‘The Eras Tour, şarkıcının nefes kesici turnesinin de sinematik yorumu bir bakıma. Yönetmen Sam Wrench.
Burak Küçük’ün yazıp yönettiği korku filmi ‘Zir-i Cin 2’de başlıca rolleri Ekrem Kayhan, Feyza Ayan, Tahsin Macit ve Şenay Karaarslan üstlenmişler. Tarık, Kanlıbıçkı köyünde yaşandığı söylenen cin vakalarını araştırmak için Yusuf Hoca’yı bulur. Yusuf Hoca, birçok cin vakasını çözmüş olup birçok insanı da bu cin vakalarından kurtarmıştır. Köy muhtarı Ali Rıza’nın kızına yapılan büyüyle birlikte Tarık ve Yusuf Hoca bu olayı çözmek için harekete geçerler.

İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın!
İyi seyirler herkese!


 

TARİHTE BU HAFTA
On yedi ve altı yıl öncesine, 2006 ve 2017 yıllarına dönüyor, tarihte bu haftayı anımsıyoruz!


Vizyonda bu hafta (3 Kasım 2006)

LANETLİ ADA
Problemler yaşayan bir polis memuru, eski nişanlısından aldığı damgasız mektup sonucu kimsenin nerede olduğunu bile bilmediği ‘Summerisle’ adlı bir adaya gelir. Kendine özgü kültür ve geleneklerini yaratmış olan ada halkı, büyük bir sır saklamaktadır. ‘Lanetli Ada / The Wicker Man’, 1973 tarihli aynı adlı İngiliz filminin yeniden çevirimi. Anthony Shaffer’ın romanından uyarlanan orijinal film, izleyicinin inanç ve değer sistemini sorgulamayı ihmal etmeden ürkütmeyi beceren sağlam bir dramdı. Yeniden çevirimin yönetmeni, ‘Nurse Betty’ ve ‘Possession’ gibi bağımsız ruhlu filmleriyle tanınan Neil Labute. Ne var ki, Amerikan işi yeniden çevirimde senarist yönetmenin notu hiç iyi değil. Orijinal filmin kalitesinden oldukça uzak yapımın başrolünde Nicholas Cage’i izleyeceğiz. Zayıflamış, bitkin haliyle, hasta yatağından kalkıp sete gelmiş görünümü sergileyen Cage’in rol arkadaşı, Oscar’lı usta aktris Ellen Burstyn. İlk filmde ‘ünlü kötü adam’ Christopher Lee’nin canlandırdığı karakter bu kez cinsiyet değiştirip Burstyn’e uyarlanmış. Ne korku, ne duygu, ne heyecan, ne düşünce… Filmi kurtaran hiçbir şey yok anlayacağınız.

 

EVE DÖNÜŞ
43. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, Sibel Kekilli ile ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ve Civan Canova ile ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ ödüllerini kazanan etkileyici dram, 12 Eylül 1980 darbesi sırasında yaşananları öykülüyor. Darbenin sıradan yaşamlar üzerinde yarattığı yıkıcı etki, çekilen acılar, sorgulamalar, soruşturmalar, işkenceler. Yönetmen Ömer Uğur’un yaklaşık 9 yıl önce kaleme aldığı senaryo, Montpellier Film Festivali’nde ve Yunus Nadi ödüllerinde ‘En İyi Senaryo’ ödülünü kazanmıştı. Başrollerini Memet Ali Alabora ve Sibel Kekilli’nin paylaştığı filmde, ödüllü aktör Civan Canova’nın yanı sıra Altan Erkekli ve Savaş Dinçel de rol alıyorlar. Sıkıntılı yıllarda hemen her evde, her sokakta yaşanan ortak acıları anımsamak ve 12 Eylül’ün toplumsal hayatta bıraktığı etkileri düşünüp çıkarımlar yapmak için izlenmesi gereken önemli bir film ‘Eve Dönüş’. Üzerimize düşen bir sorumluluk.

 

VOLVER
Akrabalık ve dostluk bağları olan altı kadın ve geçmişleri, acıları, dertleri, düşleri, korkuları, öfkeleri, sevgileri, kısaca hayatları… Yedinci sanatın önemli isimlerinden Pedro Almodovar’ın son filmi, yönetmenin köklerine döndüğü bir yapım. Almodovar’ın ana ocağı öyküsü, İspanyol sinemacının çok sevdiği kadınların dünyasına götürüyor bizleri. Adını 30’lu yılların ünlü bir şarkısından alan ‘Volver / Dönüş’, bu yıl Cannes Film Festivali’nde ‘En İyi Senaryo’ ödülünü kazanırken, filmin altı kadın oyuncusu da ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülü ile taçlandırılmıştı. ‘En İyi Yabancı Film’ dalında İspanya’nın Oscar adayı olan filmde Penelope Cruz, eşine az rastlanan bir performans sergiliyor. Yönetmenin sabık oyuncusu Carmen Maura ise yine tek kelimeyle bir harika. Duygu dolu dram, anne-kız ilişkisi, kardeşlik, dostluk, bağlılık, özveri, sevgi kavramları üzerinden Almodovar’ın önemli meselelerini kurcalıyor ve izleyiciyi kendi iç dünyasıyla baş bırakıp usulca sona eriyor. Kaçırılmayacak bir duygu şöleni.

 

TESTERE 3
2004’te başlayan ve her yıl yeni bir filmle süren ‘Saw / Testere’ serisi üçüncü filmle karşımızda. ‘Testere 3’, serinin en kanlı bölümü. Acımasız ve vahşi oyunlarıyla kanımızı donduran Jigsaw, çırağı Amanda ile birlikte, insan hayatı üzerine oynadığı dehşet dolu oyunlarına devam ediyor. Türün ve filmin özel meraklıları dışında normal izleyici için rahatsız edici derecede vahşi sahneler içeren film, tahammül sınırlarını zorluyor. ‘Beyazperdede bu güne dek yeterli miktarda kan ve şiddet görmedim’ diyenler için kaçırılmaz bir fırsat olan filmi, kalp hastaları, hamileler, çocuklar ve kan göremeyenler akıllarından bile geçirmesinler.

 

 

Vizyonda bu hafta (3 Kasım 2017)
Üçü yerli, altı yeni filmle merhaba diyor yeni vizyon. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.


KARE
-Medeniyete buyrun!-

İsveçli Ruben Östlund’un yazıp yönettiği 2014 tarihli ‘Force Majeure / Turist’, batının kendini güvende hissetme durumuna, yalancı konformizm anlayışına, ‘mutlu aile’ kavramına, sınıf ayrımı, ahlak, ırkçılık gibi çok önemli mevzulara, ‘uygarlık’ ve ‘çağdaş insanın kurumsal yapısı’ pencerelerinden, ‘tatlı sert’ ve netameli biçimde bakıyordu. Fransa Alplerinde kayak tatiline giden üst-orta sınıf İsveçli bir aile, otelin dağın eteklerine bakan terasında, öğlen yemeklerini yerken, ufak bir çığ düşüyordu üstlerine. Anne, çocuklarını korumak derdindeyken, baba bir anda düşmekte olan çığ karşısında kaçmayı seçiyordu. Kendi canının derdine düşen adam, hiçbir şey olmamış gibi masaya geri döndüğünde, ilişkiler, otorite, aile, bağlılık, sevgi gibi içi dolu kavramları sorgulamaya başlıyordu film. İsveçli aile, oteldeki arkadaş ve diğer konuklar üzerinden müthiş bir steril Avrupa eleştirisi yapıyordu sert dram. Cannes Film Festivali’nin ‘belirli bir bakış’ bölümünde jüri ödülü alan yapım, özellikle finali itibariyle, Bunuel klasiklerinden 1972 tarihli ünlü film ‘Burjuvazinin Gizli Çekiciliği’ne selam gönderiyor. İnsan doğası, aile kurumu, üzerimize ‘giyindiğimiz’ roller, ‘gibi’ yapmalar, ‘oyalanmalar’, seçkinci tavırla hayatı algılama, ‘umursama’ meselesi, sahicilik ve gerçekten yaşıyor olup olmamamız gibi hakiki durumlara içten ve zaman zaman kara mizahla yaklaşıyordu. Metni destekleyen görüntünün ve kusursuz ses miksajının enfes uyumu dikka çekiyordu ayriyeten. Yaşıyorken, bir eksikliğin ya da, yavanlığın farkına varıp, arada bir durup başka yerlere, kim bilir, belki de aynaya bakmak ihtiyacı duyanlara tavsiye etmiştik filmi.
Östlund, yazıp yönettiği yeni filmi ‘The Square / Kare’ ile, Cannes’de ‘Altın Palmiye’nin sahibi oluverdi. ‘Kare’, prestijli bir müzede gerçekleşen bir enstalasyon etrafında gelişen olaylardan yola çıkarak, bildiğimiz batı medeniyetini, ‘Turist’ filminde olduğu gibi, belirli bir sınıf ve zümre çevresinden hunharca eleştiriyor yine. Üst sınıf batılıya ait ahlaki ve etik değerler, vicdan, egoizm, yine dokunaklı bir yergi ile yansıyor perdeye. Christian bir modern sanat müzesinde küratör olarak çalışmakta. İki çocuk sahibi olan Christian eşinden boşanmış. Müzede sergilenecek yeni gösteri ‘The Square / Kare’ adında. Yoldan geçenleri sosyal sorumluluğa davet eden, insanlığı hatırlatmaya çalışan bir enstalasyon. Bu arada cüzdanını ve telefonunu çaldıran Christian’ın hırsıza verdiği aptalca yanıt, ideallerinin tersine durumların ortaya çıkmasına sebep oluyor. PR ajansındaki ‘zeki’ gençler, ‘The Square’ için beklenmedik bir kampanya ortaya koyduklarında ise, garip süreç Christian için bir varoluş sancısına dönüşüyor ister istemez.
Buraya kadar her şey güzel. Östlund, yine Cannes’de, ‘belirli bir bakış’ bölümünde jüri ödülü kazanan önceki filmi ‘Turist’de deştiği meselelere geri dönüyor ve bir nevi, akşamdan kalmış yemeği, sonraki akşama hafif ısıtarak sunuyor yine bize. Yemeğin tadını sevenler için mesele yok ama damağına önem verenler, taze ve farklı tatlar almak istiyorlar, elde değil. Bir skeç mantığı var, her şeyden önce ‘Kare’de! Bütünlük, dağınık ve zeki olduğunu haykıran kimi ‘bilmiş’ buluşlara evrilmiş. Yapılmış, çekilmiş, binlerce kez, hatta kimi ustalarca da anlatılmış benzer hikaye ve meseleler, şık, gıcır gıcır ve snop birer skeç halinde akıyor perdeden. Film kötü değil; elbet beğenilebilir ama ‘Altın Palmiye’ biraz fazla kaçmış sanırım. Son tahlilde, şu tespitimi önemle arz etmek isterim: Sinema, her şeyden önce, snop bir bilmişlik değil, mütevazı bir bilgelik gerektirir! (3 / 5)


TESTERE: JIGSAW EFSANESİ
-Ana karaktere saygı duruşu-

Korku türünün popüler örneklerinden olan ve beyazperdeye ilk olarak 2004 yılında yansıyan, elini korkak alıştırmayıp, bol kan döken ‘Saw / Testere’, James Wan imzası taşıyordu. Günaha, yalana ve suça bulaşmış kurbanlarına, ölümcül oyunlar oynayan gizemli katil Jigsaw lakaplı John Kramer’ın oyunları, yedi film boyunca sürdü.
Serinin sekizinci filmi, efsanenin adını taşıyor: ‘Jigsaw’. Öldüğü ve gömüldüğü bilinen sıra dışı cinayetlerin faili John Kramer, namı diğer Jigsaw’un tarzının aynısı cinayetlerin işlenmesiyle, yıllar önce ölen ürkütücü karakterin yaşayıp yaşamadığı sorgulanmaya başlar. Bütün şehir korku altındayken, yeni kurbanlar olduğu gibi, yeni şüpheliler de vardır elbet!
Alman asıllı Michael ve Peter Spierig kardeşlerin yönetmen koltuğunu devraldıkları ünlü serinin sekizinci halkası, sıkı bir kurguyla ‘korkutmaya’ devam ediyor. Birbirinden vahşi metotların karşımıza çıktığı yeni filmde, Tobin Bell’in canlandırdığı efsanemiz ‘Jigsaw’, perdeye yansıyor yine. Alışık olduğumuz sürprizli yapısını koruyan, açılış sahnesinin ardından, ilerleyen anlarda ivme kazanarak, finalde pik yapan öykü; seriye aranan ‘taze kan’ı bulmuş gibi duruyor. Yeni bir başlangıca ihtiyaç duyan ve bunu ‘diri’ bir anlatımla sağlayan korku gerilim serisinin sayısı, düzineye yaklaşacak sanki!
Şunu da söylemek gerek, öyküsünün mimarı olan karaktere saygıda kusur etmeyen yapım, özellikle son düzlükteki performansıyla finişi görüyor. Hikâyenin bildik seyri dışında çok fazla yenilik ve derinlik beklemeyen, serinin, karakterin, türün ve sağlam mideli korku uzmanlarının ilgisine sunulur. (2,5 / 5)

Haftanın notlarımız arasında yer alamayan filmlerine gelince… Başrollerini Tuba Ünsal ile Rıza Kocaoğlu’nun üstlendiği, aynı adlı romantik dramın ikinci filmi olan ‘Dünyanın En Güzel Kokusu 2’ ile birlikte iki komedi, başrolde Şafak Sezer’i izleyeceğimiz ‘Ketenpere’ ve Youtube ünlülerinin beyazperde macerası ‘OHA Diyorum’a, özellikle küçük yaştaki izleyiciye seslenen ‘Macera Günlükleri: Sihirli Adaya Yolculuk’ adlı Hindistan yapımı bir animasyon eşlik ediyor. Tekrar herkese iyi seyirler.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar