SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

DEMİRKUBUZ'UN HAYAT'I VE DC EVRENİNİN FİNALİ

07 Ocak 2024 Pazar 21:53
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

2024’ün ilk filmlerini izlemeye başladık bile. Ama henüz 2023’de gösterime giren ve hakkında iki çift laf etmemiz gereken filmler bitmedi. Öncelikle Zeki Demirkubuz’un yeni filmine ve bu seneki hayal kırıklığı yaratan çizgi roman uyarlamaları serisini devam ettiren Aquaman’e bakalım. Sonra da Ölümlü Dünya’nın devam filmin, ilki kadar iyi olup olmadığını irdeleyelim. Yılın sürprizlerinden Wonka, yılın son ayında vizyona giren bazı yerli yapımlar ve anime hayranlarının bile çok ilgi göstermediği Demon Slayer filmleri ile de yazımızı tamamlayalım. 

Hayat:
Zeki Demirkubuz'un yeni filminden bahsetmeden 2023 dosyasını kapatamazdık. Biliyorum, yazmakta gecikince, düşman kardeşlerin atışmaları filmin önüne geçti ama onlardan bağımsız olarak, formunda bir Demirkubuz görmek, her zaman güzel. Bu da uzun zamandır yaptığı en iyi film.
Demirkubuz'un en güçlü tarafı, hayatın içinden, yaşayan karakterler kurabilmesi ve bunların duygularını seyirciye geçirebilmesi. En zayıf diyebileceğimiz filmlerinde bile bunu yaptığı anlar var. Tüm filme yaydığında, zaten o filme başyapıt diyoruz. Bu filmde, iki karakteri üzerinden bunu yapsa da başyapıt diyemiyorum ama yine de çok iyi film.
Filmi düşüren noktalardan biri, süresi. Aslında akıp gitti, hiç sıkılmadım ama bazı karakterin ve uzun diyalogların hikâyeye çok katkısı yoktu. Şimdi günahını almayayım ama, o 3 saatlik film yaptı, ben niye yapmayayım demiş gibi bir his aldım.
Demirkubuz'un setinin çok zorlu olduğu söylenir, ama başka filmlerde çok iyi oynadığını görmediğimiz oyunculardan da hayatının performanslarını alır (örn: Vildan Atasever). Burada da neredeyse tüm oyuncular çok iyi ama bir tek Doğu Demirkol'un performansını sevemedim. Onda filmin genelindeki doğallığı görmedim.
Ve filmin çokça tartışılan finali. Açıkçası ben de sevmeyen taraftayım. Karakterin kendi özgür iradesiyle seçebileceği ve mutlu olacağı bir final değildi bence. Belki film boyunca birkaç kez gördüğümüz rüya sahnelerinden biri olduğuna dair bir ima görseydik, daha güzel olurdu. Yine de her türlü, finalden 10-15 dakika önceki, duygusu çok yüksek sahnede bitmesini tercih ederdim.
Filmi sevdim deyip, olumsuz bulduğum yerlerini yazdım ama bir eleştirim de zaman kullanımına. Kafamı karıştırdı açıkçası. Tüm film, uzunca bir zaman dilimine yayılmış olmalı. En az 5 yıl diye düşünüyorum ama film bunu kapalı bırakıyor. Ki, hapis olayı daha bile uzun sürebilir. Bir yandan da filmin başından sonuna kadar pandemi devam ediyor. Ama pandemi, 5 yıl sürmedi mesela. Film büyük ihtimalle pandemi dönemi çekilmiş, onu da anlıyorum ama bu şekilde olunca, filmin zamansal gerçekliği de zedelenmiş oluyor.
Bu yazdıklarıma rağmen, oradan oraya savrulan kadın karakteri ve çevresindeki farklı özelliklerdeki, asla klişe diyemeyeceğimiz adamları kuruş şekli ve yönetmenlik tercihleri ile geçen yılın en iyilerinden biri olduğunu tekrarlayayım. Henüz izlemediyseniz, ne duruyorsunuz?

Aquaman and the Lost Kingdom (Aquaman ve Kayıp Krallık):
Çizgi roman uyarlamalarını severim. Geçen sene yerden yere vurulan, The Flash ve The Marvels filmlerini bile belli oranda sevmiştim. Ama bu tam olarak, çöpe atılan milyon dolarlar filmi olmuş. Hikâyede yeni ve heyecan verici bir şey yok, bir karakter gelişimi yok, aksiyon sahneleri heyecan verici değil, eğlenceli de değil. Şu anki evrenin son filmi olacak diye, hem DC, hem James Wan işi çok boşlamış gibiler. Gerçi film çekilirken, son film olacağı bilinmiyordu. Hatta, Affleck'li ve Keaton'lı sahneler olduğu, sonradan çıkarıldığı da biliniyor ama şu filmi herhangi bir şey kurtarabilir miydi, emin değilim.
Senaristler aylarca, yapay zeka işimizi almasın diye grev yaptılar (tek neden bu değildi, biliyorum) ama bu film tam olarak bir yapay zekadan çıkmış gibi. Popüler süper kahraman filmlerini al, harmanla, isimleri değiştir, senaryonuz hazır. Hatta finalde çok acayip bir şekilde, Marvel filmlerinin ikisi ile neredeyse birebir aynı sahneler var. Atlantis'i Wakanda ile, Aquaman'i Iron Man ile eşliyor. Muhtemelen Marvel'a gönderme yapmak istendi ama olmamış.
DC bu 10 yıl içinde, verdiği çok yanlış kararlarla, bu evrenden ancak birkaç iyi film çıkartarak, suların dibine gömmüş oldu. Halbuki, pek çok karakter için çok iyi oyuncu seçimleri vardı. Özellikle Henry Cavill'i çok pis harcadılar. Affleck, Gadot ve Momoa da gayet iyi tercihlerdi bence. Gadot ve Momoa'ya iyi oyuncu diyemeyiz belki ama canlandırdıkları karakterlere çok iyi uymuşlardı. Son dönemde, Sasha Calle'in Supergirl'ünü de çok beğenmiştim.
Neyse, artık James Gunn'ın Superman'ini ve kuracağı evreni beklemekten başka yapacak bir şey yok. Umarım bu kez daha doğru kararlar alınır.

Ölümlü Dünya 2:
İlk filme çok gülmüştüm. Yeni film de fena değil ama bana ilkinin tadını vermedi. Çok yerde, ilkinin tutan esprilerinin, farklı versiyonlarını yapalım denmiş hissi aldım. Evet, güldürüyor ama ilki kadar kalıcı olmaz gibime geliyor.
Ana hikâye, espriler için bir bahane ama ilkinde nereye bağlanacağını da merak ettiren bir yapı vardı. Burada o da pek olmadı. Karakterleri de artık tanıdığımız için, orada da bir yenilik yok. Giray Altınok'un iyi bir ekleme olduğunu söylemek lazım gerçi. İlk film için yazdıklarıma bir baktım da, Özgür Emre Yıldırım ve İrem Sak iyi kullanılamamış demişim. Burada da aynısı geçerli. Doğu Demirkol'un sahneleri ise, adeta bambaşka bir filmden araya sızmış gibi.
Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi'nin kaleminin çok iyi olduğunu biliyoruz. Burada biraz hazırdan yemişler. Film, eğlenceli bir zaman geçirtme hedefini gerçekleştirse de, asıl potansiyelini yakalayamamış gibi.
Şu notu da düşmeden geçmeyelim. Bu senenin en çok izlenen 5 filminden ikisi (Atatürk ve Ölümlü Dünya 2), Disney+'ın tartışmalı kararları olmasaydı, sinemalara hiç uğramadan doğrudan dijitale gelecekti. Böyle olunca, eğrisi doğrusuna geldi bence.

Wonka:
Beklediğimden daha iyi, gayet eğlenceli bir film. Klişe tabirle, tam bir aile filmi. Aslında, yönetmen Paul King, bu işi bildiğini Paddington filmleri ile göstermişti ama bu kadar oyuncaklı, büyük bir Hollywood filmine girişince, dağılabilir diye düşünmüştüm. Dağılmamış.
Çok sayıda karakter ve oyuncaklı setler olmasına rağmen bunları göstermenin büyüsünden çok, bunların hikâyeye hizmet edeceği bir anlatım tutturmuş. Gayet eğlenceli olan bu anlatının içinde, zaman zaman devreye giren hüzünlü anlar da çok yerli yerinde.
Timothée Chalamet her zaman çok bayıldığım bir oyuncu değil ama Wonka için çok doğru bir tercih. Role çok iyi oturmuş. Gene Wilder'li versiyonu izleyenler için onun yeri ayrıdır ama genç kuşak o filmi izlememiştir muhtemelen. Onların aklında kalacak Wonka, Chalamet olur.
Filmin tek kötü tarafı, çıktığınızda canınızın, şeker komasına girecek kadar çikolata çekmesi olabilir.

Kadınlara Mahsus:
Bir zamanlar Serdar Akar, sinemamıza yeni bir soluk getirdiğine inandığımız, her filmini merakla beklediğimiz bir isimdi. Yeni filmi, kalabalık ve tanınmış oyuncu kadrosuna rağmen, vizyondan sessizce geçip gitti.
Fragman ve afişten, nasıl bir filmle karşılaşacağımızı anlayabiliyoruz. Bir kadın dayanışması filmi. Farklı nedenlerle ve farklı şekillerde hayatlarındaki erkeklerle dertleri olan kadınlar, bir araya geliyorlar. Karakter sayısı çok ama esas hikâye, aynı adamın karısı ve sevgilisinin, yan yana gelmesi ve artık yeter demeleri üzerine kurulu. Açıkçası, çok doğru mesajlar veriyoruz diyerek, hikayesini ve karakterlerini çok klişe yerlerden kuran filmlerden biri.
Serdar Akar da yıllarca televizyon işi yapmaktan, sinema reflekslerini yitirmiş gibi. Fragmanda, "Serdar Akar'dan bir ilk" cümlesi vardı. Filmin sinemasal açıdan bir yeniliği yok ama bu cümle, Serdar Akar açısından bir ilk anlamına geliyorsa haklılar. Akar, halen en iyi filmi sayabileceğimiz Gemide'den beri, Kurtlar Vadisi'yle, Behzat Ç.'yle, Barda'yla hep erkek hikayeleri anlattı. İlk defa bir kadın hikayesi anlatıyor. Sürükleyici bir şekilde anlattığını da itiraf etmeliyim ama dışarıdan baktığı da hissediliyor.
Kalabalık oyuncu kadrosunun en iyisi, Şebnem Sönmez bence. Karikatürize olabilecek bir tipi, gerçek kılmayı başarıyor. Hemen arkasına da Ceyda Düvenci'yi koyabilirim. O da kariyerine odaklanıp, sevdiklerini ihmal eden kadın klişesinin içini doldurmaya çalışıyor. En zayıf performanslar ise, erkek oyunculardan gelmiş ama onların rolleri de o kadar tek boyutlu yazılmış ki, yapacakları pek bir şey de yokmuş. Senaryoya dair bir eleştirim de finalin çok apar topar bir şekilde, mutlu sona bağlanmış olması. Keşke adalet sistemimiz, o kadar iyi çalışsa.

Cenazemize Hoş Geldiniz:
Bazen, "tamam çok da iyi bir film olmadığını biliyorum ama ben sevdim ya" dediğiniz filmler olur ya. İşte tam da onlardan biri. Her üyesinin ayrı bir falsosu olan bir aile ile, "normal" bir ailenin, nişan derken, cenazede kesişen yollarını anlatıyor. Karakterleri tanıdıktan sonra, espriler beklendik yerlerden geliyor belki ama ben eğlendim genellikle. Küfür üzerinden güldürme kolaycılığına girmeden, karakterlerin düştüğü durumlara güldürmeyi başarıyor. Onun kadar iyi olmasa da, belli ölçüde Aile Arasında'yı da hatırlatıyor.
Kalabalık oyuncu kadrosunun en iyisi, Kadınlara Mahsus'da olduğu gibi, Şebnem Sönmez bence. Erkan Can'ın, dünya yansa umurunda olmayacak karakterini de beğendim. Zaten Erkan Can'ın kendi personası da öyle bir hava veriyor. Afişte, Sevda Erginci ve İsmail Ege Şaşmaz'ın isimleri en başta yazılmış ama onlara başrol demek ne kadar doğru bilmiyorum. Evlenecek çift olarak, en "normal" karakterler onlar olduğu için, aynı zamanda en sıkıcı karakterler de onlar. Senaryoda da parmağı olan Gonca Vuslateri'nin neden makyaj altında, yaşlı bir kadını canlandırdığını da anlamadım doğrusu. Taaa ki, Yalan Dünya'daki karakterini hatırlayana kadar. Gerçi, bu sefer de neden aynı şeyi yaptığı anlamadım.
Netice olarak, seversiniz garantisini veremiyorum ama platformlara gelince, bir göz atabilirsiniz diyeyim.

Demon Slayer filmleri:
Kaç kişi farkına vardı bilmiyorum ama 2023'ün son haftalarında, 3 tane Demon Slayer filmi, arka arkaya vizyona girdi. Aslında film demek de çok doğru değil. Biri konser kaydı, diğer ikisi ise, okuma tiyatrosu kaydı. Bunların ikisini izledim. Haklarında uzun şeyler yazmayacağım ama konser filminin gerçekten etkileyici olduğunu söylemeliyim. Okuma tiyatrosu ise, evet ama neden dedirtti. İki saat boyunca, arka planda animeden sahneler dönerken, seslendirme sanatçılarının, ellerindeki metinleri okumalarını izliyoruz. Üstelik perde arasında, bu seslendirme sanatçılarının sahne üzerinde yaptıkları, incir çekirdeğini doldurmayacak muhabbetlerini izliyoruz. Dümdüz animeyi izleseydik daha iyiydi diye düşünmeden edemedim.
Asıl ilginç olan, bu kadar tutmuş bir animenin, etinden sütünden yaralanma çabasıydı. Belki Japonya'da daha kabul gören, başka animeler için de yapılan bir uygulamadır ama çok az izlenmiş olsa bile, buralara kadar gelmiş olması da bayağı ilginç.
Bir yerlerde karşınıza çıkarsa, Demon Slayer fanlarına konser filmini kesinlikle öneririm ama okuma tiyatrolarına temkinli yaklaşın derim.

Simitçi:
12 Eylül döneminde, askerlerin ellerinden kaçırdıkları bir zanlı yerine, yoldan geçen bir simitçiyi alıp götürmelerini ve bu simitçinin yıllarca işkence altında geçen hayatını ve mahkeme sürecini anlatan bir film. Gerçek bir hikâyeden alındığı belirtiliyor. Senaryoyu Avni Özgürel yazdığına göre gerçeklerden yola çıktığını kabul etmeliyiz ama tüm film, seyirciyi duygulandırmak ve hatta ağlatmak üzere kurulu. Tabir yerindeyse, bir acı pornosu. İşkenceler, haksızlıklar, eziyetler, iftiralar. Film, sürekli bunların etrafında dönüyor.
Tabii ki 12 Eylül'ün yaşattığı acılar anlatılsın (gerçi, günümüzde yakın tarihimizin en kolay eleştirilebilen dönemi haline geldi, hadi biraz da başka dönemleri eleştirelim) ama biraz derinlikli karakterlerle, güçlü bir senaryoyla yapılsa keşke. Burada askerler, özellikle komutanlar, katıksız kötü, hapistekiler ya iyi ve masum, ya da ana karakterimiz simitçi gibi, inanılmaz saf.
Tamam etraftan haberin olmayabilir, sol-sağ ile hiçbir ilgin de olmayabilir de hapiste yatarken ve mahkemen sürerken, -fragmanı izlemediyseniz spoiler- hâkimin kalem kırmasının ne anlama geldiğini de öğrenmemiş olamazsın be kardeşim.
Netice olarak, önemli bir konuyu anlatmakla beraber, tamamen seyirciyi duygulandırmaya yönelik ve karakterleri inandırıcı olamayan bir film.
Haftaya görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar